Bir mekan sadece bir mekan değildir. Aynı zamanda tarihseldir ve yapıldığı dönemde egemen olan değerlerin de taşıyıcısı, yeniden üreticidir.
Mekanın mimarisi dahi zamanın ideolojik karakterini yansıtır, zamanın ruhunu içinde barındırır. Söz konusu mekanlar egemen iktidarın mekanları ise, bu durum daha da bariz bir hal alır. Çünkü iktidarın elinin dokunuşuyla şekillenen bir yapı, egemenin içinde barındırdığı ve arzuladığı tahakküm ilişkilerini de genişleterek, “başka bir mekanın” mümkün olmadığı dayatmasında bulunur.
Bir iktidar mekanı veya yapısı toplumdaki asimetrik ilişkilerin kurumsallaşmasının, bedenleşmesinin; zamana, bağlama ve sürekli içi doldurulan boşluğa vurulan bir mühürdür.
***
İktidar mekanları toplumsal hafızaya ve kolektif belleğe yönelik bir müdahaledir. Herhangi bir iktidar yapısını inşası aynı zamanda bellek ve hafıza inşasıdır. İnsanların ve toplumların benliklerine, kimliklerine, anlam dünyalarına eklenen bir tuğladır. Bu anlamıyla iktidar mekanları, söylem üreten, mesaj gönderen, ürettiği söylemin ve iletildiği mesajın da sıradan insanların bedenlerinde kemikleşmesini hedefleyen yapılardır.
***
Herhangi bir iktidar mekanının en önemli özelliklerinden biri size sürekli olarak bir şeyler söylemesi ve hatırlatmasıdır. Ve bunu çoğu zaman da siz fark etmeden yapıyor olmaktadır. Statü, zenginlik, güç, iktidarın sarsılmazlığı, kalıcılık, sonsuzluk, Türklük, İslamcılık, devlete adanmışlık, milletin bütünlüğü, düşmanın varlığı, güvenliğe duyulan ihtiyaç, istibdat, sömürgeciye saygı ve uyum… Liste uzar da gider…
***
Türkiye devleti tarafından, Kıbrıs’ın kuzeyine yapılacak olan yeni “Cumhurbaşkanlığı Sarayı” birçok açıdan bir mekan ve bir yapı olarak ülkedeki tahakküm, iktidar ve egemen değerleri içinde barındırmakta. Ne yazık ki muhalefetin geneli yeni saray meselesini dar bir “ekonomik durum böyleyken saraya ne gerek var” argümanından öteye taşıyamayarak tartışmakta.
Aslında bu tartışmanın kendisi bile, tartışmayı yürütmeye çalışan kesimlerin Kıbrıs’ın kuzeyindeki iktidar ve tahakküm yapıları ile ne denli bir uyum-normalleştime içerisinde olduklarını gösteriyor. Bu ayrı bir yazı konusu olarak bir köşede dursun. Saray meselesine sadece ekonomik boyutu ile karşı çıkılamayacağını açıklamaya çalışalım.
***
Yapılması planlanan yeni cumhurbaşkanlığı sarayı AKP’nin Kıbrıs’ın kuzeyindeki meydan okuyuşunun sembolüdür. Türkiye’de yeni cumhurbaşkanlığı sarayı nasıl ki Erdoğan’ın istibdat rejiminin bir tecellisi, sembolü ve heybeti olarak inşa edilmişse, Kıbrıs’ın kuzeyindeki yeni saray da, Türkiye devletinin-AKP’nin buradaki gücünün ve iktidarının bir anlatısı, yeni kktcnin sembolü olarak yükselecektir.
2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden itibaren yaşananlar aslında toplu bir güç devrinin örnekleri olarak gözlerimizin önünde sıralanıyor. Kıbrıslı Türklerin sahip olduğu neredeyse her güç ve yönetim kırıntısı bile hızlıca AKP’li heyetlere, Türkiye devletinin kurumlarına ve devletine devrediliyor. Bu devir süreçlerinin yaşanamadığı veya tıkandığı noktalarda ise devreye tehditler ve yıldırma yöntemleri giriyor. İşte ‘saray’ gündemi de bu güç ve irade devir tesliminin sembolik bir metaforu olarak gözlerimizin önünde şekillenmekte. Çünkü saray aslında tam da kktcnin yapısal düzeninin Kıbrıslı Türkleri getirdiği son aşamanın bedene bürünmüş halidir. Saray bir nevi meydan okumadır. “Buralarda bizim sözümüz geçer” anlayışının yüceltilmesi, gücün kutsanması, var olan tahakküm yapısının ve asimetrik ilişkilerin pekiştirilmesidir.
***
AKP iktidarı Kıbrıs’ın kuzeyinde eğitim, din, kamusal yaşam, kültür ve ekonomi alanlarında gittikçeTürkiye’ye benzer bir yapı oluşturmaya çalışıyor. İdeolojik, kültürel, ekonomik ve siyasal çok boyutlu bir dönüşüm süreci organize ediliyor. Yeni ‘saray’ı da bu dönüşümün bir parçası, hatta bir nevi taçlandırılması olarak değerlendirmek lazım.
Çünkü ‘sarayın’ bize söylediği bir şeyler var. Saray, “ben geçici 10. maddeyim” diyor. Saray, “Türkiye’de ne olacaksa burada da o olacak” diyor. Saray, “İnsansız Hava Araçları” diyor, “Akdeniz’de fosil yakıtlar”, “Kıbrıs’ta iki devletli çözüm” diyor… Saray bize “Camiye giden çocuklara bisiklet bedava” diyor, “Ey Anayasa Mahkemesi, o kararı değiştir” diyor…
Daha neler diyor, “Seçimlere müdahale ettik, tehdit ettik, kazansan da kaybedeceksin” diyor, “Demokrasiye gerek yok, tek adam rejimi yeter” diyor, “İhaleler Türkiye’de” diyor, “Maraş’ı açacağız”, “Yeteri kadar müslüman değilsiniz”, “Daha fazla özelleştirme, daha fazla yoksulluk, daha fazla iktidar daha fazla kurumsuzlaşma, daha fazla ekolojik talan” diyor…
Saray bize gazetelere taş atanların protokollerde oturabileceğini söylüyor, “ifade özgürlüğü yargılanacak” diyor… Saray bize, “Sizi biz kurtardık, uslu çocuk olmalısınız”, Saray bize “arka bahçe, daha fazla dünyadan kopuk yaşam, daha fazla araf, daha fazla biat ve daha buhran” diyor…
Listeyi uzatmak mümkün.
Saray bize kısaca “Ben AKP’yim ve buradayım” diyor.
***
Türkiye’deki Saray Rejimi’nin kopyasını burada da uygulamakta. Neredeyse kktc devletinin kurumlarının ve yasalarının dahi atlandığı, yok sayıldığı ama sürekli olarak da birilerinin ayrı bir iktidar-yönetim-örgütlenme mekanizması oluşturduğu koşullarda tüm demokratik süreçler ve kurumlar da doğallığında sakatlanmış olur. Şu an Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşadığımız süreç de buna benzer bir süreçtir.
Yer yer kktc devletinin beslediği ama yer yer de bundan ayrılan ve kendi kuralını-yasasının dayatan yeni bir iktidar/toplumsal örgütlenme yapısı inşa edilmekte. Yapılması planlanan saray işte böylesine bir rejimin mührü olacaktır. Özgürlükten, barıştan, sosyal adalet ve eşitlikten yana olan Kıbrıslı Türklerin mücadelesine vurulmuş kızgın bir mühür!