Anber Onar
Bu metin, sanat ve kültür politikalarında “kültürel çeşitlilik” kavramı adına, sanat ve kültür politikalarında oluşturulan gündem ve arkasında getirdikleri ile ilgidir.
Bu konuyu açabilmek için sormak/sorgulamak istediklerime gelirken, altı yıldır yönettiğimiz Sidestreets projesi ile ilgili bir deneyimi anlatmakta yarar görüyorum. Sidetreets tamamıyla bağımsız bir kültür ve eğitim insiyatifi olarak kendini var ederken, eğitimin yanında, yüzlerce sanat/kültür programlarını; seminerler,sergiler, film gösterimleri, atölye çalışmaları, konuk sanatçı/akademisyen, kapsamı öngörülerek düzenlemiştir. Bunların çoğunun temelinde bir izleyici oluşturmaya, farkındalık yaratmaya, nitelikli projeler üretmeye yönelik kaygularımız olmuştur. Çoğu kez Kıbrıs kaynaklı, veya Kıbrıs’la ilgili konuların irdelenmesi yanında, biçimsel olarak, eleştirel ve global kültürel kaygıları içeren, dönüştürme, sorgulama özelliklerine vurgu yapabilmeleri dikkat çekmiştir.
Bir örnek olarak, birkaç yıl önce, sonucunda bir kitaba, seminerler dizisine ve sergilere dönüşen bir aştırma projesinden bahsetmek istiyorum. Bu proje; “Bedri Rahmi – Kayıp Mozaik Duvar: Expo58 den Kıbrıs’a” başlıklı bir çalışmaydı. Proje, önemli bir Türk sanatçısının 1958 yılında yapmış olduğu, ve bir biçimde Kıbrıs’ta bulunan, bir mozaik duvar fragmanı ile başlangıç yapmıştı. Daha araştırma başlamadan önce bile, bu projeyle ilgili heyecan duyulacak birkaç ilginç durum vardı. Yalnızca fragmanın Kıbrıs’a nasıl geldiği ile ilgili bilinmemezliği değil (Türk sanat tarihi kitapları Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun bu eserini, bu kitap çıkana kadar kayıp olarak tarihe yazıyordu), aynı zamanda bu 2 x 2 metrelik fragmanın orijinalinde (200 x 2 metrelik) 1958 Brüksel Dünya Fuarı için yapılan bir sanat yapıtı duvarın parçası olması da ilgi çekiciydi. Daha da önemlisi, bu yapıtın bir duvar olmasının bugünkü Kıbrıs gerçeğine yaptığı metaforik gönderme, mozaik tekniğinin bir Roma ve Bizans geleneğine ait olma durumu ve bu eserin Kıbrıs’a gelişinde tahmin edilen tarihlerinin, Kıbrıs Cumhuriyet’inin kuruluşuna yakın olması ciddi bir merak uyandırmaktaydı. Buradaki heyecan, bu eserin geriye kalan bölümlerini bulmayı da içerirken, aynı zamanda bu durumun sosyo-politik ve tarihsel boyutlarını görebilmek ve incelemekle de ilgiliydi. Daha sonra ortaya çıkarılanların, kültürel anlamda oldukça şaşırtıcı ve dönüştürücü olmasıyla birlikte, gelecekte alternatif tarihlerin yazılabilmesinde, kültürel/sanat ürünlerinin, tarihin izlerini taşıdıklarını ve aynı zamanda bellek oluşturulmasında en önemli rolü oynadıklarının bilincini tekrar kazandırmaktaydı.
Sidestreets projesinin temel anlayışı “merkez” ve “ara/yan” kavramlarına odaklanırken,bu anlamda kendini birden fazla yerden konumlandırmaktadır. Sidestreets binası fiziksel olarak ironik bir biçimde ana caddede yer almakla da bu pozisyonu bir kez daha sorgulamaktadır.
Bugünkü “Kıbrıslılık” algısını düşünecek olursak; hem bir toplumda olmak hem de olmamak gibi ikilemler, izleyiciyi hem kendi olmakla, ama olası öteki olmak arasında gel-gitleri yaşamaktadır. Bu iki pozisyondaki topluluk, ne kolayca ortak bir kültürü, ne bu konudaki isteğini, ne de ilgi alanlarını yansıtabilecek bir toplum olma yolundadır.
Son on yıllarda global olarak çok daha güçlü ve hızlı bir geçiş yaşayan görsel kültürle, sanat objesi daha da kavramsallaşarak, anıtsaldan daha kısa ömürlülüğe doğru bir yer bulmakta, büyük merkezler önemlerini yitirmekte, ve batı estetiği de yerini etnik, temeli folklorik olan kültürlere yönelmiş günceli sorgulayıcı bir hale gelmektedir.
Bir taraftan global dolaşımlar ve göçler demografik değişikliklere neden olurken, toplumlardaki kültürel çeşitliliği yeniden keşfederken, ülkeler ve enstitüler, yeni ilkeler geliştirerek yeni sorgulamaları dayatan bu zorlu durumlara yanıtlar aramaktadırlar: Neler ve hangi değerler korunmalıdır? Sanat ve eğitimi nasıl manipüle ederek yeni ideolojilerle hangi kimlikler vurgulanmalıdır? Yeni ortaya çıkan durumlar hem ekonomik olarak hem de politik olarak, nasıl kazançlı duruma getirilebilir? Ve daha benzeri birçok örnekleri soru haline getirerek düşünmek mümkün.
Bu çerçeve içerisindeki her gelişme, geliştirme, kendiyle birlikte birtakım terminolojileri de yanında taşıyarak yeni sorgulamalara vurgular yapmaya çalışmaktadır. Ne var ki her yeni tanım bir önceki terminolojiyi eksik bulurken, her yeni terminoloji de daha kapsamlı olmaya çalışan yeni ideolojiler belirlemektedir. O nedenledir ki, bir zamanlar, “çokkültürlülük” (multiculturalism) kavramı, Amerika/Kanada kültür politikalarının baştacı iken, (ve daha birçok toplum da bunu kendilerine uyarlarken) aslında buradaki ilkelerin, bir süre sonra, baskın kültürlerin, azınlıklara ait kültürleri asimile etmekte olduğu algısı ortaya çıkmasıyla, insan hakları, azınlık hakları, bununla beraber cinsiyet, ırk, etnik farklılıklar düşünmeden her topluluğun kendi kültürlerini koruma hakları gibi kavramları vurgulayarak daha yeni bir terminoloji “kültürel çeşitlilik”(interculturalism/diversity) ile yeni bir kültürel politika tanımlaması yapılmıştır. Ancak sanat mekanizmaları/endüstrisi büyüdükçe, ve hergün daha fazla devlet ve enstitülerden finansal yardıma gereksinim duydukça, burada bahsedilen her iki terimin de, nesneleştirilip bir şekilde tüketilmekten herhangi bir kurtuluşu olmayacaktı.
Peki sanat bu kontekstlerde nasıl bir rol alabilir? Daha doğrusu, bu mekanizmalar (küratörlük sektörü, bienaller, devlet politikaları, genel olarak hibe mekanizmaları) sanat ve kültürü nasıl tanımlar, teşvik eder veya algılar? Buralarda korunmaya alınan üretimlerin seçimlerinde, aidiyetlerinde, ırkçılık veya milliyetçilik vurgularında hangi politikalar çalışmaktadır? Kültürde çeşitlilik, eğitim ve yaratıcılık mekanizmaları nasıl yönetilebilir?
Bu tür değişimlere, veya yeni terminolojilerin tanımlamalarına bir direniş koymak, veya buna karşıt bir kültürel mekanizma yaratmak, nekadar deneyimlenebilse de, kültür ve sanatta yerel gelişimlerde de, baskın kültür mekanizmalarının ve strüktürlerinin üzerlerine empoze ettikleriyle de ilişkiye girebilmeleri ve kesişmeleri gerekmektedir. Ancak bu şekilde hem global, hem uluslararası, hem de en azından insan boyutlarda kendi kültürünü bu çerçevede koruyabilecektir.
Her kültürün kendi sınırları ve dinamikleri vardır. Bunlar; hem çevresel, hem entellektüel hem de tinselliği birlikte barındırır. Sanatsal olanı arama yolunda, kültür ve sanat ürünleri ile birlikte, onları yaratanları da, düz politik mesajların aktarılmasını şeklinde değil, yeniye dönüştürülebilecek yorumları; eleştirilerle, ideolojiyi değil, ideali algılayabilmeliyiz.
Peki “ideal”derken neyi anlatmaya çalışıyoruz?
Kıbrıs’ta, tarihsel süreçler içerisinde sanatsal üretim çok uzun bir geleneğe sahip olsa da, her toplum kendine göre, Kıbrıs’ta varolmuş çeşitli kültürlerden bir silsile seçerek, kendi kültürel tarihini yaratmakta ve onu korumaya almaktadır. Kimliklerini bunun üzerinden oluşturan bu seçim, ideolojilere ve dışlamlara (exclusion) göre konumlanmıştır. Birçok farklı nedenlerden dolayı (yandaş eğitimsel öğretiler, eski travmaların anıtsallaştırılması – ör; “Unutmayacağım” kelimesinin taşlara kazınarak toplumlara baskı uygulanması – gibi şeylerle kuşaktan kuşağa aktarılan hoşnutsuzluklar) sonsuz sayıda seçilmiş anılar, milliyet, anavatanlar, etnik yapılar ve inanç sistemleri üzerinden, kimlik yaratılarak hikayeler (narratives) yazılmaktadır. Bu güne kadar Kıbrıs’ta oluşan kimlikler, burada yaşayan tüm insanları bir bütün kılabilecek, etrafındaki zengin tarih ve kültürü benimsetecek, farklı kültürlerin birbirleri ile olan ilişkilerindeki çok da ahenkli olması gerekmeyen ama beyni yıkanmamış, samimi, hatta biraz şizofrenik (pozitif anlamda) kültürel çeşitliliği düşünmemiştir.
Kıbrıs’ta böyle bir anlayış üzerinden devam edecek olursak, kültürel üretim veya kültürel kimlik meselesi, kültür çeşitliliği konsepti üzerine nasıl inşa edilebilir? Böyle bir kavram için, eğitimde ve kültür politikalarında ne gibi metodlar benimsenmelidir?
Buradaki zorluk, varolan kültürleri sürdürebilmek değil, ama tarihsel, sosyal ve kültürel zorlamalardaki farkındalıkları yaratarak çeşitli kültürel üretimleri bağımsız olarak desteklemek ve yüreklendirmektir. Bir başka değişle, düşünme biçimimizi, içinde bulunduğumuz çerçeveyi yıkarak, genişleterek değiştirmek, ve nitelikli bir arayış içerisinde, baskın ideolojileri farkedip sorgulayan bir yörünge yaratarak devam etmektir.
Kıbrıs’ta, bugüne kadar gelmiş geçmiş kültürleri tekrardan okumaya çalışmak, bugünkü kültürel politikaları (hatta Kıbrıs’ın çok ötesinde) zorlayacak konumdadır. Bugünkü “kültürel çeşitlilik” yeni bir kavram gibi ithal edilmiş olabilir. Ancak, ironik olan bu durumun Kıbrıs gerçeğinde (ve daha birçok ülkede) tarihler boyu hep var olmuş olmasının yanında, hiç bu şekilde algılanmamış olmasıdır. Ancak bugünlerde, bu kavramın moda olması ile fazlaca vurgulanması, kültür çeşitliliği kavramına hem güç verirken, hem de bize kendi tarihsel kültürümüzü, bugüne kadar pekiştirilmiş ideolojik sınırlarımızı yıkarak, ve onun gerçek mantığındaki güç strüktürlerini algılayarak tekrardan okumamız için bir olanak sunmaktadır.
Oldukça belirgin olarak görmekteyiz ki Kıbrıs’ta son on yılda, kültür üretimi belli ulusal ve uluslararası özel enstitüler ör: özellikle iki toplumlu projeler AB ve UNDP tarafından desteklenmiştir. Bu çerçeve içerisinde, sanatsal ve kültürel üretimler ve hareketler “Kıbrıslılığı” ele alan bir olguyu vurgulamışlardır. Burada vurgulanan Kıbrıslılık, aslında sadece adadaki iki toplumu benzerlikleri üzerinden ele alarak, politik uzlaşma hareketlerine propaganda aleti şeklinde kullanıp, buna bir destek sağlamaktı. Bu bağlamda, amaçlanan türdeki iki toplumlu projeler, politik amaçlara hizmet etmenin dışında, dönüştürücü, irdeleyici, veya pek fazla kalıcı olacak entellektüel bir niteliğe sahip bir üretim ortaya çıkaramamıştır.
Sanat ve kültür çeşitliliğinden bahsederken, dünya sanat marketinin sistemi on yıllar sonra da olsa, yepyeni terminolojilerle veya kavramlarla karşımıza çıkacak, ve daha demokratik olarak iddia edeceği bir terminolojiyi herzaman bulacaktır... Buna karşı koyacak veya bunu görmezden gelecek bir durum olamayacaksa, her defasında ithal ettiğimiz kavramların/terimlerin, farklılaşması veya dönüşmesinin, aslında bize neleri unutturduğunu ya da varsaymadığınının eksikliğindeki değerini farkettirebilecektir. Hatta kültürel çeşitlilikten bahsederken bunun nasıl sınırsız bir kimlik inşa edebileceğini algılayabilecek gücü kendimizde bulabilerek, hiçbirşeyi dışlamadan var olan kültürel zenginliğin tam da en insan ve insanca bir durum olduğunu farkettirecektir. Böylece, yeni sanat ve kültür politikalarına biz de birşeyler söyleyecek duruma gelebileceğiz.
***************
Bu çalışma 10 Ekim 2013 tarihinde University of Nicosia yapılan First Diversity Art Festival sunulmuştur.