‘Salıncak’ bir imge değil sadece bir yürek....
Göğe doğru büyüyen bir vicdan borcum vardı ve yazmak dışında elimden ne gelirdi?
Bir ‘yarılma’ öyküsüydü bizimkisi...
* * *
Oyuncağımız yoktu. Yokluk zamanları. Kendimiz yapardık oyuncaklarımızı.
Oyuncağımız yoksa da sokaklarımız vardı. Sokaklar çocuktu...
* * *
Çocuklarını yitirdi o sokaklar. Çatışmalarda, savaşlarda, göçlerde; isimlerini yitirdi, kimliklerini. Çocuklarını arayan sokaklar var şimdi. Anılarını arayan sokaklar... Berberini, kahvecisini, çörekçisini, helvacısını arayan... Kokusunu, kimliğini, belleğini... İskemlelerini, kapı önü muhabbetlerini, mis kokan teneke saksılarını, çalgısını, tınısını...
* * *
Sokaklar yarıldı, ayrıştı, küflendi, çürüdü, dilsizleşti. Şimdi birbirinden renkli oyuncaklar var; oyuncakların çocuklarını yitirdiği sokaklar... Seslerin insanlarını, yaşların gözlerini, gülüşlerin dudaklarını, sözlerin ağızlarını yitirdiği... Yurtsuz, kimliksiz, yaralı...
* * *
Şimdi o sokaklarda birbirinin geçmişini bilmeyen, birbirini tanımayan insanlar var. Ötekinin acısını umursamayan, ne oldum delisi, birbirini ezerek koşuşan insanlar... Şimdi vicdanını yitirmiş, kurtarıcısından kurtulmaya can atan sokaklar var!
* * *
Şimdi...
Savaş mağduru kentlerin enkazı içinde yarım kalmış merdivenler gibiyiz. Basamaklar boşluğa çıkıyor. Gidecek yerimiz yok. Bir ülkemiz var, bir ülkemiz yok. Coğrafya ve tarih bunu hazmetmiyor. Her yer, hiçbir yere dönüşüyor giderek.
* * *
“Salıncak” çocuklar sokaklarını yitirmesin diye yazıldı... Ya da sokaklar çocuklarını... Bir yurt, göğün göğsünde yurtsuzluk büyütmesin diye...
——-
*( Kitabımızı çarşamba akşamı, Lefkoşa Gençlik Merkezi Birliği’nde, saat 20:00’de imzalıyoruz, maskelerimiz ve sosyal mesafemizle...)
——-