“Lefkoşa’nın Geçmiş Yılları” başlıklı Facebook sayfasında Chris Hacıvasiliu bir fotoğraf yayımlıyor ve bu fotoğraf beni gençlik günlerime götürüyor... Hacıvasiliu, bu fotoğrafla ilgili olarak şöyle yazıyor: “Bir başka etkileyici ev, bu rezidansta eski Lefkoşa’nın geleneksel öğelerinin, neoklasik mimari öğelerle karışımını görebilirsiniz. Bu rezidansın mimarı da büyük olasılık yine Theodoros Fotiadis’tir...”
Chris Hacıvasiliu bu fotoğrafı RİK’in siyah-beyaz fotoğraf arşivinden paylaşmış... İlgilenenler için buraya link’ini de koyalım:
Fotoğraf “digital-herodotus.eu” internet sayfasında paylaşılıyor ve 1950’li yıllarda çekilmiş olduğu söyleniyor...
Bu bina benim hayatımda önemli bir rol oynamıştı, pek çok başka insanın hayatında rol oynadığı gibi... Bugün bu binadan ve benim için ne anlama geldiğinden söz etmek istiyorum...
BELİĞ PAŞA KONAĞI
Fotoğrafta görülen ev, “Beliğ Paşa Konağı”dır ve ünlü Beliğ Paşa ailesine aitti... Hatırladığım kadarıyla Beliğ Paşa, ailesiyle birlikte Mısır’dan gelmişti, zengin ve etkili bir kişiydi, arazileri, malları, binaları vardı... Yine hatırladığım kadarıyla bu konağı kızlarından biri için yaptırmıştı aile... Sonraları bu bina, ilerici bir okul olarak işlev görecekti...
KÜTÜPHANE
Daha sonra da Kıbrıs Türk Milli Kütüphanesi binası olarak işlev görecekti, bu kütüphanede rahmetlik anneciğim Türkan Uludağ, “sorumlu kütüphaneci” olarak görev yapmaktaydı. Kıbrıs Türk Milli Kütüphanesi binası önceleri Kardeş Ocağı’nın tam karşısındaki Evkaf’a ait bir binadaydı – köşe başındaki bu bina bir kütüphane için pek uygun olmadığından (çok küçüktüm, belki 3 yaşlarında falandım, binanın dar ve uzun bir bina olduğu aklımdadır), kütüphane Beliğ Paşa Konağı’na taşınacaktı. O dönemlerde yanılmıyorsam yine buraya çok yakın olan Vedia Barut’un dükkanının yakınında bulunan Halk Kütüphanesi kapanmış ve iki kütüphanenin kitapları birleştirilmişti.
Rahmetlik anneciğim Beliğ Paşa Konağı’na taşınan Milli Kütüphane’nin tüm kitaplarını bizzat elden geçirerek “Dewey” sistemine göre tasnif edecek, kitapların sırtına bu sisteme göre tasnif kodlarını yazacak, kitapların arka kapağının iç yüzeyine basılı, cepli bir kart taşıyıcı yapıştıracak, kitabın bilgilerini içeren kartçık da bu cepli kart taşıyıcıya girecekti. Kütüphanenin üyelerini de bir deftere kaydederek onlara üyelik kartı vermek, annemin göreviydi. Bu yüzden bütün kitapların kartlarında ve bütün üye kartlarında rahmetlik anneciğimin güzel, okunaklı el yazısı vardı. Okunaklı yazmaya çok özen gösteren bir insandı annem... Bir üye bir kitap alacağında anneme gider, kitabı ve üye kartını verirdi, annem cepli kart taşıyıcıdan kitabın kartını alır, cepli kartın üstüne de bir mühür vururdu. Aklımda kaldığı kadarıyla genellikle 15 gün bir süre verilirdi kitabı okumak için... Üye kitabı geri getirdiğinde de kitabın kartı bulunup yine cepli kart taşıyıcıya konur ve kitap raflardaki yerine geri konurdu...
1.Beliğ Paşa Konağı'nın bu fotoğrafı 1950'lerde çekilmiş... Foto RİK...
DEWEY SİSTEMİNİ KÜTÜPHANEYE ANNEM GETİRDİYDİ...
Annem kitapları sınıflandırma sistemini kendi çabasıyla, Ankara’daki Milli Kütüphane’de 15 günlüğüne – kendi cebinden – kursa giderek öğrenmişti. Abim Alper Uludağ üniversiteye Ankara’da, ODTÜ’de gidiyordu... Annem de bunu fırsat bilerek bu sistemi orada öğrenmişti. Ayrıca yine kendi çabasıyla Kıbrıs’taki Amerikan Kütüphanesi’nden de “Dewey” sistemi hakkında incelemelerde bulunmuştu. Kıbrıs Türk Milli Kütüphanesi ile Kıbrıs’taki Amerikan Kütüphanesi arasında güzel bir işbirliği tesis etmişti annem. Amerikan Kütüphanesi’nde görev yapan Süheyla Hanım’la iyi arkadaştılar. Bu kütüphaneden Milli Kütüphane’ye zaman zaman kitap bağışı yapılmaktaydı... Bu İngilizce kitapları da kaydetmek, tasnif etmek ve raflara yerleştirmek yine annemin işiydi...
BÜYÜLEYİCİ AYTAŞLARI KÜTÜPHANEYE GELİYOR...
Amerikan Kütüphanesi ile Milli Kütüphane arasında işbirliği o kadar güzeldi ki, zaman zaman burada çeşitli sergilerin açıldığını da hatırlarım. Örneğin aya ayak basılması, aya ilk basan astronotların getirdiği ay taşları bütün dünyada sergilenirken, Sarayönü’nde, Beliğ Paşa Konağı’ndaki Kıbrıs Türk Milli Kütüphanesi’nde açılan bir sergide de Kıbrıslıtürkler’in beğenisine sunulmuştu... Bu sergide aya ilk kez ayak basılması vesilesiyle çıkarılan hatıra paralardan oluşan bir tablo ve bazı broşürler ve kitaplar da dağıtılmaktaydı.
Aytaşını ilk kez işte bu konakta, kendi gözlerimle görmüştüm... Herhalde 11-12 yaşlarında olmalıydım... Gözüme pırıl pırıl gibi gelmişti aytaşı... Gökyüzüne her baktığımda, aydedeyi gördüğümde, o astronotların orada yaşadığı deneyimi hatırlayacaktım uzun süre...
Kütüphanede annemden başka Hatice Hanım ve Muvaffak Bey de çalışıyordu... Hatice Hanım kütüphane memuruydu, Mufaffak Bey de sanırım kütüphane müdürüydü...
Eğitim Bakanlığı’na bağlı olan bu kütüphane için zaman zaman annem kitapçılardan kitap alırdı, listeler hazırlar, bunları herhalde onaylattırır, yeni kitaplar geldiğinde onları da kaydedip raflara yerleştirirdi.
Beliğ Paşa Konağı, olağanüstü bir binaydı, bir konaktı bu... Kapılarda hep aynalar vardı... Büyük çift kapılı bir kapıyı anahtarıyla açardı annem sabah erken ve mermer merdivenlerden üst kata çıkardık. Ara katta yine büyük bir ayna ve oymalı demirlerden süslemeleri vardı. Merdivenlerin trabzanları da pürüzsüz bir tahtadan ve altta da süslemeli demirlerdendi... Zemin de hep mermerdi aklımda kaldığına göre...
Hatırladığım kadarıyla üst katta altı oda ve bu odaların açıldığı büyük bir salon vardı tam ortada... En büyük oda, annemin odasıydı... Bu odada ansiklopediler dururdu ve özellikle her gün ödev yapmaya gelen öğrencilere annem araştırma yapmaları için yardım ederdi... İlgili ansiklopediyi bulur, ilgili sayfadan ödev konusu aranan bilgiyi de öğrencilere verir, onlar da oturup bu bilgiyi kendi defterlerine yazarlardı...
Bir oda Muvaffak Bey’in odasıydı, “müdür odası” ve orada bir şey yoktu. Diğer odalarda raflara dizilmiş kitaplar dururdu.
KLASİKLER, MOLİERE OYUNLARI...
Benim en sevdiğim oda, orta yerdeki odaydı – bu odada Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı klasik kitaplar dururdu... Bu kitapların tümünün de kapakları beyazdı, çok sade kapaklardı bunlar. Bu klasikler arasında tiyatro oyunları da vardı, örneğin Moliere’in bütün eserleri gibi... Ben bu klasikleri raf raf okuyup bitirirdim... Bu odanın tam karşısındaki odada Hatice Hanım otururdu, daha önceleri Halk Kütüphanesi müdiresiydi Hatice Hanım... Mavi gözleri, beyaz bir teni vardı, tombuldu... Tırnakları her zaman ojeliydi... Bir zamanlar çok çarpıcı bir güzelliği olmalıydı... Bir kızı, bir oğlu vardı – Mehmet Savarona ve Şifa Hanım... İşte bu odada dizi dizi çizgi romanlar, çocuk kitapları dururdu... Kaan’lar, Tarkan’lar, Kemal Tuğcu kitapları vesaire vesaire... Her çeşit çocuk kitabı, bu odadaydı. Bunları da tüm rafları sıra sıra okuyup bitirirdim...
(Devam edecek)