Sanatın Cinsiyeti ve Feminist Sanat Dedikleri

Nimet Keser: ‘Feminist sanat’ kavramı genellikle, sanat çevresinde biraz tepkiyle karşılanır ve ‘nedir feminist sanat, sanatın kadını, erkeği mi olur’ ya da ‘sanatın cinsiyeti olmaz’ diyerek reddedilir

Nimet Keser

nimetkeser@gmail.com

 

 

‘Feminist sanat’ kavramı genellikle, sanat çevresinde biraz tepkiyle karşılanır ve ‘nedir feminist sanat, sanatın kadını, erkeği mi olur’ ya da ‘sanatın cinsiyeti olmaz’ diyerek reddedilir. Oysaki sanat tarihi bize bunun tam tersini; kimi sanatların uzun dönemler boyunca erkek işi, kimilerinin ise kadın işi olarak kabul edildiğini gösteriyor. Örneğin; resim ve heykel erkek sanatları olarak görüldüğü için neredeyse 19. yüzyılın sonlarına kadar bu sanatları öğretmeye yönelik geliştirilmiş olan sistemler erkek mandası altında sürdürüldü. Kadın sanatçılar bu mandayı belirli koşullarda aşabiliyordu. Bu koşul da bir sanatçının karısı, kızı, kardeşi ya da sevgilisi olmaktı. Yani sanata eğilimli kadınlar sanatı öğrenme, eleştiri alma ve bir sanatçıyla birlikte çalışma, hatta bir sanatçıya çıraklık yapabilme şansına ancak ailevi imkânlarla ya da aşk birlikteliği nedeniyle sahip olabiliyordu. Dolayısıyla sanata eğilimli kadınlar, sanatı öğrenme konusunda cinsel kimlikleri nedeniyle dezavantajlı oldular. Bugün sanatçılara ilişkin kaynakların bize sınırlı olarak tanıttığı kadın sanatçıların biyografileri bu dezavantajın daha çok sanatçı ailelere mensup olmayan kadınlar için engelleyici olduğunu gösteriyor. Sırasıyla çıraklık sistemi, loncalar ve sanat akademilerinin dışında tutuldular. Dolayısıyla sanat tarihi bize kadın sanatının ve erkek sanatının olduğunu gösteriyor. Kadınlar bu sistemlerin dışında tutulunca da sanatı öğrenmek ve sanatçı olarak kendilerini kabul ettirebilmek, sanat çevrelerinde kendilerine yer edinebilmek için çok büyük mücadeleler vermek zorunda kaldılar. Hatta kadın sanatçılar sanat dünyasında kendilerine yer edinebilmek için kendi cinsel kimliklerinden sıyrılmak ve erkek meslektaşlarından farksız anlayışta çalışmayı seçmek zorunda kaldılar. Feminist sanat kuramcılarının ve sanatçıların yola çıkış nedenleri de esasında bu durumdu; kadınların sanat dünyasında yer edinebilmek için kendi cinsel kimliklerini bir kenara itmek önemli bir sorun olarak görüldü.

Her ne kadar kadınların sanat alanında yer edinebilme mücadelesinin tarihi çok eski olsa da feminist sanat, siyasal bir hareket olan feminizmden çok sonra biçimlendi. Kadınların erkekler tarafından tahakküm altına alındığı inancına dayanan; bu tahakkümün kökenlerine inerek kadınları zayıf, duygusal, akılsız, ahlâkî erdemlerden yoksun varlıklar olarak gösteren geleneksel anlayışı kırmayı amaç edinen felsefî, etik ve siyasal bir hareket olarak feminizm 19. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıktı. Terimin ilk kullanımı ise genellikle sosyalist Charles Fourier (1772-1837)’e atfedilir. Feminist hareketin birincil amacı, kadın erkek eşitsizliğinin en somut göstergelerinden biri olan seçme hakkını elde etmekti. 1920 yılında, oy hakkı elde edilince kadınların diğer dezavantajları odağa alındı ve 1960’lı yıllarda gerçekleşen feminist dalgaya bu dezavantajların giderilmesine yönelik mücadele damgasını vurdu. Bu dönemden itibaren kadınların sanat alanındaki dezavantajları, feminist sanatçıların odaklandığı sorun oldu. Feminist hareket nasıl ki ilk önce Amerika’da ortaya çıktıysa feminist sanat hareketi de yine Amerika’da biçimlenmeye başladı. Bu nedenle, Amerika feminist sanatın tarihi için çok önemlidir. Dolayısıyla ilk feminist sanat örneklerini bu dönemde görürüz. Hatta feminist sanat hareketi başlamadan önce feminist bir anlayışla resim yapan ve feminist sanatın en önemli örneklerine temel oluşturan Georgia O’Keeffe de Amerikalıdır. Kabul edilmelidir ki, Amerikalı sanatçıların feminist sanata yönelmesi konusunda daha cesur olması, feminist hareketin Amerika’da başlaması ve Amerikalı kadınların talep ettikleri hakları elde etmek için uzun süren bir mücadele deneyimine sahip olmalarıyla ilişkilidir. 1970’li yılların başlarından itibaren Amerika’da birtakım örgütler kurulmaya, kadın sanatçılara yönelik galeriler açılmaya, sanatı feminist bir perspektifle yeniden ele alan konferanslar düzenlenmeye, feminist sanata ilişkin dergiler çıkarılmaya başlandı. Tüm bu gelişmeler feminist sanatın şekillenmesini sağladı. Bu nedenle her ne kadar 1960’lı yıllarda Carolee Schneeman, Monica Sjoo, Shigeko Kubota ve Valie Export gibi sanatçılar çeşitli performanslar gerçekleştirmiş olsa da feminist sanat hareketinin tam anlamıyla biçimlenmeye başlaması 1970’li yıllarda gerçekleşti. Hemen belirtmek gerekir ki feminist sanatın biçimlenmesinde Judy Chicago ve Miriam Schapiro çok önemli iki aktördür. Nitekim feminist sanatın biçimlenmesine ivme kazandıran birçok faaliyetin bu iki sanatçının çabasıyla gerçekleştiği söylenebilir. Örneğin, 1971 yılında Kaliforniya Üniversitesi’nde Feminist Sanat Programı’nın başına gelmeleri ve burada uyguladıkları program ve etkinlikler feminist sanatın biçimlenmesinde merkezi bir önemdeydi.  

Feminist sanatçıların çalışmaları feminist olmayan kadın sanatçıların ve erkek sanatçıların çalışmalarından biçim ve içerik açısından açık bir biçimde farklıdır. Feminist sanatçıların, özellikle 1970’li yıllardan itibaren geleneği yeniden değerlendirmeye çalıştıklarını ve kadın sanatını zanaat temelinde biçimlendirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Çünkü tarihsel olarak zanaat, bir kadın uğraşı olarak görünürken, güzel sanatlar diyerek zanaattan ayırdığımız resim, heykel ve mimari erkeklerin egemenliğinde bir alan olarak kabul edildi. Domestik el sanatları tarih boyunca kadın işi olarak kodlandı. Feminist sanatçılar; yorgancılık, iğne işi, nakış, goblen gibi daha çok ipliğe dayalı ve minyatür, porselen boyama, çömlekçilik gibi zanaatların aşağı görülmesinin temel nedeninin, zanaatın kadınlarla ilişkilendirilmesi, bunların kadın işi olarak görülmesi ile ilişkili olduğunu savundu. Yüzlerce yıl kadın sanatçılar, sanatta erkek egemenliğini yıkmaya çalıştı ve sanat alanında kadın olarak yer almaya çalıştı. Feminist sanatçılar ise buna ilaveten resim ve heykel başta olmak üzere güzel sanatlar olarak kabul edilen sanatlarla zanaat arasındaki hiyerarşik farkı kaldırmaya çalıştı. Daha da önemlisi sanat çalışmalarının üretim sürecinde de kimi zaman zanaatın üretim sürecini model aldılar. Bu yaklaşımla, Judy Chicago ve Miriam Shapiro’nun işbirliğine dayalı olarak gerçekleştirdikleri çalışmalar feminist sanatın tarihi bakımından oldukça önemlidir. Kadın Evi (Womanhouse) projesi, Doğum Projesi (Birth Project) ve Akşam Yemeği Partisi (Diner Party) feminist sanatın, kadın işbirliğine dayanan önemli başyapıtlarıdır. Bu çalışmalar, tıpkı zanaat alanındaki üretim sürecinde olduğu gibi çok sayıda kadının yeteneklerini gerektiren işbirliği ile gerçekleştirildi.

Zanaata odaklanmak dışında, sanatın geleneksel konularından biri olan kadın bedeni de feminist sanatçıların odaklandığı bir sorun oldu. Kadın, özellikle de çıplak kadın bedeni erkek egemen sanat dünyasında daha çok bir cinsel arzu nesnesi olarak var oldu. Ancak feminist sanatçılar kadın bedenini farklı bir perspektifle değerlendirip farklı bir anlayışla betimlediler. Daha çok erkek sanatçılar tarafından sunulan kadın imgesine karşı çıkan feminist sanatçılar kadın bedenini ve cinselliğini anlatmanın yeni ifade biçimlerini araştırmaya başladılar. Feminist sanatçıların çalışmalarına baktığımızda kadın bedeninin farklı gerçekliklerini, sanat eserlerinde görmeye alışkın olmadığımız özelliklerini konu olarak ele aldıklarını görebiliriz. Örneğin, Jenny Saville ve Jennifer Linton gibi resimlerinde kadın çıplaklığını çalışan feminist kadın sanatçıların resimlerinde güzellikle ilişkili olmayan sarkmış, yağ bağlamış, yaralanmış, akneli bedenler ve erotizme ilişkin hazlar yaşatmayacak, aksine örtülmesine, gizlenmesine eğilimli olduğumuz yönlerini görürüz. Bu resimler, kadın sanatçıların feminist sanat hareketi aracılığı ile kendilerini temsil etme hakkını savunduklarını ve bu gücü geri almak istediklerini göstermektedir. Erkeklerin kendilerine dayattığı sanatları ve erkekler tarafından yaratılan kadının özelliklerini reddederek yerine kendi duyarlılıklarına ve kendi arzularına göre yenilerini ikame etmeye çalıştılar. Vulva betimlemeleri, menstrüel kan, gebelik, doğum ve annelik feminist sanatçıların özellikle çalışmayı tercih ettikleri konular oldu. Bu tarz çalışmalar, esasında, kendi bedenlerine ve cinselliklerine yöneldiklerini ve kendi bedenleri, cinsellikleri üzerindeki haklarını geri almaya duydukları güçlü isteğin yansımalarıdır.

Dolayısıyla feminist sanatçıların tüm yapıp ettikleri sanatın cinsiyetinin olduğu, en azından sanatı üretenlerin cinsiyeti olduğunu ve bunun da sanatı anlamada çok temel bir unsur olduğu iddiasını kanıtlar. 

 


Yararlanılan Kaynaklar

Banner, Lois W. (1980), Elizabeth Cady Stanton: A Radical for Woman’s Rights, Boston: Little, Brown and Company.

Boles, Janet K ve Hoeveler, Diane Long (2004), Historical Dictionary of Feminism, Oxford: Scarecrow Press.

Eigler, Friederike Ursula (1997). The Feminist Encyclopedia of German Literature, Connetticut: Greenwood Press.

Meagher, Michelle (2003). Jenny Saville and a Feminist Aesthetics of Disgust, Hypatia, Vol. 18, no. 4, pp. 23-41.

Nead, Lynda (1992). The Female Nude: Art, Obscerity and Sexuality, New York: Routledge.

Robinson, Hilary (2001), Feminism Art Theory: An Anthology, 1968-2000, Wiley-Blackwell.

Schapiro, Miriam (1972), The Education of Women as Artists: Project Womanhouse, Art Journal, Vol. 31, No. 3 pp. 268-270.

Timm, Annette F. ve Sanborn,Joshua A. (2007), Gender, Sex and The Shaping of Modern Europe: A History from The French Revolution to the Present Day, New York: Berg Publishers.

Gouma Peterson, Thalia ve Mathews, Patricia (2008). “Sanat Tarihinin Feminist Eleştirisi”, Sanat Cinsiyet-Sanat  Tarihi ve Feminist Eleştiri, (Editör, Ahu Antmen), İletişim Yayınları, İstanbul, 13- 75.

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri