Neriman Cahit
Hep, böyle bir konuda bir kitap yazmayı düşündüm ama hala gerçekleştiremedim. Osmanlı Dönemi’nden başlamam gerekirdi; en azından bizim tarihimizle ilgili. Çünkü o dönemde, “Padişah Devletti…” Devleti düşündüm… Yazılmış mı acaba böyle bir kitap diye de hayli düşündüm, araştırdım…
Sonuçta, vardığım sonuçlardan biri: Sanat konuları estetik işler… Ve insanlık tarihinde, sanatın – sanatçının devletten neler gördüğü, görmediği… Gördüğü zaman neler olduğu, görmeyince de o kadarla kalmayıp nasıl kösteklendiği vb… Konular çok ilgi çekiciydi ve “sanat tarihi(miz) içinde de pek işlenmemiş bir konuydu.
Bunları araştırmayı sürdürme bir tarafa, konumuz, bizim devletimiz olduğuna göre ve devletimiz 1983’te kurulduğuna göre, o konuya yoğunlaşacağım…
BİZDE… DEVLET…
Bizde devlet – sanat ve sanatçı ilişkisi neredeyse her zaman gevşek hatta yok denecek durumdaydı… Durumdadır…
Yıllardır bıkmadan usanmadan bu konuda yazan biri olarak hep aynı duygular içlindeyim… Tabii, bu konularda tek yazan ben değilim…
Sanatçı arkadaşlar + sanata gönül vermiş arkadaşlar hep yazarak, dile getirerek altını çiziyor ama sonunda sıfır + sıfır= sonuç sıfır noktasında kalıyorduk.
Ör: Dünyada her halde kendi tarihini, edebiyatını, müziğini, yazarlarını, özetle, kültürünü okutmayan/okutamayan, “tek ülke/devlet” biziz…
Yıllarca dilimiz ve kalemimizde tüy bitti…
Bir müze istedik… Sonra, Modern Bir Sanat Müzesi, Edebiyat, Basın, Karikatür, heykel vb. müzeler istedik… Olmadı… Olamadı…
***
Bunların yanında, bizim asıl sorunumuz, Eğitim ve diğer önemli konularda olduğu gibi… “Sanat konusunda da” devletin bir sanat politikası olmayışı… Her hükümet döneminde, “cek ve caklarla” bozulup hesapta “çağdaş bir yapılanma projesi adı altında hep ölü doğuşlar… En basiti, her yeni gelen Bakan – Başbakan, odasını – arabasını yenilerken… Resmi yapılarımızda hiçbir “kültür – sanat emaremiz” yok.
Ne yazıktır ki, “kültür – sanat programsızlığımızın” hangi aksaklığını saysak bir yenisi çıkıyor…
Büyük yapılarımızın duvarları bomboş, kentlerimiz süssüz, heykelsiz… (Atatürk anıtları bir tarafa, meydanlar yanında, parklarımız da öylesine çıplak ve zavallı bir durumda ki!..
Bu konuyu yazmak için düşünmeye, küçük notlar almaya başladığımda, “Bir vur fağmur kâseye, bin ah işit” diye bir başlık atmayı düşünmüştüm. Yakından gördüğüm, ya da izlediğim, savaştan ya da deprem felaketinden çıkmış ülkelerin, kısa zamanda, sanat seferberliğine girişen… Ve müzeleri ve galerileriyle dünyaya yeniden ilettikleri sanat ekolleri ve sanatçıları ile hayranlık uyandırırken, neden biz hep yerimizde sayıyoruz…
Uzaya gitmeye gerek yok…
Bir antrepodan müzeye dönüştürülen “İstanbul Modern”, resim, fotoğraf, yeni medya ve heykel alanları, üç sergi mekânı, eğitim – araştırma amaçlı birimler, çocuklara – gençlere yönelik, eğitim programları, seminerleri, kütüphanesi, sinema salonu, sürekli sergi salonu, “gözlem – çeşitlilik – yorum” adını taşıyan ve ustalara ait tabloların açıklayıcı panolar eşliğinde izleyicilerle o mekânda, buluşması…
***
Tabii bu tür kültürel mekânları açabilmek için başta, “Kültür Bakanlığı” olmak üzere siyasi otoritenin de kolları sıvaması gerekiyor… Çünkü:
“Bir ülkenin temeli kültürdür…”
O zaman iki soru kendini dayatıyor:
1: Kültür nedir?
2- Kültür Bakanlığı’nın yapısı nedir?
Kültür Bakanlığımızın durumu da diğer bakanlıklardan farklı değil… İktidara gelen parti, diğer bakanlıklar gibi, bu bakanlığa da yandaşlarını, düşündaşlarını alarak bakanlığı doldurur. Bu kişilerin, öğretim ve uzmanlık niteliği nedir… Kültür Öğretimi adıyla, bir öğretim ve kültür uzmanı adıyla bir uzmanlık var mıdır?
(Böyle bir öğretim ve uzmanlık yoktur.)
Kültür Bakanlığının asıl çelişikliği (Paradoksu) buradadır… KÜLTÜR: Okunan, öğrenilen, araştırılan, düşünülen, bilmek istenilen… Bir yaşam süresi içinde edinilen “bilimsel bilgilerin”, yöntem bilimsel düşünce dizgesi kapsamında irdelenmesi sonucu oluşan bir varoluştur… (Bu bakanlık görevlerini tam yapıyor mu sizce?)
Bizde tüm devlet otoritesi ve bakanlıklarda hâkim olan durum şu değil midir: “Parayı ben veriyorum, gerisini de sen sineye çekeceksin.” Ama sanatın – kültürün, hatta devletin manen ölümüne neden olmuyor mu bu durum…
Ha, bir konu daha var: “Ben maaşımı alırım, gerisine karışmam” diye düşünen, böylece de “sanatçı kimliğine” en aykırı tavrı sergileyen memur sanatçıların varlığı ve olumsuz katkıları…
Ve diğerleri…
İzin verin de onlara da gönül borcumuzu sunayım: “Diğer, eli öpülesi olanları… Her yönetim döneminde “kara koyun” sayılanları… Onlar her dönemde okkanın altına girenler böylece sadece kendileri değil, çoluk çocuklarının geleceğini de karartmalarıdır… Ama işte… Gerçek sanatçı da onlardır… (Maalesef, bizde, sorunlarımızı çözmek vaadiyle gelenlerin çoğudur en büyük sorunları yaratanlar)
-Devamı haftaya-