Melissa Melodias
melimelodias@hotmail.com
Şairler bizi izlerler. Bazen gönül gözüyle görenlerin niteliğini ödünç verdiğimiz şairlerin, bizim ve paylaştığımız bu dünyanın üstünde gözleri vardır. 1975 yılında Pasolini “hiçbir şey sizi bir film yapmak kadar nesneleri seyretmeye zorlamaz” diye yazdı. Hiç şüphesiz ki, bizi izleyerek, bizim izlememizi sağlayan onun bu çift görüşlü şairlik mesleği burada başlamaktadır.
O zaman şairin filmlerinde bize gösterdiği şey, kör olmayı bırakmamız ve gerçeklerle yüzleşmeyi reddetmek yerine mücadele etmek midir? Kendi görüntümüzle yüzleşmemiz için Pasolini bizlere bir hikâye anlatmaktadır. Babasının katili ve annesinin sevgilisi olan, ağırlığını kaldıramadığı günahlarından kurtulmak için gözlerini kör eden ve ülkeyi terk eden Kral Oedipe’in trajik hikâyesidir bu.
Pasolini, bugün bize çok uzak gözükebilen bu Yunan antik mitolojisini, 1967 yılında sinemaya tüm evrenselliği ile yeniden uyarladı. Öyküsünü 1920'lerin faşist İtalya'sında açarak 1960 yıllarının sonlarında tekrar kapatmadan önce onu belirsiz ve eski bir çağda devam ettirerek zamansallık çeşitliliği işlemektedir. Bu durumda efsane tarihten bağımsızdır, tarih dışıdır denilebilir. Ayrıca coğrafi bir yer de yoktur, çünkü şarkılar, kostümler ve binalar farklı geleneklerin, farklı kültürlerin bir karışımına uygun gelmektedir. Efsane ne Yunan hatta ne de Avrupalıdır. O hümanisttir. Efsane dünyanın kutsallığını hatırlatır ve Pasolini'nin eserine rehberlik eden ve onu ana teorilerinden birine götüren bu ilkedir: Sinema gerçekliğin yazılı dilidir.
Şair, gerçekliğin bir dil olduğu ve sinemanın bu dilin, yazıtın kaydı olduğu fikrini geliştirmiştir. Çünkü onun için gerçek, çok şekillilik anlamına gelmektedir. Saçımın uzunluğu benimle ve dünyayla ilgili bir şeyler söylüyor. Bir bayrağın rengi bir şeyler söylüyor. Bir annenin çocuğuna yönelik hareketi bir şey söylüyor. Dünyayı oluşturan her şey bir anlam ifade ediyor. Ve ben bir kamerayla, dünyanın bir hareketinin söylediklerini filme çekebilir ve filme yazabilirim ve onu banda kaydedebilirim. O halde sinema gerçeği yazmaktadır. Pasolini'yi film yapmaya iten vizyonunu korumak istediği ve gördüğü dünyaya olan aşkıydı. Filmlerinin örnek alınması, gerçekliğe olan tapınakçılığındandır. Böylelikle, eserlerini karakterize eden “üslupsal magma” yı yaratmak için bir araya getirmeden önce seçtiği gerçeklik unsurlarını toplar. Üslubu izole ve birleştiricidir. Kral Oedipe için Pasolini dindarlıkla damgalanmış bir dönemin gerçekliğini yeniden yazmak için köylü sınıfının gerçekliğini ele alır. Oyuncular, modern dünya tarafından marjinalleştirilen eskil bir kültürün son tanıkları olan insanlardan gelmektedir. Işıltısı klasik dünyanın ortadan kalkmasıyla kararacak ve efsanenin kutsal gücünü anlatabilecek bu canlılığı yayarlar.
Trajedinin kökeninde özne ile onun bilinci arasındaki çatışma bulunmaktadır. Oedipe önce ailesi olduğuna inandığı kişilerden kaçarak delfi kâhininin kehanetini reddeder. Kaderinden kaçabileceğini düşünür. Sonra dilenci kâhin Tiresias tarafından öngörülen gerçeği reddeder. “İçindeki kötülüğü göremezsin” ; "Bakıyorsun, ama içinde bulunduğun utancı ve kötülüğü görmüyorsun". Gerçekler ortaya çıkmadıkça, kötülük ülkeyi yıldırmaya devam eder. Pasolini, asıl olan bilgi günahını masumiyet suçluluğuna doğru çevirir. Oedipe’in suçu “kendi içindeki tabiatı” tanımak istememesidir. Kendine acı veren ve kendini sorumlu kıldığı kötülüğü görmek yerine gözlerini oymayı tercih ediyor. Aynı şekilde ölürken ona “beni attığın uçurum kendi içinde” diyen Sphinx’i gönderdiği hiçliğin içinde kaybolur. Oedipe’in kendi halinin gerçekliğini gösteren yansımasını kabul etmediği bu aynada Pasolini seyre dalıyor. Kral Oedipe şairin filmlerinin en otobiyografik olanıdır. Filmin ilk bölümünde görülen aile Pasolini'ninin ailesinden başkası değildir: asker babası, burjuva kökenleri, annesine duyduğu sonsuz sevgisi… Kendi hikâyesine yapılan çok sayıda atıflar görülmektedir. En derin varlığının gerçeğiyle yüzleşerek, görüşünü kaybetme noktasına kadar kendini arındırır ve böylece kahramanlığa erişir. Yol boyunca devrim şarkıları söyleyecek ve böylece aslını bulacak olan, geçmişinden kurtulan kör dilenci şairin doğuşu böyledir. Sinemanın kökeni ve kendi orijini (filmin en sonunda görülen işçilerin fabrika çıkışı bize sinema tarihinin ilk resmi filmi olan Lyon'daki ünlü Lumière Fabrikaları Çıkışı’nı hatırlatıyor), filmin başında bize hikâyesini anlattığı küçük çocuğun kökenidir. Oedipus-Pasolini çocukluğunun olduğu yerlere, yaşamın başladığı ve durduğu uçurumun kenarlarına gider. Onu delip geçen boşluk aslında döndüğü cennetten ışık saçan bir bahçedir.
Oedipe neden suçlu? Cehaleti masumiyetin bir teminatı olarak değerlendirilemez mi? Pythia'nın kehanetini olabildiğince önlemeye çalıştığını söyleyen hayatını belirleyen dehşetten neden sorumlu olacaktır?
Hayatının son yılında yazılan ve "Mutsuz Gençlik" başlıklı bir metinde (bugün Lutheran Mektuplarında yayınlandı), Pasolini "Oğulların babalarının kusurlarını ödeyeceklerinin önceden belirlenmesi" olarak tanımladığı "Yunan trajik tiyatrosunun en gizemli temalarından birine" dönüyor. Modern okuyucu için, en iyi ve en dindar oğullarının kaçınılmaz olarak özne oldukları bu suçluluk irsiyedi korkunç bir haksızlık olarak görünmektedir. Yine de Pasolini, bu inanç hakkında bir şeyi kabul etmemiz gerektiğini söylüyor. Eğer oğulların masumiyeti suçlanmadıkları bir hata için, bir dereceye kadar kabul edilebilirse, bizim üzerimize düşen sorumluluğun bir kısmını unutmamız mümkün değildir. Çünkü oğullar kendilerini babalarının suçlarından kurtarmazlarsa, suç paylaşılır. Oğulların bu suçluluk duygusunun en belirgin işareti, talihsizlikleri hakkında yaptıkları gözlemlerdir. Gerçekten de veba salgını biçiminde Thebes'in üstüne çöreklenen felaket, Oedipus'un göz ardı edilen suçluluk duygusunun ilk işaretidir. Aynayı biraz daha ileriye 45 yıl sonraya götürürsek, 2019 gençliğine, mutlu olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Pasolini'nin, Oedipus'un kör imajını, 1960'ların sonunda kendi yansımasını geri vermek için İtalya'ya çevirmesi gibi. Bugün hala gördüğümüz bu kör gözler bize zamanımız hakkında ne söylüyor?
Mutsuz gençlik, Pasolini'nin ait olduğu İtalyan soluna yönelik bir eleştirisidir. Bu dünyanın en büyük kötülüğünün yoksulluk olduğuna ve bu nedenle, fakir sınıfın kültürünün yerini egemen sınıfın kültürü alması gerektiğine "içtenlikle veya içgüdüsel olarak" inandığına dair yaygın yanılgıyı kabul etmektedir. Böylece, yıllarca genel rahatlık için yoksullukla mücadele adına, tarihsel faşizminkinden daha büyük bir kötülüğün hâkimiyetini kabul ettik. Daha büyük bir kötülük olmasının sebebi bu kötülüğe direniş göstermeden teslim olmamızdır. Tarihte, bu direnmeme durumunu tarihsel faşizm bile sağlayamamıştır. Oğullara gelince, onları sahte bir özgürlüğü, sunulmuş bir özgürlüğü ve onlara bir hediye verenlerin kodlama çerçevesiyle sınırlı bir özgürlüğü kabul etmekle suçlarlar. Böylece, yüzünü gizleyen bu ‘’resimlik özgürlükle’’ yoğrulmuşların, daha eğitimli ve daha duyarlı olmaları için ne yapılabilir? Modern toplumun ve onun ticari yasalarının genişlemesi, hala, normatif kodlamalardan arınmış olan kutsal ve bu otantik güzellik hakkındaki akut farkındalığın yer aldığı köylü sınıfı kültürünün kademeli olarak imhasıyla el ele gitmiştir. Pasolini, bu halk kültürünün var olma hakkını savunmaktadır, bu özel kültürün özel varoluş tarzı ve aynı zamanda estetiğidir, kısacası, “görünme” tarzı, onun için dünyanın baskılandığı kutsallıktan ayrışamaz. Ve “solcu aydınların en tipik ortak noktalarından biri hayatı sahtekârlaştırmak ve meşrulaştırmak isteğidir”. Pasolini'nin gözlerinin, bu kutsalı kaydetmesini, izini sürmesini ve göremeyenleri görmesini sağlaması için ona olanak sağlayan makinenin gözlerine eşlik etmesine yol açan şey onun gerçekliğin kutsallığına olan inancıdır.
Hayali bir ergen olan Gennariello’ya hitaben yazılan pedagojik küçük bir inceleme olan Lutherci Mektuplar’ın sonunda, Pasolini ona mutlu olmasını tavsiye eder ve “gözlerin gülsün yeter” diyerek uyarısı tamamlar. Oedipe’sun bakış açısını sonuçlandırmak için, 1963 tarihli bir sinematik şiir olan La Rabbia'dan bu alıntıyla bitireceğim:
Eğer bağırmazsak “Yaşasın Özgürlük!” diye” tevazu ile
Gerçekten “Yaşasın Özgürlük!” diye bağırmayız
Eğer bağırmazsak “Yaşasın Özgürlük!” diye” gülerek
Gerçekten “Yaşasın Özgürlük!” diye bağırmayız
Eğer bağırmazsak “Yaşasın Özgürlük!” diye” aşk ile
Gerçekten “Yaşasın Özgürlük!” diye bağırmayız
Siz, oğulların oğulları,
Hor görüyle, öfkeyle, nefretle,
“Yaşasın Özgürlük” diye bağırıyorsunuz,
O zaman gerçekten “Yaşasın Özgürlük!” diye bağırmıyorsunuz
Şunu biliniz ki oğulların oğulları,
Siz hor görüyle, öfkeyle, nefretle,
“Yaşasın Özgürlük” diye bağırıyorsunuz.
Fransızcadan çeviren: Beste Tokatlıoğlu