“Kıbrıs Sorunu etrafında mücadele eden Efendilerin sayısı ikiye indi: Kıbrıs Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti... Şimdi bu iki Efendi kıran kırana bir tanınma mücadelesi içindedirler. Biri ötekine kendi iradesini dayatmak istiyor. Eğer Efendilerden biri ötekine karşı kesin bir üstünlük sağlayamazsa, buradan çıkış iki tarafın da eşit statüye kavuşarak birbirlerini karşılıklı olarak tanımalarıyla mümkün olacak. Nitekim yavaş yavaş oraya doğru gidiliyor. Gizli/açık diplomasi yoluyla veya arabulucular sayesinde iki Efendinin kendi aralarında yapacağı pazarlıklar Kıbrıs Sorunu etrafında yaşanacak gelişmeleri belirleyecektir. İradesini kaptıran -aslında gönüllü olarak teslim eden dersek daha doğru olur- Kıbrıslı Türkler şimdi Efendilerin radarlarının kapsama alanı dışındadır.”
Yukarıdaki satırlar beş yıl önce kaleme alındı ve 26 Mayıs 2013 tarihinde Yenidüzen gazetesinde yayınlandı. (yazının bütününü “Kayıp Özne” adlı kitabımda okuyabilirsiniz, s.85)
Aklı başında hiç kimse böylesi bir saptamanın gerçek olmasından mutlu olmaz. Fakat durum budur. Kıbrıs Türk toplumu maalesef giderek daha büyük oranda devre dışı bırakılıyor. Gelgelelim bundan rahatsızlık duymayan Kıbrıslı Türkler de vardır. Nitekim beş sene önce yazdığım yazıda şöyle diyordum: “özellikle son yıllarda -aslında eskiden de böyleydi- ‘Efendi en çok beni seviyor’ yarışı içinde olan siyasetçilerin sayısında artış olduğunu görüyoruz. Bilmiyorlar ki, Efendi ancak başka bir Efendiye saygı duyar, Köleye değil! Efendiye kayıtsız şartsız boyun eğene Efendinin saygı duyması söz konusu olamaz.”
Üzülerek bu tespitin de doğrulandığını görüyoruz. Kıbrıslı Türklerin seçilmiş lideri göz göre göre dışlanırken, bazılarının Ankara’da cirit atmayı marifet saydıklarını görüyoruz.
Fakat bu konumdan, daha doğrusu bu statüsüzlükten ağlayarak sızlanarak çıkılmaz! Sözünü ettiğim yazıda belirttiğim gibi, “Kıbrıs Türk toplumu irade, düşünce ve eylemden yoksun olduğu/bırakıldığı sürece varlığı etrafında hep soru işaretleri olacak ve özne olarak saygı görmeyecektir.”
Beylik laflarla Kıbrıs Sorunu bağlamında içinden geçtiğimiz sürecin “çok kritik” olduğunu söylemeyeceğim. Fakat şu bir gerçektir ki, Kıbrıs Türk toplumu çok kritik bir kavşakta bulunuyor. Bu çözüm veya çözümsüzlük ikilemi ile elbette bağlantılıdır ama aynı zamanda bu ikilemi aşan bir durumdur: “Olmak ya da Olmamak” meselesidir bu.
Nedenlerine gelince.
Bu konuda fazla söze gerek yok! Büyük Alman düşünürü Immanuel Kant, özne olamayan insanın, başkasının yönlendirmesi olmadan aklını kullanamadığını, bunun bir toyluk durumu olduğunu ve insanın bu duruma kendi kendini düşürdüğünü söylüyordu. Evet, Kıbrıslı Türkler bu duruma kendi kendilerini düşürdüler. Akıl ve iradelerini başkalarına kaptırdılar ve başkalarının yönlendirmesi olmadan düşünemiyorlar.
Peki, çıkış nerede?
Aydınlanmanın büyük düşünürü Kant, “Sapere Aure” diyordu. Yani, bilge olmaya, akıllı olmaya, kimsenin güdümünde kalmadan aklını kullanmaya “cesaret et!”
Kendi kendimizi içine sürüklediğimiz toyluk durumundan çıkmak ve “reşit” olmak, ancak o zaman söz konusu olabilir...