Bir arazide kör bir hayvan bile burnuyla, koku duyusuyla yönünü bulabilirken evrenin en mükemmel canlısı insan, düşünce gücüyle neden yalnız? Yönünü bulamamanın verdiği telaş içinde günümüz insanı. Savrulup durmak içten bile değil rüzgâr ne yöne eserse!
Bazen bir sergiyi gezerken binlerce gözün, imgenin bizi izlediğini düşünürüm.
İzlerken izlenmek; korkuya gark ediyor bedeni, boğulmak, çıkamamak, imgelerin neyi, nasıl düşündüğüyle tek başınalığına bir seyir defteri açıyor insan.
İzlenme duygusunu bir sergide ben de yaşamıştım. Onca resmin, seramiğin, çizimin arasından tek gözlü Margo saatlerce izlemişti, her adımımı sessizliğinde renklerinin, mırıldanmadan. Mırıldanmayan kedi olur mu?
Hele de şefkat dolu bir el başını okşarken veya sıcaklığında bir sobanın kendi dünyasına çekilmişken!
Onun zamanında kim bilebilirdi bugün insanların içinde yaşadığı yalnızlığı?
Onun denildiğinde sözün gelişinde bir Cihat Burak’a bir de kedi Margo’ya takıldı düşlerin balık ağı!
Durmadan, dinlenmeden çizen, en yakın dostu Ara Güler’le boğaza karşı bir dilim beyaz peynirle rakısını yudumlayan Cihat Burak mıydı, izleyen? Yoksa sokağın onlarca kedisiyle rakı sofrasından payına düşen bir balık kemiğini diğerlerinden kapabilmek uğruna gözünü kavgada kaybeden Margo’nun gözleri miydi her an omuz hizamdan soluk almadan, bakıp duran?
“Bazen yaşamı görebilmek için tek bir göz de yeter!” diyebilmeyi becerebilenlerden misiniz? Belki de yaşam gardırobunun kapısı kendiliğinden açıldığında orada bulunma meselesinden ibarettir yaşama dair ne varsa!
Ne dersiniz?
Kim bilebilir bugünün insanının yalnızlığını?
Margo görebiliyordu tek gözüyle insanoğlunun iki gözünde yalnızlığını!
Her gün dünyaya ilişkin gövdesiz ve sahte imgeler ağı tarafından yeniden onaylanan bir yalnızlık.
Sahtelik bir hata mı?
Sahtelik bir hata değil!
Maddi kar peşinde koşmak olarak eşitlersek sahte imgeler ağını, hata masumdur!
Tek kurtuluş gibi görünen sahteliklerin, maskelerin ardında olabildiğince koşmak, nefes nefese, önüne kim çıkarsa ezerek, devirerek, nereye bastığını bilmemekle eşdeğer!
Ne zaman Cihat Burak sözü geçse ve bir sergi söz konusu olsa Margo’yu arar gözlerim. Toplumsal çelişkileri, yozlaşan değerleri eleştirel ve ironik bir yaklaşımla yorumladığı fantastik resimleriyle bilinir Burak.
Bir hikâye vardır sanatçıyla ilgili: İstanbul Yapı-Endüstri Merkezi’nde açılan sergisi sırasında Sezer Tansuğ sanatçıya rastlar. Tam kendi resminin önünde durmuş öylece bakmaktadır, Burak. Tansuğ sorar: “Usta hangisi senin resmin?” Gösterir ve kötü kötü bakar Tansuğ’un yüzüne. “Niye darıldı acaba!” diye düşünedursun Tansuğ. Eğer bir bakışta onun resmini bilecek olsak o olmazdı ki resim! Çünkü bir bakışta görülecek, bir bakışta ele geçecek adam değildir ki o! Ona bakmalı, bakmalı ve yine bakmalı, ancak ondan sonra bir Cihat Burak resmi karşısında olduğunu bilebilir insan. Görmeli. Duyumsamalı. Kendini bulmalı. Ve sonra da dönüp sahte imge cennetini yurt edinen kim varsa “insan skalası” içinde Cihat Burak’ın gözüyle bakıp katılasıya gülmeli akvaryumun içindeki balık sürülerinin aynı güzergâhtan hiç sapmadan birbirlerine bakarak, toslaşarak “ezber” geçit törenlerine!
Balıkların tümünün sahipsizliğini düşünürüm kurgulanan akvaryumun sahte otları arasına kaçışan görüntülerin gölgelerinde…
Onların tümünün sahipsizliği!
Sahipsiz toplumda bir yer edinme kaygısının o büyük dümen suyuna ferd oyunu sökmez! Bunu iyi biliyor muyuz?
İstedim ki düşüncelerimi, meslek terminolojisiyle harmanlayarak görüntü kirliliği içinde bulanıkken bedenler ve beyinler sanat gözünden bakabilmek, odaklanabilmek yaşamın kargaşasına gücüm yettiğince!
İronik bir dille!
Dünya sadece dağdan, taştan, havadan ve sudan oluşan bir dünya değil!
Görüntüler cenneti…
Mağara resimlerini yapan ilk insanın inanca dayalı imgeleri, sağa sola savrulmuş zaman dizini içinde… Çekip çıkarmak gerek imgeleri ait olmadıkları zamandan ve yalnızlıklarından… Ama kitle iletişim araçlarının gücü bazen insan gücünün önüne geçebiliyor.
Hatta geçti bile!
Bununla beslenen görüntü cennetinin içinde ne varsa insanı bir bombardımana tutmuş durumda; hangi yaşta hangi statüde; nerede olursanız olun! Görüntülerin etkisinde kurgulanmakta yaşamlar, hayatın ne zaman, nerede ve nasıl devam edebileceğine karar verilmekte, hatta tüm bunların etkisinde seçiliyor arkadaşlar, dostlar, eşler… Sanata da etki etmiş durumda kitle iletişim araçlarının yansıttığı ne varsa; artık “güzellik” olgusunun tanımı buna göre yapılmakta! Yüksek sanat-popüler kültür tartışmaları her geçen gün biraz daha tırmanıp bizleri etkisiyle şaşırtmakta, değerleri alt üst eden bir elekte eleyip alta kalanlar üstte çıkanlar olarak sınıflandırmanın sınır ötesinde kurguluyoruz yaşama dair ne varsa!
Böylesi bir şamata bana çok eğlenceli geliyor.
Tuhaf satıcılar diyarı!
Görünüşler ve görüntülerin pazarlamacıları!
Ne çok var etrafımızda farkında mısınız?
Görünüş ve görüntülerin pazarlandığı bir görüntü kirliliği!
Bazen rüyalarımda ben de tuhaf bir satıcı kimliğiyle boğuşuyorum.
Ama bir fark var gerçekle benim rüyam arasında…
Rüyada bir sır keşfediyorum. Kendi başıma.
Kimseye ihtiyaç duymadan, yardım almadan.
Koskoca bir ovanın ortasında tek başınalığıyla mutlu bir harnup ağacı! Dalları arasında geziyorum veya uçuyorum.
Hep badem ağaçlarının ve narenciye bahçelerinin rengini, kokusunu anlatırız bahar aylarında…
Harnuplar ne zaman çiçek açar bilir misiniz?
Bir ağacın dalları arasında dolaşmak rüya vakti geldiğinde…
Onu istediğim gibi düzenlemek, eklemek çıkarmak dallarını, yapraklarını hatta renklerine ışığı yansıtmak, karanlığı saçmak dalları arasına…
Daha iyi, onu daha güzel ve uyumlu yapmak anlamına mı geliyor tüm bunlar?
Hayır!
Daha kendisi yapmak!
Yaşamlarımızı daha da kendisi yapmak için rüya haznemiz yeterince dolmadı mı?
Yoksa siz de uyandığında neyi nasıl yaptığı bir yana, rüyalarını bile hatırlamayanlardan mısınız?
Son söz: Pek azımız akislerimizden kaçıp kaybettiklerimizi düşünmek için çölde kaybolmayı göze alırız.