Öyle bir an geliyor ki acı bir anlama bürünüyor evren. Gündelik hayatın dertleri önemini yitiriyor. Sonsuzluğun nefesi dokunuyor içine. Bir gün varken bir gün yok ya insan… Bir bakıyorsun ölüm gelivermiş birden. Bütün hayat gürültüsünü susturan ölüm… Bir cenazede, bir mezarlıktasın… Bir kalabalığın içindesin, bir veda şarkısının içinde.
Sayısız cenazeler geliyor aklıma... İç parçalayan çığlıklar, Kalbi parçalayarak dökülen göz yaşları. Gidenin bırakılmak istenmeyen eli. Onu karanlıktan çekip alamamanın çaresizliği.
Bazı insanlar ölüm her neyse tam da tersine benziyor onun. Ah Lena, seni anlatırdım bir melek anlat deseler. Barışı anlat deseler senin kalbindekini anlatırdım.
Koro en sevdiğin şarkıyı söylüyor. Sen şimdi karşıda durmuş, dans edercesine yönetiyor olmalıydın onu. Bütün tınıları bedeninde hissederek, parmaklarınla sonsuzluğa ileterek…
Hikâyeyi çok iyi biliyorum. Yarattığın mucizeye tanık oldum. Kalbindeki aşkla, tutkuyla mümkün kıldın bunu.
Şimdi nasıl da zor veda etmek. Öyle bir cenaze ki bu, bir yas ritüelinden çok bir hayatı kutlama festivali gibi. Bir gözyaşı şenliği, bir güzellik övgüsünün ağıtlarla buluşması.
Şarkılar içinde çiçeklerle çevrili bir yolda yürüyorsun ve son kez gülümseyerek el sallıyorsun bize. Ben gidiyorum, siz devam edin, sakın bırakmayın der gibisin.
Bir melek gibi uyuyorsun tabutunda, sana benzeyen beyaz güller atılıyor üstüne. Yağmur yağıyor sonra. Şarkılarla veda ediliyor şarkıların kraliçesine. Kırılan kalpleri, gerçekleşmemiş hayalleri anlatıyor şarkılar. Sen kalbin durmuş ama senin için çarpıyor her bir kalp.
Cennet kurgusunun nereden çıktığını anlıyor insan. Nereye gidebilir ki böyle sevilirken ayrılanlar? Çiçekli bahçeler, şakıyan kuşlar yaraşır onlara. Sen nasıl da yaraşırsın böyle bir bahçeye.
Gidiyorsun ama buradasın Lena. Karanlıkta değil aydınlıktasın çünkü karanlık çelişir senin kim olduğunla. Karanlık en az benzeyendir sana. Beyaz elbisenle yürüyorsun ve çiçekler yağıyor üstüne.
Senin hikayen anlatılacak hep ardından. Bölünmüş bir adada bir birleştirici olarak. Şarkıların bir kraliçesi vardı onları barışa armağan etti denecek. Türkçe, Rumca şarkıları dikenli tellerin, duvarların üstünden geçirdi, onları barışın sonsuzluğuna armağan etti denecek. Adı Lena’ydı. İki toplumlu koronun efsane şefiydi o; dans ederek yönetirdi koroyu. Tüm güçlüklere göğüs gerdi, hiç yılmadı denecek.
Lena bir barış meleğiydi diye anlatacaklar yıllar sonra. Şarkıları yönetirken şarkıların kendi olurdu o. Notalarla kanatlanırdı bedeni. Bir melek olup yükselirdi gökyüzüne.
Bir hayali vardı ülkesi için ama o gerçekleşmeden öldü diyecekler. Son sıralar umutları kırıktı belki de o yüzden gitmiştir diyecekler.
Ama her giden gitmiyor Lena. Çünkü bir bedenden fazlasıyız hepimiz. Ben ölürken çoğaldığını gördüm senin. Kalplerde, hayallerde çoğaldığını gördüm. Ölürken bir şiire, bir şarkıya dönüştüğünü gördüm. Ölürken bizi teselli etmeye çalıştığını gördüm. Gülümsüyordun bize sevgilinin göğsüne bastırdığı fotoğraftan; bunu gördüm.
Hoşça kal ve hoş geldin Lena. Seni kaybederken kim olduğunu bir kez daha hatırlattın bize. Kalplerimizdeki barış kahramanları köşesine hoş geldin. Şarkıların ruhuna, şarkılar bahçesindeki çiçekli tahtına hoş geldin.
Giderken bir melodi olarak geri döndün Lena. Yaşarken bile kanatların vardı senin. Şimdi uçuyorsun hayallerin gökyüzünde. Bir armağandın barışa ve hep öyle kalacaksın. Hoşça kal şarkıların altın kalpli kraliçesi.