Serkan SOYALAN
Hatay’ı ziyaret edip de Saint Pierre Kilisesi ve Habib-i Neccar Camii’yi de ziyaret etmemek olmazdı.
Biz de Hatay, Antakya turumuzda bir günümüzü Saint Pierre’in, bir günümüzü de Habib-i Neccar’ın izlerini sürerek geçirdik.
Şimdi Hatay’da bu iki ismi buluşturan hikâyeye bakalım…
Hristiyanlığın yayıldığı yer
Saint Pierre Kilisesi, Antakya-Reyhanlı yolu üzerinde bulunan Habib-i Neccar Dağı yakınında Stauris Dağı’nın batısında yer almaktadır.
Hristiyanlığın ilk kilisesi olarak tarihteki yerini alan bu tarihi kilise, doğal bir mağaranın içerisine kurulmuş, Hz. İsa’nın on iki havarisinden biri olan Aziz Petrus’un ilk vaazını verdiği yer olduğuna inanılan ve Aziz Petrus’u dinleyen cemaatin ilk kez ‘Hristiyan’ adını aldığı yer olduğuna da inanılan yerdir.
İşte bu nedenle Saint Pierre Kilisesi, Hristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinir.
13 metre derinliğinde, 9.5 metre genişliğinde ve 7 metre yüksekliğindeki mağara, Hristiyanlığın Roma Devleti tarafından resmi dil olarak kabul edilmesinden sonra, yapılan eklemelerle, gotik tarzda bir kilise şekline dönüştürülmüştür.
Burasının bir diğer özelliği de, Aziz Petrus’un ilk Papa olarak kabul edilmesiyle Katolik inancının dünyaya yayıldığı yer olarak da anılmaktadır.
Dağdan gelen kutsal su
Bugün mağarayı ziyaret ettiğimizde, tabanında M.S. 4 ve 5’inci yüzyıllara ait mozaik kalıntılarını da görmekteyiz. Ayrıca 1932 yılında yerleştirilmiş niş içinde mermerden küçük St. Pierre heykeli, dağın içinden gelen ve kutsal sayılan su, olası saldırılar anında cemaatin gizlice kaçmasına yarayan bir de tünel bulunmaktadır.
Kayalardan sızarak toplanan su vaftiz için kullanılmıştır. Hatta sonrasında kiliseyi ziyaret eden Hataylılar, suyu şifalı olarak kabul edip içmişler, hastalarına da alıp şifa niyetine götürmüşlerdi.
Burası 1983 yılında Papa VI. Paul tarafından Hristiyanlar için Haç yeri ilan edilmiştir.
Her yılın 29 Haziran’ında Katolik Kilisesi tarafından burada bir de ayin düzenlenir.
İncil’de de vurgu yapılıyor
İncil’in ‘Resullerin İşleri’ bölümünde Aziz Barnabas’ın Tarsus’a giderek Pavlus’u Antakya’ya getirdiği ve bir yıl birlikte çalışarak Hristiyanlığı yaydıkları bilinmektedir. Yine Pavlus’un Galatyalılara yazdığı mektupta Antakya’ya gelen Petrus ile Hristiyanlığın o günkü durumunu tartıştığını belirtmektedir.
Hristiyan geleneği Petrus’u Antakya Kilisesi’nin kurucusu ve burada oluşan Hristiyan topluluğunun ilk başpapazı olarak da kabul etmiştir.
1098 yılında Antakya’yı ele geçiren Haçlılar, kiliseyi birkaç metre daha uzatıp iki kemerle ön cepheye bağlamışlardır. Bu cephe 1863 yılında, Papa IX. Pius’un isteğiyle restore işlerine girişen Kapuçin rahipleri tarafından yeniden yapılmıştır. Restorasyona III. Napolyon da katkıda bulunmuştur.
Kilisenin bahçesi yüzyıllarca mezarlık olarak kullanıldı. Kilisenin iç kısmında da mezarlar bulunmaktadır.
Habib-i Neccar
Şimdi de Saint Pierre Kilisesi’nden Habib-i Neccar’a bakalım…
Saint Pierre Kilisesi, nasıl ki Hristiyanlığın ilk kilisesi olarak kayıtlara geçmiştir, Habib-i Neccar Camii de Anadolu’da kurulmuş olan ilk cami olarak bilinir.
Müslümanların önemli isimlerinden biri olan Habib-i Neccar’a, Kur’an-ı Kerim’de Yasin Suresi’nde yer verildiğine inanılıyor. O yüzden Müslümanlar açısından çok değerli bir yerde bu camii.
Sadece Müslümanlar için değil, Hristiyanlar için de bu caminin önemi çok büyük.
Hz. İsa’nın peygamberliği döneminde halkı putperest olan Antakya’nın tevhid dinini anlatmak için görevlendirilen Yahya, Yunus ve Şem-un Sefa’nın ya da diğer isimleriyle Yuhanna, Pavlus ve Petrus’un mezarları da bu camiinin içindedir.
İşte bu özellikleriyle Habib-i Neccar Camii, hoşgörünün, kardeşliğin merkezi, şehrin gözbebeğidir.
Geçimini marangozlukla sağlıyordu
Peki kimdi bu Habib-i Neccar?
Habib-i Neccar geçimini marangozlukla sağlayan bir Antakyalıdır. Zaten ‘neccar’ da Arapça’da ‘marangoz’ demek. Cüzzamlı bir oğlu olduğu için de yaşamını dağda bir mağarada sürdürmektedir.
Hz. İsa’nın havarileri olan Yahya ve Yunus Antakya’ya görevlendirilir ve dağları aşıp da şehre girince ilkin Habib-i Neccar ile karşılaşırlar.
Habib-i Neccar şehre yabancı olan bu iki elçiyi görür ve kim olduklarını sorar. Onlar da Hz. İsa’nın elçileri olduklarını söylerler. Habib-i Neccar inanmaz ve kendilerinden elçi olduklarını ispatlamalarını isterler. Onlar da der ki: “Allah’ın izniyle hastalıklara şifa veririz.”
Cüzzamlı oğlu onların elinden şifa bulunca Habib-i Neccar iman eder elçilerin dinine.
Şem-un Sefa’nın da gelişi
Sonra da elçiler şehre inip, halkı bu dine davet eder, fakat çabaları sonuçsuz kalır.
Hastalıklara şifa verdiklerini söyleyen bu iki elçiyi, şehrin hükümdarı zindana attırır.
Uzun süre kendilerinden haber gelmeyince üçüncü elçi olan Şem-un Sefa da Antakya'ya gönderilir.
Kimliğini gizleyerek, kralın sarayına girer Şem-un Sefa ve kralla dost olup, güvenini kazanır. Amacı kendisinden önce gönderilen iki elçiyi kurtarmaktır.
Krala kendisinden önce şehre gelerek hastalara şifa verdiklerini iddia eden iki kişiyi imtihan etmek istediğini söyler.
Kral bu eğlenceli oyunu kabul eder ve elçileri çağırtır. Arkadaş oldukları halde birbirlerini tanımamazlıktan gelirler.
Kralın huzurunda sınav
Şem-un Sefa arkadaşlarına: “Nereden gelip nereye gidersiniz, sizi kim gönderdi?” diye sorar. Elçiler kendilerini İsa peygamberin gönderdiğini, hak olan tevhîd dinini davete geldiklerini söylerler.
Bunun üzerine Şem-un Sefa da “madem sizi bir peygamber gönderdi, elinizde bir delil olmalı” der. Hastalıklara şifa verdiklerini söyleyen elçiler ölüleri de diriltebildiklerini söylerler.
Saray’da henüz yeni vefat eden birini elçilerin huzuruna getirirler ve diriltmelerini isterler; onlar da diriltirler.
Dirilen kişi dirilir dirilmez, “Ey Antakya halkı, siz de öldükten sonra benim gördüğüm azabı görmek istemiyorsanız beni kurtaran bu üç kişiye uyun” der ve bu esnada Şem-un Sefa'nın da kim olduğu ortaya çıkar.
Kral şaşkın şaşkın sorar: “Şem-un Sefa, sen de mi onlardansın?”
Bozuntuya vermez Şem-un Sefa, krala dönüp, “Kralım, bu elçiler olağanüstü bir hâl gösterdi. Putlarına söyle, onlar da marifetlerini göstersinler” der.
Habib-i Neccar’ın öldürülmesi
Kralın da bu olaydan sonra iman ettiği bilinir, rivayetler bu yöndedir. Fakat halkı, davete icabet etmez, aksine inkâr yoluna giderler. Büyü yapmakla suçlarlar elçileri.
Atalarının dininden vazgeçmeyen halk elçileri taşa tutar.
Bunu duyan Habib-i Neccar koşarak şehre iner ve halkına şöyle der: “Ey kavmim, sizden hiçbir karşılık beklemeyen bu kimselere uyun. Onlar doğru yola ermiş olanlardandır.” Halk, elçilerin getirdiği dine inandığı, atalarının dinine ihanet ettiği gerekçesiyle Habib-i Neccar'ı da taşlayarak öldürür.
Başka bir rivayette de Habib-i Neccar'ın öldürülmesi dağda gerçekleşir. Öfkeli halk, Habib-i Neccar'ın başını gövdesinden ayırır ve şehrin doğusundaki dağdan yuvarlanan başı bugün caminin bulunduğu yere kadar gelir.
Hatta camide yer alan Habib-i Neccar Ziyaretgâhı'nda sadece başının bulunduğu, gövdesinin de dağda olduğu söylenir.
Camiden kiliseye, kiliseden camiye
636 yılında Hz. Ömer döneminde Antakya, Ebu Ubeyde Bin Cerrah komutasındaki İslam ordusu tarafından fethedilmiş ve fethin sembolü olarak da Habib-i Neccar Camii inşa edilmiş. Camii, Bizans'ın işgaliyle kiliseye çevrilmiş, Müslümanların şehri geri almasıyla tekrar cami olarak ibadete açılmışsa da bu durum bir kaç kez böyle devam etmiş; şehir bir Müslümanların eline geçmiş, bir gayrimüslimlerin; Habib-i Neccar ise bir cami olmuş, bir kilise...
St. Pierre Kilisesi, her yıl binlerce turisti ağırlıyor
St. Pierre Kilisesi zeminindeki tarihi mozaikler