*** Dr. Derviş Özer’in savaş karşıtı öykülerinin toplandığı “Ona Selam Söyle” başlıklı kitabı, Khora Yayınları tarafından yayımlandı…
Dr. Derviş Özer’in YENİDÜZEN’de, yazı dizimiz “Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler”de zaman zaman yayımladığımız savaş karşıtı öyküleri, Khora Yayınları tarafından “Ona Selam Söyle” başlığıyla yayımlandı… Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan kitapta, “kayıplar” ve savaşa dair öyküler yer alıyor…
Kitabın editörlüğünü şair Gürgenç Korkmazel’le birlikte biz yaptık ve Mine Balman’la birlikte yayına hazırladık. Tashihi Besim Baysal yürüttü. Kitap kapağını ressam Nilgün Güney düzenledi. Kitap kapağındaki resim ise bir süre önce İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Katliam ile Savaş Kurbanları Örgütü “Birlikte Başarabiliriz” ve Nilgün Güney Atölyesi’nin sekiz aylık atölye çalışmaları sonucu genç ressamların açtığı “Gerçeğin Rengi” resim sergisinden bir resim. Resim “Komikebirli Panayota Hanım” adını taşıyor ve genç ressamlarımızdan Eda Gökçe tarafından yağlıboya olarak çalışılmış…
Abohor (Cihangir-Ebiho) doğumlu Dr. Derviş Özer’in kitabına bir giriş yazısı da biz yazdık ve şöyle dedik:
“Bir gün telefonum çalmış, beni aramıştı… Görüşmek istediğini, anlatacak şeyleri olduğunu söylüyordu…
Sıcak bir yaz günüydü – apar topar gazeteye, YENİDÜZEN’e gitmiştim ve buluşmuştuk. Kaç sene önceydi? Bunu hatırlayamıyorum…
Konuşması tıpkı bir sayıklama gibiydi – bir sel gibi akıyordu sözcükler ve gördüklerini, bildiklerini, yaşadıklarını anlatıyordu…
Ardından öyküleri gelmeye başlamıştı – bunlar Kıbrıs’ın kuzeyinde ve güneyinde yazılan öykülerin en muhteşemiydi çünkü insaniydiler… Bir çocuğun gözünden ister Kıbrıslıtürk, ister Kıbrıslırum olsun, insanların acılarını ayırım gözetmeksizin damıtan öykülerdi… Böylesi bir öykücüye ne kuzeyde, ne güneyde henüz rastlamamıştım: Derviş Özer bu anlamda bir “ilk”ti…
Onu yazmaya teşvik ettim ve o da yazdı… Bu öykülerin pek çoğunu YENİDÜZEN’de “Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler” başlıklı yazı dizimin yayımlandığı sayfada yayımladık. Pek çok tepki aldık: Pek çoğu olumlu, bazıları öfkeli, kimisi olumsuz… Derviş Özer’in öykülerini İngilizce’ye çeviriyordum, çevirmenim bunları Rumca’ya çeviriyordu ve Kıbrıs’ın güneyinde yayımlanan POLİTİS gazetesinde de zaman zaman bu öyküleri Kıbrıslırum okurlarla da buluşturuyorduk…
Tüm bu öykülerin özelliği, hepsinin gerçeğe dayanmasıydı…
Anlattıkları gerçekti, gerçekten yaşanmıştı, fantazi değildi…
10 yaşlarında bir küçük çocuk savaşı kaydetmişti – savaşın bütün dehşetini, bütün trajik yönlerini ve savaşın bütün etkilerini… 10 yaşındaki bir çocuk köy yollarında koşup oynarken karşılaşmıştı savaşla ve onu kayda almıştı küçücük beyninde, olağanüstü yüreğinde…
Şimdi o çocuk büyümüş, yetişkin olmuştu ve yaşanmış savaşların bütün yaralarını iyileştirmek, en başta da tanık olduğu vahşetin yaralarını iyileştirmek için kaleme sarılmıştı: Yazdıkları aslında bir tedavi süreci gibiydi – yazdıkça savaşın ona bulaştırdığı zehiri azar azar belki yüreğinden atabilirdi…
Bir “kayıp” insanın – ister Kıbrıslıtürk, ister Kıbrıslırum – ya da bir “kayıp” yakınının neler yaşadığını hissettiriyordu bize… Öykülerini okurken tüylerim diken diken oluyordu – Derviş Özer iyi bir yazardı çünkü bize başka insanların neler hissetmiş olduğunu, neler hissetmiş olabileceğini tüylerimizi diken diken eden bir yalınlık ve gerçekçilikle aktarabiliyordu: Ben Kıbrıs’ta şimdiye kadar hiç böylesi bir “öykücü”yle karşılaşmamıştım…
Savaşta yaşanmış traji-komik olayları çocuk gözüyle aktarıyordu bizlere – ganimet edilmiş bir papazın giysilerini bayram namazında giyen bir köylünün öyküsü olsun, “milliyetçi” bir piyesi saheneye koymaya çalışan köylülerin içine düştükleri tuhaf durumları olsun hiçbirşey çocuk gözlerinden kaçmamıştı – o bunları yakalamış, kaydetmişti belleğine… Ve işte şimdi de bunları yazıyordu, hem de çalakalem değil, yüreğinde iz bıraktığı şekilde yazıyordu ve tüm bunları bize hissettiriyordu…
Tüm bu öyküleri bir araya toplamak, bunları kitaplaştırmak fikrini ortaya attım ve o da kabul etti.
Çok sevgili, çok değerli arkadaşım Mine Balman yardımcı oldu ve işte bu kitap ortaya çıktı…
Bu kitabın mutlaka Rumca ve İngilizce de yayımlanması gerek…
Bu adacıkta herkesin okuması gerek bu öyküleri ki savaş denen vahşet bir daha yaşanmasın diye görüş birliğine varabilelim…
Savaş denen vahşet 10 yaşındaki Derviş Özer’in kalbini kırdı: O, yaşadıklarını bu öyküleri yazarak aşmaya çalışıyor – savaşın çocukları nasıl etkilemiş olduğunu anlatıyor bize, tabii bunları yüreğimizle duyabilirsek eğer…
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Derviş Özer, Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’a örnek oluyor: Çocuk gözüyle savaşın etkilerini anlatırken, öykülerinin insancıllığıyla her iki toplumu da kucaklıyor: “Taraf” tutmuyor, o yalnızca “savaş” denen, yakıp yıkan, ağlatan, yaralayan, öldüren, kanatan, parçalayan, mahveden “canavar”a karşı sözcükleriyle karşı duruyor…
Savaş karşıtı bu öykü yazarı, savaşın açtığı yaraları sarmak için girişim yapıyor: Yaşanmış en korkunç acıları dile getirerek, savaş travmalarının aşılması için adım atıyor.
Dr. Derviş Özer’i selamlıyorum: Bu toprakların en büyük ihtiyacı olan barışın kurulmasında, öyküleriyle bir temel döşemeye çalışıyor…
10 yaşındaki küçük “Don Kişot”, Kıbrıs’ta savaşı üreten yeldeğirmenlerine karşı kalemiyle savaşıyor!
Onu herkes okumalı, herkes bu öykülerin nasıl olup da ortaya çıktığını düşünmeli…
Bu adada “barış”ı kuracaksak eğer, Dr. Derviş Özer’in kaleme aldığı öykülerdeki hissiyat, bize yol göstermeli…" Pazartesi devam edecek