“Bir tekini dahi görmek istemiyorum, ikrahlık geldi” derdi babam!
“Yapma be baba” derdim.
“Vallaha” derdi…
Nedense “vallahi” yerine, kelamı böyle tekerlerdi.
* * *
O yusufçukların altında uçsuz bir suskunluk var şimdi.
Bir “sessizlik” dudaklarını arar, bir “buğu” gözlerini…
Peşkiri var, dizleri yok...
O küçük hasır iskemlesi var, badi parmakları yok...
O sıcacık gülüşünü kaptırmış rüzgara...
* * *
“Ölüm büyük,
biz onunuz,
gülen ağızlarımızla” der şair…
* * *
“Yeter ki evlatlar atalarını toprağa versinler, sıra şaşmasın” der içimdeki teselli…
Der de yetmez.
* * *
Dünyanın adaleti olsaydı eğer “pis” insanların damarları tıkanırdı.
Kalbi pis insanların…
Sözü, duruşu, niyeti, yüreği pis!
* * *
O durumda “inançları” yeniden sorgulayabilirdim.
Eğer “kalp damarları”nı tıkayan ne varsa, bir insanın hayatındaki “kir”e dair olsa…
* * *
En temiz kalplere kan ulaşmıyor bazen…
Bir illet geliyor, en güzel insanların düşünü kopartıyor...
* * *
Şimdi göğsüme alıyorum, haziran sonu güneşini…
Yakıcı!
Yasemin boy vermiş mezar taşının dibinde...
Gül ağacı irermiş...
Ve toprak suskun, taş bilmiyor gölgesini...
* * *
Sana kucak dolusu deniz kenarları biriktirdim baba…
Şimdi oralara gitmenin zamanıdır…
Ve eğer bakabiliyorsan dört bir yanına...
Neredeyse hepsi, en fazla görmek istediğin insanlardır.