Şarap, Zivaniya ve İçen Halkın Partisi

Gürgenç Korkmazel: Şişenin götünü duvara vura vura veya mantarını içine iterek açıp içtiğim o ilk şaraplar dahil, bugüne kadar on binlerce şişe şarap açtım

Gürgenç Korkmazel

gurgench@yahoo.co.uk

 

 

Baf Şarabı

Şişenin götünü duvara vura vura veya mantarını içine iterek açıp içtiğim o ilk şaraplar dahil, bugüne kadar on binlerce şişe şarap açtım (şişe açarken çok tirbuşonlar kırdım). Hepsini içmedim tabii ki, barmenlik ve garsonluk yaptığım zamanlarda şişe açmak işimin bir parçasıydı. Açtığım her şişenin mantarını koklama alışkanlığını böyle edindim. Tattan ve renkten önce, şarapları kokusundan tanımayı öğrendim. O ilk kokuyu hep içime çektim. Yıllardır kapalı duran, iyi korunmuş bir şarabı açıp mantarını koklamak gibisi yoktur!

Britanya’da yaşadığım yedi yıl boyunca, birkaç küçük şarap mahzeni boşaltmışımdır herhalde. Orada hava hep gri ve yağışlı olduğundan, güneşe olan özlemimi, ‘sıvı güneşışını’ da denilen şarapla gidermeye çalıştım. İçtiğim her şişeyle Diyonizos’u dirilttim, bir nevi ‘evime’ geri döndüm.

Degustatör değilim, şarabı sudan daha fazla sevdiğimi de iddia etmeyeceğim; ama Şili’den Ermenistan’a, Avusturalya’dan Fas’a, şarap üreten hemen hemen her ülkenin şaraplarının tadına baktım. Yahudi, Süryani, Maronit şaraplarının bile. Bazılarının tadı hâlâ aklımda... Yine de hayatımda içtiğim en nefis şaraplar, şişesinin üstünde hiçbir yazı yazmayan şaraplardır. O ev yapımı, kimyasalsız, katkısız, ticari olmayan, geleneksel yöntemlerle üretilmiş şaraplar (tabii ki, duygusal bağların, atmosfer ve mitlerin de etkisi var bunda, şarap böyle bir şey değil mi zaten). Her çağ, adadan gelip geçen seyyahların övgüyle söz ettiği bu şaraplardır işte. Kıbrıs’ta, doğduğum yer olan Baf bölgesinde içtim bunları. 2003’ten beri orada yaşayan kardeşim Ergenç’in rehberliğinde, Kadigas’tan, çiyle beslenmiş yamaç asmalarından toplanan üzümlerden yapılmış yüksek bağ şarabından, bol köpüklü Malya ve dolgun bordo rengiyle Dora şarabından litrelerce içtim. Kocakarı şarabı, keşiş şarabı, kızkurusu şarabı, sağır-dilsiz şarabı, İskardo şarap, hepsini deneme fırsatı buldum...  

Afrodit ve Eros kültleriyle yoğrulmuş Baf toprağının şarabı sadece neşelendirmez, coşturur da insanı. Bölge insanının sıcaklığı ve doğasının cömertliği şarapta gösterir kendini. Hani bazen, bu şarabı içerken, II. Selim’in, Kıbrıs’ı, şarabı için fethettiğine, yani binlerce insanın sırf Sarhoş Selim’in şarap düşkünlüğü için telef olduğuna inanasım gelir nerdeyse.   

 

Şarap Edebiyatı

Şiir ve şarap yaşıttır bu adada.

Sembolik, klasik ve romantik olan birleşiyor şarapta. Şarap coşkunun ve esrikliğin evrensel simgesi haline geldi.

Şarapla ilgili bir kitap oluşturacak kadar manilerimiz var. İşte bunlardan birkaçının sadece ilk iki dizesi:

‘Üzümden yaptım şarap/Sevdiğim esmer, arap...’

‘Şarap içtim gabaktan/ Şarfoş oldum sabahtan...’

‘Şarabı tastan iştim/ İşdim, gendimden geşdim...’  

Şarap içerken, şarabın renginde, kokusunda ve tadında, sevdiğim bütün o meşhur şarapçılarla buluşuyorum sanki yeniden. Bunlardan ilk akla gelen Ömer Hayyam; sarhoşken kayık sefasına çıkınca, suya yansıyan ayı yakalamaya çalıştığı için göle düşüp boğulan Li Po; ‘No suicide, wine please wine” diyen Jack Kerouac; elli beş yıl boyunca doğduğu büyüdüğü ülkeden uzakta yaşayıp ölen Taner Baybars ve niceleri.

Bazen, gerçekten de kaçıp kurtulmak istiyorum dilden ve sözcüklerin taşıdığı yükten. O zaman işte şaraba sığınıyorum.

 

Zivaniya

Tavandan sarkar sepet

İçi dolu peksemet

Gel zivaniya içelim

Da bozulsun sükunet*

 

Rakıdan önce zivaniyayı bilirim, tanırım ben. Rakı, viski gibi, bizim aileye yabancı bir içki. Eski köyümüzde (Stavrokonno/Aydoğan), bağı olan herkes şarap değil ama zivaniya yapardı. Adem Dedem de bunlardan biriydi; ürettiği zivaniyanın fazlasını devlete satardı. Hüseyin Dedem zivaniya içince horoz gibi öterdi. Babam ötmez, başını duvarlara vururdu. O zamanlar içmeyenler bile misafirlerine ikram etmek için evlerinde mutlaka zivaniya bulundururlardı.

Çocukken nezle olduğumuzda annem, biz yatmadan önce, ilaç yerine zivaniyayla ovardı göğsümüzü, sırtımızı (hâlâ daha çocukluğumun kara kış gecelerini hatırlatır bana kokusu). Zivaniya ve bunun yanında yenilen köfter ve sucuk kültürüyle büyüdük biz. Bağımız olmasına rağmen artık zivaniya yapmıyoruz; ama paluze, köfter, sucuk yapmaya devam ediyor annem.

(Şunu da ekleyelim ki ev yapımı zivaniya, şarabın aksine, sağlığa zarar verici derecede ayarsız olabileceği için, fabrika üretimi olanı makbul.)

Şarap da zivaniya da üzümden üretiliyor, yani ikisinin de anası aynı, ama mizaç olarak o kadar farklılar ki. Her yudumunda ciddi bir güç bulunduran zivaniya yasaklı bir içki, öte yandan şarap Hıristiyanlık tarafından kutsallık mertebesine çıkarılmış.

İtalyanların grappa’sı ve Yunanlıların rakı’sıyla akrabalığı var zivaniyanın.  

Mevsimine göre farklı meyvelerle, yemişlerle zivaniya içenler gördüm (karpuzla, kirazla, çalayla bile). Beni atalarımla buluşturan bu içkiyi, en çok sonbaharda, yanında tatlı narla içmeyi severim.

 

İHP – İçen Halkın Partisi

Benim ilk gençliğimde ve sonrasında gittiğim köy meyhanelerinde İHP – İçen Halkın Partisi diye bir partiden konuşulurdu. Meyhanede içen herkes bu partiye üyeydi, hep bir ağızdan ona övgüler düzülürdü. O zamanlar biraz da meyhanecinin karakteri, renkli kişiliği, eksantrikliği için seçilirdi gidilecek meyhaneler. Öyle meyhaneciler pek kalmadı. Günümüzde meyhaneler, köy meyhaneleri bile tek-tipleşti, masaya getirilenler de tek-tipleşti artık. Hâlâ içmeye devam ediyor halk, ama içme şekli değişti.     

Ve merak ediyorum, ne oldu İçen Halkın Partisi’ne?

 

*Zivaniyayla ilgili mani bulamadım; bunu ben uydurdum.

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri