SANAT SANSÜRÜ YENER (Mİ?)

Dilek Karaaziz Şener

Yazıya kafamdaki bir soru ile başlamak istiyorum: hangi konular, bir şehir için çizilen kültür politikasının veya kültür eksenli şehir kalkınmasının önemli öğeleri olabilir?
Bu soruya vardığım makale Sacit Hadi Akdede’nin yazmış olduğu “İstanbul Kültür ve Sanatta Dünyanın Neresinde?” adlı yazısıdır. Akdede, bazı önemli noktalar üzerinde duruyor ve şehrin kültür dinamiklerine Türkiye ve yükselen ülkelerle bağlantılı ana başlıklar sunuyor.
Konuyla ilgili birçok makale okumak ve aynı soruya ulaşmak mümkün… İktisadi ve sosyal ve politik değişkenler açısından her şekilde Türkiye’nin kendiyle karşılaştırılabilir ülkeler arasındaki “gelişmişlik düzeyi” ile nasıl bir görüntüye sahip olduğu okunabilir ve aynı sorular etrafında dönerek aklınızı kurcalayan birçok soruya toslayabilirsiniz. Ülkedeki kültürlerarası katmanların her geçen gün biraz daha silinerek, izlerinin ortadan kaldırıldığı gerçeğini yaşıyoruz. Kültürel kolektif bellek, devlet politikalarının isteği doğrultusunda belli dinamik noktalara demir atmış durumda... Zengin ve çeşitli kültür katmanlarına rağmen ülke, kendi içinde sönerek küllerine gömülmekte… Tabi bu durumun etken ve etki alanına dair tek bir cevabımız olmalı ve cevabın hemen akabinde de “devlet sanat ilişkisi” üzerine birçok başlık açabilmekteyiz. Başlıkları açmaya kalkarsak, altına paragraf paragraf yazılar eklenebileceği şüphesiz!  Kitap dolusu yazı yazmak, binlerce örnek vermekle işe başlamak gerekecek ki köşe sınırımızı aşmak gibi bir niyetim olmadığını hemen hatırlatmak isterim.
Peki, hal böyleyse yazının yoluna son günlerde sosyal medyada oldukça yankı uyandıran bir “örtme/silme” eyleminden başlaması ve devam etmesinde yarar var. Ama öncesinde öykünün başlangıç noktasına kısa bir demir atıp amacına ve hedefine kilitlenerek; hikâyenin başlangıç noktasına gitmenin, sanatçının/sanat eyleminin anlaşılmasında gereklilik olduğunu düşünüyorum.
ISTANBUL’74, 2010 yılından beri İstanbul Uluslararası Sanat ve Kültür Festivali-IST. Festival (Istancool)’u düzenliyor. (2010 yılının İstanbul Kültür Başkenti kapsamında birçok sanat etkinliğine tanıklık ettiğini hemen anımsayalım.) Geçen yıl İstanbul’a (2014) JR’in geleceğine dair haberleri okumuştuk. Sonuçta ISTANBUL’74’ün her yıl düzenlediği Uluslararası Sanat ve Kültür Festivali Istancool ile JR İstanbul’a geldi. Ted Prize ödüllü sokak sanatçısı ve fotoğrafçı, dünya çapında büyük ses getiren “Wrinkles of The City” (Şehrin Kırışıklıkları) projesini, ABD-Los Angeles, Kolombiya-Cartagena, Çin-Şangay, Küba-Havana ve Almanya-Berlin şehirlerinden sonra İstanbul’da gerçekleştirdi. 3000 yıldır “şehir” olarak varlığını sürdüren İstanbul’un yaşlı bedenine, JR’ın fotoğraflarının yansıdığını biliyoruz.
JR, sokaktan gelen, sokağı galerisi ve gecekonduları şehrin gözü olarak kullanan bir sanatçı… Amacı, sokağın sesini duyurmaya çalışmak ve sokakta yaşayanları göz önüne getirmeye çalışmak… Sokak toplumun kültürel yansıması değil midir? Yaşlı şehrin metruk mekânlarının ve binalarının tıpkı şehir gibi yaşlı ve yorgun duvarlarına/yüzeylerine yansıyan portrelerin bilinçli seçimiyle (yaşlı insanlar) zamanın nabzı tutuluyor. İnsan yüzleri gibi zamana yenilen şehrin binaları da kırışıklıklarla geçen yılların izlerini taşımaz mı? Gölgelenen her çizgide ve derinleşen her kıvrımda yaşanmışlığa dair saklı anılar ve yıllara meydan okuyan izler vardır. Yüzümdeki çizgileri silmeyi ve gizlemeyi sevmem… Neden mi? O zaman nasıl anlaşılacak yaşanmışlıklarımız ve diğer taraftan da aile kodlarının genetiğimizde saklı sırları?
***
Los Angeles, Cartagena, Şangay, Havana, Berlin ve İstanbul’da JR’ın gerçekleştirdiği, “The Wrinkles of The City” görüldüğü üzere, özel bir tarihe sahip şehirlere dair dünya çapında bir sanat projesi. Sanatçı tarafından şehirlerde yaşayan yaşlı halktan öncelikle bir gözlem ve seçim yapılıyor. Portre fotoğraflar, dev ölçeklerde kamu alanlarına taşınarak, yaşlanma sürecini ve bu sürecin hem insanların hem de şehrin kimlik anlayışını nasıl etkilediği sorgulanıyor.
Projenin İstanbul ayağı tamamlandıktan sonra, JR’ı bir sürpriz (!) karşıladı. Gerçi olayın ülke için bir sürpriz olmadığını hemen söylemek gerekiyor. Ülkenin duvarlarına yazılan her yazı, işlenen her görsel çeşitli zamanlarda devletin “sansür” engeline takılarak, gri renge boyandığını biliyoruz. Bazen soruyorum; “gri’nin günahı ne?” diye. Kuşkusuz renklerin bir günahı yok! Yüreklerin, zihinlerin ve düşüncelerin grileştiği bir sürecin içinde, JR ters köşeye yatırılmış gibi duruyor. 
Hâlbuki sanatçıya 2011 yılında şu soru sorulmuştu: “Tek bir şansın olsaydı, dünyayı nasıl değiştirirdin?” Fransız fotoğrafçının yanıtı ise : “İçeridekileri dışarı çıkartırım.” şeklinde olmuştur. Böylesi bir hayali gerçekleştirmek için dünya şehirlerini içine alan ve içindekini dışarı vurmak adına, sokaklarını adım adım dolaşan bir sanatçıyla karşı karşıyayız. Sanatını icra etmesi için ne bir galeriye ne de bir müzeye ihtiyaç duyuyor. Böylesi bir tavırla bile küresel düzenin kapital sanat dinamik ve klişelerinden kendini soyutlayabiliyor.
Destek buldukça, kamusal alanda dışavurumcu üslubunu figürün bedenine ve yüzlerin zaman haritalarıyla örülmüş yüzeylerine bırakıyor. Gözlerin içinden geçip şehrin arka sokaklarındaki metruk binalarına ve insan ruhlarına dokunuyor. Bir gün bir bakıyorsunuz ki sanatçının tüm bu samimi ve dolaysız anlatım dokunuşu bir başka birisinin “niyetli”, “bilinçli”, “direkt hedefli” dokunuşuyla ortadan kalkıyor. Daha doğrusu üzeri örtülüyor, siliniyor; geriye sadece her zaman duvarın dilini sansürleyen bir renk kalıyor: Gri!
Saydığımız tüm şehirlerde yıllardır farklı projeleri, şehrin kamusal alanı sokakta sanatın diliyle buluşturan JR’ın bugüne kadar yaptığı çalışmalar içinde tek müdahale edilen eseri, son durağı İstanbul’da. Balat’taki metruk binanın duvar yüzeyine yansıyan yaşlı erkek portresi geçtiğimiz günlerde griye boyanarak üzeri örtüldü. Sanatçı sosyal medya hesaplarından işine dair yapılan bu müdahaleyi duyurdu. İşin ilginç tarafı ise Fatih belediyesi sınırları içinde yaşanan bu olayın faillerinin kim/kimler olduğu konusunda hala daha soru işaretleri bulunuyor.

---

Yazıya başlarken yazdığım soruya yeniden geri dönmek gerekirse, bir şehir için çizilen kültür politikasının veya kültür eksenli şehir kalkınmasının önemli öğelerine değil ulaşmak, dilimizle telaffuz edemeyecek kadar sınıfta kalındığının somut örneği olarak, sanattaki sansür konusuna yakın tarihli bir örnek olarak belleğimize yazılıyor, Balat’lı yaşlı adam!
Diyeceğim şu ki, kırışıklıkları silebilirsiniz, fiziksel anlamda ve fakat gelin görün ki belleğe kazınan görüntüler ve bilgiler, bir gün bir yerde, doğru zaman ve kişilerce elbet açığa çıkacaktır.
Sanat ve sansür arasındaki ebedi savaşın galibini belki göremeyeceğim. Fakat “insan” var olduğu sürece, hem sanatın hem de sanata karşı sansürün süregeldiğine tanıklık edip yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Yazılarla geleceğe dair küçük bilgi notları bırakmaya çalışarak... Yazıların üzeri griyle örtülüyor, bu gerçeği hep aklımda tutuyorum. Sonuçta sanat duyarlılık ise, sansür baskılama, engelleme ve çeşitli yöntemlerle izlerin, özgürlüklerin kontrol altına alınması gerçeğini hepimiz bileceğiz. Gri’ye rağmen!
Kararı siz verin: Sanat sansürü yener (mi)?  
___________________________________________________________________________
JR ARTIST’in twitter hesabından yayınladığı Balat’taki işinin önceki ve sonraki durumunu gösteren fotoğraflara ve yorumlara şu linklerden ulaşabilirsiniz:
https://mobile.twitter.com/JRart/status/611167495043579904/photo/1
https://mobile.twitter.com/JRart/status/611167872069537792/photo/1