Sanattan ve bilimden uzaklaşarak, çağdaş dünyadan geri kalıyoruz: Çürük tahta çivi tutmaz, tahtayı çürütmeyelim!

Mehmet Özerenler

Kişisel görüşüm, içinde bulunduğumuz “bilgi çağında” ülkesinin sanat ve bilimi ile ilgilenmeyen, kendi tarihini doğru bir şekilde yazamayıp, bunu gelecek nesillere aktaramayan toplumlar, yaşadıkları coğrafyanın kültürel ve fiziksel özelliklerini tam olarak kavrayamaz. Bunu kavrayamamanın sonucunda ise insanın etrafında yaşanan siyasi, kültürel ve fiziksel değişimlerin nedenleriyle ilgili sebep-sonuç ilişkisi kurabilme kabiliyetinin köreleceğini söylemek pek de yanlış olmayacaktır. Bu kabiliyetin körelmesi de bireyin karşılaşacağı zorluklara ve problemlere çözüm ararken, sorunun kaynağından veya sebebinden bağımsız bir şekilde karar alabilmesine imkân sağlayabilmektedir. Dolayısıyla, sanat, tarih, arkeoloji, antropoloji, sosyoloji, felsefe gibi alanlarla uğraşmak, belki bizlerin hayatını kolaylaştıracak pratik teknolojileri geliştirmemize yardım etmeyecektir. Ancak, sırf bu yüzden, söz konusu alanlara olan ilgimizi ve yatırımlarımızı kaybetmek veya onları değersizleştirmek bizleri fikir ve düşünce üretebilen toplum olmaktan uzaklaştıracaktır. Bu yüzden de doğrudan müspet bilimler sınıfına koyamayacağımız alanlar için ne işe yarayacak diye soran insanlara çekinmeden “sapla-samanı karıştırıyorsun” veya “sorduğun soru temelde yanlış” diyebilmeliyiz. Bir arkeolog olarak, olayın sanat kısmını bir kenara bırakıp, bilim özelinde konuşacağım. Bilim insanları, “bilim işe yarasın/faydacı olsun” diye bilim yapmaz.

ÇAĞDAŞ BİR TOPLUM OLMAKTAN UZAKLAŞIYORUZ

Bilim dediğimiz şey, doğayı, evreni ve canlıları anlamaya ve açıklamaya yönelik merakımızdır. Bundan dolayı da sorduğumuz soruları cevaplamak için ortaya konan uğraştan ibarettir. Bu uğraş sonucunda elde edilen sonuçlar, bazen insan hayatını kolaylaştıracak teknik ve pratik bilgiler üretebilirken, diğer taraftan da üretmek zorunda değildir ve bazen de üretmez. Ancak bu üretilen bilginin değersiz olduğu anlamına da gelmez. Bunu ancak eğitim seviyesi düşük, geri kalmış toplumlar, “değersiz ve önemsiz” olarak değerlendirir. Zaten insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri, onun herhangi bir gerekçeye ihtiyaç duymadan bilme arzusunu tatmin etmek istemesi, sürekli bilginin peşinde koşması, meraklı olup soru sorması ve akabinde bu sorulara cevap bulmak için de çeşitli yöntemler geliştirmesi değil midir?  Günümüzden yaklaşık 2 bin 300 yıl önce yaşamış ve neredeyse çağdaş bilimsel düşüncenin temellerini atmış olan, Hristiyan dünyanın “filozof”, İslami çevrenin ise “ilk öğretmen” olarak adlandırdığı Aristoteles’in de aynı fikirde olduğunu söylemem gerekir. Dolayısıyla bazı konulardan, sırf faydacı olmadığı için veya günlük yaşamımıza teknik açıdan dokunmadığı için gereksiz addedip uzaklaştığımız taktirde çağdaş medeniyet seviyesinden uzak bir toplum haline gelmemiz hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

FİKİR VE DÜŞÜNCE ÜRETEBİLECEK POTANSİYELDEKİ GENÇLERİMİZE SAHİP ÇIK(A)MIYORUZ

Konuya bu şekilde bir giriş yapmak istememin sebebi, sanat, bilim, zanaat ve çeşitli konularda meraklı insanlarımızın, özellikle gençlerin, gün geçtikçe heveslerinin kırıldığı bir sosyo-ekonomik yapının ortaya çıkmasıdır. Böylece, kendi ülkesinde yaşama fırsatı bulamayan yetenekli ve becerikli insanlar, ilk fırsatta ülkesini, doğduğu toprakları terk etme aruzlusuyla yurt dışında yaşam olanaklarının peşinde koşmaktadırlar. Elbette genelleme yapmayacağım ancak yetkili kişilerin, devlet yönetiminde söz sahibi kişilerin, bu durumu umursadığını söylemek pek de mümkün değildir. İyi eğitim almış, açık görüşlü, çalıştığı alanda ülkesine katkı sunmak isteyen gençlerimiz, günden güne ülkeden göç ederken ciddi anlamda bu konu üzerinde durmayıp umursamaz bir tavır sergilemek, hayret verici ve bir o kadar da toplumumuz için tehlikelidir.

ÜNİVERSİTEYE OLAN BAKIŞ AÇIMIZI DEĞİŞTİRMELİYİZ

Toplum her alanda üretecek, çalışacak, emek verecek insana ihtiyaç duyar. Ancak benim özellikle değinmek istediğim nokta, yüksek eğitim düzeyindeki ülkemizdeki yozlaşma ve basitleşmedir. Yozlaşma ve basitleşmeden kastım, üniversite kavramının içinin ciddi anlamda boşaltılmasıdır. Bu noktada, üniversitelerde çalışan ve ciddi anlamda kaliteli olarak işini yapan akademisyen ve bölümleri kastetmiyorum. Fakat ülkenin ve bu alanda söz sahibi kişilerin, direkt olarak yüksek öğretime olan bakış acısını işaret ediyorum. Tahminimce, dünyada üniversite kavramının niteliğini bu kadar yitirdiği çok ülke yoktur. Her önüne geleni üniversiteye almak veya herkesin bir üniversite diplomasi alması gerektiği argümanı, içimize o kadar işledi ki artık “peynir-ekmek” gibi herkes üniversite mezunudur. İronik bir şekilde eğitimli olmanın veya okumuş olmanın ölçütü üniversite diplomasi olup olmamasına bağlı hale gelmiştir. Hal böyleyken, neredeyse kendi jenerasyonumda üniversiteye gitmeyen, bir diploma sahibi olmayan kişi sayısı herhâlde yok denecek kadar azdır. Bununla gurur mu duymalıyız peki? Şahsi fikrim kesinlikle hayırdır! Aksine, bunun için kesinlikle kafa patlatmalı ve bu bakış acısını değiştirmeliyiz. Aksi takdirde, “yerlerde” olan eğitim sistemimiz, ciddi anlamda düzeltilemeyecek bir hal alacaktır. Durum böyleyken, yazımın başında değinmeye çalıştığım, bilmeyi sevmek veya bilgiye, araştırmaya önem verme, konunun bu duruma gelmesiyle ne kadar bağlantılı olduğu çok açıktır. Çünkü üniversitelere iş bulma yeri veya ticari bir kurum olarak bakan zihniyetin, ülkenin eğitim durumunu getireceği yer, bundan fazlası değildir. Dahası, gelecekte, böylesi bir eğitim sisteminden mezun olan ve bakış açısıyla yetişen kişinin de üniversite ve eğitime başka bir şekilde bakması beklenemez. Sonuç olarak bu kısır bir döngüden başka bir şey değildir.

ÇOK GEÇ OLMADAN HEPİMİZİN ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMASI GEREKİR

Son olarak söylemek istediğim şey, ülke ve toplum olarak yaşadığımız sosyolojik ve ekonomik buhranı bahane edip, “bilim ve sanatla mı uğraşacağız?” kafasını terk etmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde, üzülerek söyleyeceğim ama gelecekte çocuklarımız bizim içinde yetiştiğimiz ortamı mumla arar olacaktır. Bu yüzden bizler, gereğinden fazla elimizi taşın altına koymalıyız. Akıl, bilim ve sanattan uzaklaştığımız her geçen gün, muhakeme kabiliyeti az, vicdani değerleri düşük, dünyadan izole olmuş, gericiliğin ağır bastığı bir nesil yaratmış olacağız. Bundan dolayı da gelecekte birçok alanda söz sahibi insanların, bu tarz kişiliklerden oluştuğunu gördüğümüz taktirde, o noktadan sonra ne kadar kafamızı duvara vursak, çok geç olacaktır. Şüphesiz, tarihe ve çevremize iyi bakarsak, çoktan bu noktaya ulaşmış toplumların var olduğunu kolaylıkla fark edebiliriz. Diğer taraftan da bundan geri dönmek için ne kadar çaba sarf ettiklerini ama çok geç olduğunu da açıkça görebiliriz. Bu yüzden çürük tahtaya çivi çakarak bazı şeyleri düzeltmeye çalışmak yerine, elimizdeki tahtayı çürütmemeye özen göstermeliyiz!