Siyasette “aktif” olmadım.
Bu kelime tam anlatmaz meramımı.
Hani bu “değirmen”in içerisine girmedim.
Öğütür durur değirmen insanı...
Parti içlerinde ne oy verecek pozisyonum oldu, ne oy isteyecek.
Kendimce idealler için dövündüm durdum.
İşin “iletişim” yönünü daha çok sevdim.
* * *
Aday olsam ne olurdu?
Gücüm yeter miydi acaba, “Bu savaş makineleri bir daha tepemizde uçmayacak” demeye!
“Dağı taşı bayrak”tan temizlemeye.
Ve örneğin “artık kimseler, kamu görevine ticaret karıştırmayacak” bilmeye...
“Tam yetkili ve bağımsız bir komite, tüm bu yurttaşlıkları tek tek inceleyerek, yeniden değerlendirecek” diyebilir miydim acaba?
Bir etkim olmazdı, sanırım.
Yine de vardır hayatı değiştirecek olanlar.
Tümden de umutsuz değilim...
* * *
Siyaset farklı bir donanım, ilgi, bilgi, yetenek, heves gerektiriyor.
Bir de böylesi bir hedef.
* * *
Çok bulaşmadım ama...
Yine de şu önemli deneyimleri edindim.
Aday belirleme süreçlerine “mevcut adaylar” karışmamalı, karıştırılmamalıdır.
Çünkü mevcut adaylar havuzu genişletmez, “seçilme potansiyeli” yüksek yeniler pek istemez.
“Şirin ve sempatik olsun ama çok da üstün meziyetler taşımasın” iç sesiyle ilerler.
İnsan doğasında “rekabet” anlayışı vardır.
Elbette tümü böyle değildir.
Ama çoğunluğun gerçeği budur!
* * *
Ve…
Seçimde yarışacak adaylar, propaganda süreçlerinden de uzak durmalıdır.
Çünkü “duygusal” bakarlar.
Her adımı “kendi üzerlerinden” okurlar.
Nesnel ya da objektif davranmazlar.
İletişimin dili abuklaşır böylece.
* * *
Üçüncüsü ve önemlisi…
Seçimler gelir geçer...
O kadar hızlıdır ki zaman, fark etmezsiniz.
Değerler kalır geriye...
O değerler için samimiyetle mücadele eden insanların dayanışması dönüştürür hayatı.
Ve “sandık sonucu” mucize yaratmaz.
Ne bugünü kazanır, ne anlatır yarını.
Bir seçimle doğmaz değişim.
Kimi zaman kazanmak, kaybetmektir.
Kimi zaman kaybeden kazanandır aslında.