Dalgalar yükseliyor, yüzme bilmiyorum.
Ben Halep’te doğdum. Annemi, kardeşlerimi bir patlamada kahvaltı masasında kaybettim. Günaydın dediğimiz bir sabah... Sahanda yumurta, çay ve sıcak ekmek kokusu ile kuşatılmış hayaller içindeydim o sabah. Küçük kardeşime çay koyarken yer sarsıldı. Bir uğultu, bir karanlık ve herşeyin sonu. Aniden sanki dev bir canavar gelmiş, beni avucunun içine almış, kulağıma eğilip Yasin Suresi’ni okumuş, sonra parmaklarıyla her bir damarımı ezmiş, kemiklerimi tek tek kırmış ve en sonunda o korkunç gazabından beni kurtararak salonda babamın fotoğrafının asılı olduğu duvara savurmuş. Ben ve ailem. Annem bir köşede boynu kırık, nefessiz kaldı. Kardeşlerimi toz duman dağları içerisinde aradım, katman katman taşlar arasında buldum. O günden sonra herşey değişti. Gözümü açtığımda babamın camlarla kesilmiş fotoğrafından geriye bana bakan gözleri kalmıştı. Geçen yıl iç savaşta sokak çatışmalarında öldü. Evin yakınlarında cesedini parçalanmış halde buldular. Onu en son sokakta, orada yatırken gördüm. Tanıyamadım.
Sonrasını tam olarak hatırlamıyorum. Uzun süre hastanede kaldım. Her tarafta çığlıkları duydum, eskiden mavi olan ve şimdi güneşin bile kaçtığı gri bulutlarla kaplı gökyüzünü gördüm, yağmaya devam eden bombaların seslerini duydum, nice çocuğun ekmek kokulu hayallerini çalan o dev canavaları düşündüm. Neden diye sordum. Yine neden diye sordum. Neden?
Yaklaşık iki yıl sonra birkaç şehir, bir sürü ölü insan, çokça yıkıntı gördükten sonra ailemden bana kalan anıları alıp bir yolculuğa çıktım. Amcam ve iki yeğenimin yardımıyla gitme vaktini beklemeye başladım. Şimdi başka limanlar arayacaktık, deniz fenerleri bulacaktık, yeni hayaller kuracaktık.
Günaydın. Az önce kahvaltı yaparken bir patlama oldu. Ailemin hepsi öldü. Durmadan kafamda dönüp dolaşan “o an” ile birlikte tekneye biniyorum.
Şimdi ise günaydın demeden önce çıkacaktık yola. Benimle birlikte onlarca çocuk vardı teknede. Anneleri ve babalarıyla birlikte olanlar da vardı. Benim gibi yetim kalanlar da. Karşı kıyıya gidecektik, sonra oradan başka karşı kıyılara, dünyanın öte ucuna, belki dibine, kaybolmaya veya kendimizi yeniden bulmaya.
***
O gün yakamoz ile tanıştım. Teknede çapanın atıldığını, çığlıkların yükseldiğini, herkesin birbirine sarıldığını, birkaç kişinin denize düştüğünü, uzaklarda yanan başka gemilerin ışıklarını gördüm.
“Umutların çarpması ve kalpteki yankı, tüm ülkeyi birleştiren bir bayrak üzerinde. Her gözün karanlığı yok mu ve her şehidin kanından gelen mürekkep?” *
Kafamda dönen ve dudaklarımdan dökülen sözleriyle ülkemden ve ailemden uzakta, bir teknenin içinde onlarca kişiyle birlikte karanlıklarda ışık arıyorum.
Yine o dev canavar geldi. Kulağıma bu defa en kısa surelerden, Kevser’i okudu, kurban olmak... Denizin üzeri kabardı, dalgalar ayaklarıma, sonra da yüzüme geldi. Elleri gördüm, dalgalar arasında kaybolan suretleri, ben alabora olan teknenin altında son nefesimi almaya çalışırken, yüzme bilmiyorum, ailemi özledim. Günaydın demeyi...
***
Yirmi sekiz kişi bulmuşlar. Kıyıya vuran cesetlerin sayısı. Sekizi çocuk. Tekne yükü taşıyamamış, can yelekleri azmış. Cankurtaranlar başka cesetler de bulmuşlar ve kayıp olanların sayısı bilinmiyor. Suriyeli mülteciler yine.
Gazeteler yazacak, televizyondaki spiker üzülecek, sonra sayfayı çevireceksin, başka habere geçeceksin, hayat senin için devam edecek. Birleşmiş Milletler verilerine göre her 1 dakikada 20 kişi mülteci oluyor. 2.Dünya Savaşı’ndan bugüne kadar yaşanan ikinci büyük mülteci dalgası. Savaş ve şiddet nedeniyle ülkesini bırakıp gitmek zorunda kalanların sayısı milyonlarca insan. Akdeniz ölüm denizi. Sadece 2017 yılında Akdeniz’de savaştan kaçtığı için boğularak yaşamını yitiren insanların sayısı üç bine yakın. 2018 yılında bu sayı Temmuz itibariyle bin beş yüze yakın. Bu bir insanlık dramı ve biz de Akdeniz’in ortasında gün be gün bu dramı yaşıyoruz.
Yasal boşluklarımız için çalışmalar var. Daha doğrusu insanlık boşluklarımız için. Yıllar önce olması gerekenleri bugün yapıyoruz. Yıllarca savaş nedeniyle acı çekmiş, yerinden yurdundan olmuş, göç yaşamış ve savaşın, düşmanlığın neler olduğunu deneyimlemiş bir toplum olarak Akdeniz’in dalgalarında son nefesini veren nice insana yardım edebilmenin yollarını bulmalıyız. Sivil toplumda bu konuda çalışan gönüllülere destek olmalıyız. Meclis’i hangi parti olursa olsun bu konuda atacağı doğru adımlar için desteklemeli, mahkemelerdeki yargılamada yaşanan sıkıntıların farkına varmalıyız.
Çünkü o çocuk ölmeseydi şu anda KKTC’ye yasal olmayan yollardan girdiği için tutuklanacak, adli yardım alamayacak, günlerce tutuklu kalacak, sonunda yargılanacak, ceza alacak ve nihayetinde sınırdışı edilecekti. Neden? Çünkü biz sadece kendine yasal olan ve uluslararası hukuku uygulamayı işine gelmediği için yerine getirmeyen bir düzende yaşıyoruz. Savaştan kaçan ve denizlerde can veren sığınmacılara en üst seviyede yasal sığınma koşullarının sağlanması için derhal harekete geçilmeli.
Çünkü insanlık böyledir: Dalgalar yükseldikçe, o elleri tutan birileri mutlaka olmalı.
Günaydın.
*Suriye Ulusal Marşı’nın sözleri