Sahibine kavuşan asırlık dolabın öyküsü… - 3 -

Sevgül Uludağ

Çok değerli okurumuz ve arkadaşımız Kiriakos Yeorgiu Köfteros, Digomo’dan göçmen olarak gittiği Ayyanni’de 1975’te bulduğu dolabı yıllarca çok dikkatli biçimde koruyarak sahiplerine iade etti.

17 Temmuz 2021 Cumartesi günü dolap barikatları aşarak Kiriakos’un insani jestiyle, sahiplerine kavuştu…

Dolabın sahibi Ayyannili rahmetlik Sinekçi Halil ile değerli eşi Fatma Süleyman’ın torunlarından biri olan Öcal Dallı, Kambos’a bu dolabı teslim almaya gitmişti... Öcal Dallı ile o günkü duygularını aktardığı bir röportaj yaptık... O da Kiriakos’un insancıl jestinden övgüyle söz ediyor ve insanların ellerindeki objeleri gerçek sahiplerine iade etmeleri gerektiği üzerinde duruyor...

Öcal Dallı ile röportajımız şöyle:

SORU: Sayın Öcal Dallı, kaç yaşındasınız?

ÖCAL DALLI: 53 yaşındayım.

SORU: Siz Altan Bey’in çocuğusunuz…

ÖCAL DALLI: Evet, büyük oğluyum.

SORU: Dolabı almaya siz gittiniz… Zaten arkadaşımız Kiriakos, bu dolabı sahibi olan aileye iade etmek istedi…

ÖCAL DALLI: Evet. Cemal Bey bize ulaşıp da “Aileden birisi gelsin” dediğinde biz aile arasında konuştuk, en uygun müsait olan ben olduğum için dedim “Ben giderim, beraber gidelim…”

“KİRİAKOS’UN YAPTIĞI GERÇEKTEN ÖNEMLİ VE ETKİLEYİCİ...”

SORU: Neler hissettiniz giderken?

ÖCAL DALLI: Ben öncelikle tabii, gitmeden önce, Kiriakos’un yaptığı gerçekten önemli bir şey… Bu coğrafyada yaşayan ve o dolabı hiçbir zaman sahiplenmemiş bir kişi… Ve onun hep içerisinde, 1974 öncesi sahiplerine iade etmek olmuş. Hatta biz resmi evrakları düzenlerken, biz buradan Ticaret Dairesi’nden bir “ithalat” için müsade kağıdı aldık. Ve Kiriakos’a da dedik ki, “Bize bir belge düzenle ki yolda bizi polis durdurursa, gümrükte, bize verdiğine dair bu dolabı…”

Kiriakos’un ilk tepkisi “Veremem” oldu…

“Nasıl veremen?”

“Benim değil ki vereyim” diyor… “Bana ait olmayan birşeyi size nasıl bağışlayım ben?” dedi. Öyle bir düşünce içerisindeydi. Tabii bir evrak düzenledi fakat evrağa baktığımda da ben, sonradan, “Baflılar’a ait olan bir eşyayı” diyor, “1974 öncesi sahiplerine vermek…”

Bu düşünce gerçekten etkileyiciydi…

Sonuçta bu dolabı aile olarak sahiplenmek değil, bunun kültüre kazandırılması gerekir. Belki dernek binasında sergilenmesi gerekir…

O dolap aslında bir yolculuktur… 1918’de bir Kıbrıslı marangoz tarafından yapılır bu dolap, kuvvetle muhtemel, nenemin annesinden kalmadır. Çünkü babamın doğum tarihine baktığım zaman 1944’tür… İkinci çocuklarıdır. Dolabın inşa tarihi 1918’dir halbuki, muhtemelen nenemin ya da dedemin atasından gelen bir eşyadır… Onlardan nenemlere, nenemlerden Kiriakos’a… Ve şimdi da bize…

“ÖNEMSEMEYEBİLİRDİ DA...”

SORU: Nenenizin adı Fatma’ydı…

ÖCAL DALLI: Fatma’ydı evet… Kiriakos da Dikmen (Dikomo) göçmeni bir Rum… Esas Kamboslu’dur – Dikmen’den Ayyanni’ye göçmen gitmiş 1974’te… Kambos’tan Dikmen’e, Dikmen’den Ayyanni’ye… 14 yılı ki yaşına baktığınızda aslında gençliği Ayyanni’de geçti… Ondan sonra da Limasol’a gitti… Ama dolabı korudu. Yoksa çarçur olup gidebilirdi da… Önemsemeyebilirdi da…

SORU: Peki, gittiniz, köyde buluştunuz… Kambos’ta… Sonra dolabı görünca neler hissettiniz?

ÖCAL DALLI: Ben dolabın fotoğraflarını gördüğümde aslında pek da öyle bir obje oluşmadıydı kafamda. Hayal meyal… Çünkü 1967 doğumluyum ben. Yedi yaşlarındaydım, dolabı hayal meyal hatırlarım ama tam olarak deseniz, değil.

Yolculuk yaptığımız yol boyunca zaten, sadece dolaba doğru değil, doğduğumuz topraklara doğru gidiyorduk. Trodos dağının eteklerinde fotoğraf çekmeye başladığımda, o dağ yapısına bakıyordum çünkü Ayyanni de Trodos’un eteklerinde – biri güneyinde, biri kuzeyinde… O yolculuğu yaptık. Köye girdiğimizde otantik bir köy bulduk, hatta etrafta ekilen biçilen araziler olmadığını görünca, niye bu insanlar burada bir yaşam kurdular, köy olması için bir ekonomik yaşam da olması lazım diye düşündüm. Sonradan öğrendik ki orası bir ormancı köyü… Ve ben köye baktığımda dolaşırken yabancılık çekmedim çünkü köyde Osmanlı yapısı, Türk yapısı da var. Kiriakos’a dedim ki “Yahu bu köyde Türk var mıydı?”

“Evet” dedi, karma bir köydü Kambos geçmişte…

SORU: Karma evlilikler da vardı Kambos’ta…

ÖCAL DALİLİ: Evet, ondan bahsetti bize Kiriakos.

“GEÇMİŞİNİZE GİDERSİNİZ...”

SORU: Hatta mezar taşlarında yazarmış, “Ahmet Yanni” vs. gibi isimler…

ÖCAL DALLI: Benim eşim Burdur doğumludur… Köyleri var, denize yakın bir yerde. Eşime dedim ki “Doğduğun köyün aynısı!”

Mimari, yanyana ikiz evler dediğimiz mimari… Bugün eşimin gözünü bağlasam, Kambos’a götürsem, gözlerini açsam orada, aynı şey. Sadece, biraz daha bakımlı bir köy. Kerpiç ve ahşap… Oradaki da ormancı köyü, buradaki da ormancı köyü… Ben yabancılık çekmedim köyde.

Bir kahve içtik, yukarı çıktık. Önce dolabın bir kısım parçası, muhafaza ettiği odanın dışındaydı. Bir kısmı içeride. Dışarıdakileri gösterdiğinde pek dolaba benzer bir yapısı yoktu. Fakat içeri girip da gördüğümde, gerçekten bir dolap olduğunu ve alıp dışarı çıkarıp da dolap kapağının içindeki isimleri görünce olay daha da farklılaştı. Geçmişinize gidersiniz… Ama bu sadece geçmişte yaşamak değil, bu dolabı gelecek kuşaklara aktarıp bu ve benzer yolculukların bir daha yaşanmamasıdır esas olan.

Ben sonradan Kiriakos’la tanıştığımda, görünca, bir adalı insan… Biz da bir adalı insan… Savaşın acılarını onlar da yaşadı, bizler da yaşadık. Ama çabası oldu – önemsemeyebilirdi.

“GEÇMİŞİYLE YÜZLEŞMİŞ, UNUTMAMIŞ, DERS ALMIŞ HATALARDAN...”

SORU: Çok iyi bir insandır Kiriakos, bana senelerdir yardımcı olur “kayıplar” konusunda… Benim en sadık okurlarımdandır. Yazılarım Kıbrıs’ın güneyinde Rumca olarak POLİTİS gazetesinde yayımlanmaya başladığında, bana her hafta SMS atardı – her Pazar mutlaka bana mesaj yollardı. Bu da beni güçlendirir ve bütün zorluklara rağmen, çabalarımı devam etmeme yardımcı olurdu. Veya bir kelime mesela, “Rumca’da böyle denmez, bu Yunanca’da böyle denir, doğrusu yani Rumcası budur” diye mesaj atardı mesela…

ÖCAL DALLI: Bir Kıbrıslırum ama geçmişiyle yüzleşmiş… Rum toplumunun doğrularıyla, yanlışlarıyla yüzleşmiş, geçmişte yaşanan hatalardan ders almış ama unutmamış… Bizim da o noktada aslında geçmişimizle biraz daha yüzleşip, orta noktada buluşabilmemiz gerekir. Bu en azından – belki bizim kuşaklar zor atlatacayık, travmanın içindeyik yani biz… Belki bizim çocuklarımız… Bunlar da onlara bir ışık olsun isteriz.

“DOLABI, IŞIK GÖRMEYEN BİR ORTAMDA MUHAFAZA ETTİ...”

SORU: Dolabı aldınız, yüklediniz, arabaya sığdı…

ÖCAL DALLI: Önce ölçtük. Buradan giderken metre götürdük biz, sığacak mı, sığmayacak mı… 47 senedir koruduğu bir obje, düşünün… Dedik yahu biz bunu taşırken zarar vermeyelim. Parçalara ayırdık önce ki altına şunu koyalım, üstüne şunu koyalım, zarar görmesin… Güzel tarafı da aslında Kiriakos bunu, ışık görmeyen bir ortamda muhafaza etti.

Dolabın dışında değişik bir boya var, o dönem kullanılmış bir boya. 103 yıllık bir dolap aslında. 100 sene öncenin boya teknolojisi var üzerinde! Elimizle dokunduğumuzda, bazen ben Cemal’a, “Dokunma” dedim…Çünkü sonuçta bu karanlık bir ortamdaydı, biz onu günışığına çıkardık. Güneş, süratli biçimde bozar aslında bu tip cisimleri…

“DOLABIN RESTORESİ İÇİN PROFESYONEL DESTEK LAZIM...”

SORU: Belki o isimlerin olduğu bölüme cila atarsanız, korunur o isimler… Veya anlayan birine sormak lazım…

ÖCAL DALLI: Aslında bu konuda profesyonel bir destek almak lazım. Var burada, hem dernekler da var, HAS-DER gibi… Ben da ahşap işini çok seven biriyim ve ben başlangıçta “Yapabilirim” diye düşündüm ancak dolabın gerçek halini görünca, “Buna profesyonel bir destek lazım” diye düşündüm. Çünkü gerçek haliyle geleceğe taşımamız lazım. Ben HAS-DER’e gittiğimde, geçmişin eserlerini bugün imite etmeye çalışırlar. Bu da bir eser ve benim için daha da önemlisi, yapan bir Türk ve Müslüman değil ama inşa ettiği eserin üzerinde Türk ve Müslüman motifleri var. Bu da çok önemli bir şey… O ay-yıldızı fotoğrafta görmek başka birşeydir, gerçekte dolabın ahşabına dokunduğun zaman hissetmek çok çok başka bir duygudur.

SORU: Barikatları geçerken bir sorun çıkmadı…

ÖCAL DALLI: Çıkmadı…

SORU: Çok iyi, çok sevindim…

ÖCAL DALLI: Tabii sizin da emekleriniz bu süreçte…

“SİZ BUNU PAYLAŞTINIZ VE BULDUNUZ...”

SORU: İşte Kiriakos dedi bana, “Bul bana bu insanları ki bu dolabı iade edelim”, ben da buldum! Cemal Bey’in yardımlarıyla sizleri bulduk…

ÖCAL DALLI: Çabadır aslında ortaya konan… İlk önce, işin mimarı aslında Kiriakos… Bu dolabın gerçek sahiplerine ulaşabileceğini düşünmesi bile çok güzel bir şey. Orada isimler var… Size ulaştı… Siz bunu paylaştınız ve buldunuz…

SORU: Kiriakos’la başka şeyler da yaptık… Mesela 1974’te iki Kıbrıslı kadının öyküsünü kaleme aldık, onlar savaş esnasında Kambos bölgesinde ölen kadınlardı, bir tanesi iki çocuğuyla birlikte öldüydü. Savaştan kaçarken ölen kadınlardı ve çocucuklardı bunlar. Onların öyküsünü yayımladık, hem YENİDÜZEN’de, hem POLİTİS gazetesinde… Bir Kıbrıslırum kadın çocuklarıyla birlikte öldü 74’te, yangın vardı kaçarken, kaçamadı ve yanarak öldü çocuklarıyla birlikte… Aynı şekilde bir Kıbrıslıtürk kadın kaçarken bir uçurumdan düşerek öldü… Bu iki hikayeyi beraber yazdık. Bu ikisini bir araya getirdik, ben o aile kimdi, okurlarımın yardımıyla onu buldum, kadının resmini bulduk, yayımladık… Yani bu tip şeyleri çok yaparık aklı başında Kıbrıslırumlar’la ve Kıbrıslıtürkler’le… Çünkü herkes “puzzle”ın yani “bulmaca”nın elinde tuttuğu kendi parçacığına bakar sadece, her iki tarafın da “puzzle”cıklarını birleştirip, bütünü görmelerini sağlamaya çalışırık hep… Herkesin bunu görmesini isterik…

ÖCAL DALLI: Ben asker kökenli birisiyim. Emekli askerim. Ben diğer toplumlara bakarım, onlar naptı? Benzer acıları, daha da kötüsünü yaşayanlar var. Bugün Almanlar Paris’i yerle bir ettiler, bugün geldiğinizde, ticari, ekonomik ve kültürel olarak birbirleriyle iyi geçinirler ama hiçbir zaman unutmadılar. Ben bakarım bugün Fransızlar, dünyanın en güçlü ordularına sahiptir, bütün tugayları kuzeydedir, Alman sınırında… Korku var…

“BEN BUNA YOLCULUK DERİM...”

SORU: Ama ortak çok şey yaparlar… Eğitim sistemleri ortaktır mesela Fransa ve Almanya’nın şu anda… Askeri önlemden çok, esas olan eğitimdir…

ÖCAL DALLI: Tabii ki eğitim… Biz burada Türkler ve Rumlar, ilk çatışmalara 60’lı yıllarda başladık, bunu arkadaşlara da söylerim… 55-60. Bizim dilimiz ayrı, dinimiz ayrı… Milliyetimiz ayrı… 55’ten 65’e olan kavgamız.

Bu tarihlerde İstanbul’da ne yaşandı? Ankara’da ne yaşandı?

Türk, Türk’ü öldürdü orada…

O dönemde tüm dünyada milliyetçilik akımları meydana gelmiş ve her toplumun en zayıf tarafı neyise, belli güçler onları kullanarak o toplumları yıprattılar.

Orada siyasal görüşler farklı, işte sağ ve sol…

Burada da milliyetler farklı…

Bu kavgayı yaşadık.

Ama sonsuza kadar bu kavga içinde mi devam etmek zorundayız? Hayır, bence değiliz.

Bu tip hareketler de, Kiriakos’un başlattığı, sizin katkı koyduğunuz, Cemal’ın sürdürdüğü… Günün sonunda, biz nasıl ki Ayyanni’den göç ederek kuzeye geldik, bu dolap da 47 sene sonra bizim peşimizden geldi…

Ben buna “Yolculuk” derim… Yani bunun bakımdan geçirilip bizim çocuklarımıza ya da inşallah başarırık, o müze kurulur ve Ayyanni’de doğanlar, sadece Ayyannililer görsün değil yani, herkes görsün, geçmişte böyleydi…

“İNSANLAR PAYLAŞILABİLECEK OBJELERİ İADE ETMELİDİRLER...”

SORU: Çok memnun oldum… Çok teşekkürler. Başka benim sormadığım, eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?

ÖCAL DALLI: Bence aslında insanların bu ve benzeri paylaşılabilecek objeleri, iade etmeleri gerektiğine inanırım. Mesela annemin şu anda oturduğu evin gerçek sahiplerinin düğün fotoğraflarını biz onlara iade ettik. Çerçevelerinin içerisinde onlara verdik. Yani küçücük bir obje dahi olsa geçmişten, çok değerlidir.

Ben büyüdüğüm eve gittiğimde, bir şekilde, annemin gelin gittiği ev yok şu anda, yakıldı, yıkıldı… Dedemin evleri restore edildi… O yıkıntıların içerisinde bir tane kapı menteşesi buldum ben, aldım geldim yani… Benim için o menteşe bugün 8 yaşına kadar yaşadığım evi temsil ediyor.

Bugün ben baktığımda Avrupa’da yaşanan savaşları, yıkımları, bugün dahi o yıkıntıların bir şey ifade etmesi gerekiyor, benzerinin bir daha yaşanmaması için.

Bir ev yaparsınız, onun içine yerleşirsiniz ve ansızdan birileri size der ki “Git bu evden…”

Bu, kolay bir şey değil.

Ben kendi yaşadığım evin planlarını kendim yaptım. Biri bana dese ki “Çık”, annemin 74’te ne yaşadığını anlayabilirim – o göçü yaşamayanlar gerçekten anlayamaz… Ben bugün Lefkoşalı arkadaşlara da aynı şeyi söylerim – siz bilemezsiniz bizim ne yaşadığımızı… Tamam, Lefkoşa’da çatışma vardı, ortada bir sınır vardı…

SORU: Hayır, Lefkoşa’da da göçler oldu… Kaymaklı’dan mesela…

ÖCAL DALLI: Evini barkını bırakan…

SORU: Evini barkını bırakıp 63’te göçmen oldu Kaymaklılar… 74’e kadar göçmen oldular…

ÖCAL DALLI: Benim annem, gelin girdiği evin kapısını çekip çıktı içinden, hiçbir şey alamadı. Benzer şekilde Rumlar aynı şeyi yaşadı. Kapılarını kapattılar ve gittiler…

“OBJELERİ GERÇEK SAHİPLERİNE İADE ETMEYE ÇALIŞALIM ÇÜNKÜ BİR HATIRADIR...”

SORU: Annenizin adı nedir?

ÖCAL DALLI: Feride… Babam 44 doğumludur, ikisi da hayattadır şimdi. Yani onu yaşamayan insan gerçekten bilemez. İnşallah tabii ki böyle şeyler yaşamayık… Kiriakos gibi biz da bir obje bulduğumuzda atmayalım, bunu ulaşabilrsek gerçek sahiplerine iade etmeye çalışalım çünkü bir hatıradır geçmişine dair insanların.

SORU: Bu konuda okurlarımızın gündeme getirdiği çeşitli konularda çalıştık – fotoğraflar iade edilmesini sağladık… “Stefani” dedikleri düğün esnasında gelin ve güveyinin başına takılan çiçeklerle örülmüş taçların iade edilmesini sağladık… Bazı kitapların iade edilmesini sağladık… Yani Rumca kitaplar buldular, tuttular onları, sonra gerçek sahiplerini bulmaya çalıştık, bulduk, iade edilmelerini sağladık…

ÖCAL DALLI: Bende mesela bir kitap var, ben Ankara’da bir sahaftan satın aldıydım bu kitabı ama kitap buradan gitmedir oraya. 50’li yıllarda bir İngiliz fotoğraf sanatçısının Kıbrıs’la ilgili çektiği fotoğrafların bir albümüdür. Ve o kitabı, biri, birine bağışlamış.

Hediye etmiş da arkasında ismi yazar.

SORU: O ismin fotoğrafını çekip atarsanız bana, belki buluruz sahibini…

ÖCAL DALLI: Ya, ya… Ben Ankara’da sahaflarda bulup aldım. Kitap çok güzel yani… 50’li yılların Kıbrıs’ı… Hem Rum toplumunun, hem Türk toplumunun böyle tarihi binaları falan… Şimdi gidince eve bakacağım… Bakan buluruz sahibini da…

“GEÇMİŞİMİZİ BİLELİM...”

SORU: Çünkü küçük şeylerdir bunlar ama bir daha geri dönemeyeceğiniz o geçmişten hatıralardır bunlar ve çok değerlidir bu yüzden.

ÖCAL DALLI: İnsanlar geçmişini unutmadan ama yüzleşerek geleceğe emin adımlarla deriz ya, geçmişini bilmezsen, tarihini doğru bilmezsen… Bugün şunu gördüm ki ben hep örnek verirdim, 74 öncesi Kıbrıslıtürkler’e ait camileri inşa eden ustalar gayrımüslimlerdi, Ermeniler’di ama cami inşa ederlerdi.

SORU: Kıbrıslırum ustalar inşa ederdi genelde…

ÖCAL DALLI: Rumlar ve Ermeniler’di cami inşa edenler. Şimdi bakıyorum ki atalarımın dolabının üstüne ay-yıldızı işleyen da bir gayrımüslüm’di… Adam sanatını ortaya koydu. Diğer taraftan eski insanlar, “Marangoz” dedi ve adını yazdı bizim dolaba… Demek ki o dönem “Marangoz”, kullanılabilen bir ünvandı.

“DOLAPTA MARANGOZUN İSMİ VAR...”

SORU: Çünkü herkes mesleğine saygı duyardı ve severek yapardı…

ÖCAL DALLI: Siz yazdınız mesela, benim rahmetlik dedem “Sinekçi Halil”… Oydu, adamın işi oydu… Mesleği oydu…

Dolapta da Marangoz ve ismi var… O dönemin geçmişine dair… Bir gün görün siz da bu dolabı…

SORU: Kurulsun ve görelim dolabı… Çok teşekkürler röportaj için, çok sağolasınız…

ÖCAL DALLI: Ben teşekkür ederim…