Türkiye’de darbe girişimi sonrası oluşan ve buralara kadar uzanan bir siyasi dalga var.
Bu dalga, Erdoğan’ın ‘tek adam’ rejimini kurup güçlendirmek için arkasına aldığı, aslında içselleştirmediği ama konjonktürel olarak sığınmak durumunda olduğu ‘miliyetçilik’le şekilleniyor.
AKP çizgisi Kemalizm’le hiç uzlaşmadı. Aksine Kemalizm’i ortadan kaldırmayı hedefliyordu.
Oysa Erdoğan’ın son Yenikap mitinginde dillendirdiği ‘Yeni Türkiye’ sloganının altında sıraladığı ‘tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek dil’ ilkeleri, 1920’lerde emperyalist güçlere karşı ‘ulusal kurtuluş savaşı’ veren Atatürk’ün çizdiği ‘ulus devlet’ modeline gönderme yapıyor.
Oysa Erdoğan’ın daha önceki birçok konuşmasında ‘tek din’ vurgusu vardı, ama şimdi gelinen aşamada söyleminden bunu çıkardı.
Zaten 15 Temmuz darbe girişiminin önemli sonuçlarından biri de bu: Türkiye’de İslami modelde bir yönetimi arzulayanlar, Fethullah Gülen’e dönük hezeyan nedeniyle bir adım geri çekildiler.
İşin özeti Türkiye ‘fabrika ayarları’na geri döndü.
***
Türkiye’de ‘fabrika ayarları’na geri dönülür ve ‘vatan-millet-bayrak’ devlet ideolojisinin merkezine oturtulurken, kuşkusuz bu her yere sirayet edecek.
Kıbrıs ve Kıbrıs sorunu dahil!..
Ankara’nın Kıbrıs’ta çözüm motivasyonunu yitirdiğini, müzakere sürecine destek verirken bunu ‘suçlu sandalyesine oturmamak’ için yaptığını, aslında Kıbrıs’ta hiçbir şekilde uzlaşı istemediğini, hatta –uyarına gelirse- adada bir ‘oldu-bitti’ yaratmayı bile düşünebileceğini 15 Temmuz’dan önce de yazmıştım.
Kuzey Kıbrıs’ta eski hükümete yapılan darbe, azınlıkla kurulan sağ hükümetin söylem ve icraatlarının yanı sıra, Ankara’nın gerek iç, gerek dış konjontürel sebeplerden dolayı Kıbrıs’ta çözüm şöyle dursun, burada ipleri çok daha sıkı ele geçirmek istediği her halinden anlaşılıyordu.
Bu süreç hız kesmedi, aksine hızlandı. Koordinasyon Ofisi ısrarı bunun en sıcak örneği zaten…
***
Cumhurbaşkanı Akıncı’nın son günlerde yaptığı çıkışlar, Türkiye’de ve burada medya vasıtasıyla denenen algı operasyonlarından ve Rum liderliğinden verilen mesajlar, kritik bir eşikte olduğumuz izlenimi veriyor.
Müzakere masasında bazı önemli ilerlemeler olduğu belli… Lakin ‘belirleyici’ o masa değil!
Rum Dışişleri Bakanı Kasulides’in ‘garantiler’ konusunda söylediklerinde çok net bir nokta var. Diyor ki Kasulides “Eğer Kıbrıs müzakereleri başarısız olursa, bundan güvenlik konusunda çağdışı çözümlerde ısrar eden Türkiye sorumlu olacak…”
Anadolu Ajansı’nın servis ettiği, Soyalp Tamçelik’e atfedilen görüşlerle alt alta koyduğunuz zaman vaziyet şöyle görünüyor: Türkiye garantiler ve güvenlik konularında sorun yaratma niyetinde…
Müzakerelerde pazarlık için bir konu uzun uzadıya tartışılabilinir, hatta krize de oynanır, ama sanırım şu anki tablo böyle değil.
Başbakan Özgürgün’ün “Güzelyurt asla verilmez” sözlerini de hatırlayınca, sanki müzakere masasında oturan Kıbrıslı Türk lidere ve ekibine bir Ankara’dam, bir Lefkoşa’dan sürekli ‘bayda’ atılmak isteniyormuş gibi bir hisse kapılıyor insan.
İşin özeti şu: Şahinler ayakta!..
Ona göre…