Savaşın hangi yüzü güzel olabilir ki.
Tamamıyla insanlık açısından “yüz karası” bir yüzü vardır.
Savaş; mağdur insanlar, hüzünler, acılar, kayıplar, göçler yaratırken, diğer yandan psikopatlar, caniler ve barbarlarını da yaratmaktadır.
Bundadır ki savaşı olduğundan daha da iğrenç yapan.
Bu iğrenç, insanlık ayıbı hatırlaları ilk Sevgül Uludağ arakadaşımın yıllara dayann röportajlarını bu gazetemizde okuyarak yüzleşmiştim. Ben 1974’de 10 yaşımda, savaşı, esirliği ve göçü yaşayarak çocukluk anılarını salt bunlarla hatırlama durumunda kalanlardan sadece biriyim. Ve okuduklarımdan anlıyorum ki, savaşın mağdurları ve yaşadıklarıyla hayatta var olan binlerce, on binlerce kişi varmış bu ada’da. Hem de ne acılar geçirerek.
Kıbrıslı yazar Panikos Neokleus’un Türkçeye çevrilen yayını “Kıbrıs, 1974’de Göz Ardı Edileler” kitabını okuduğumda, Kıbrıslı Rumların gerek darbe sırasında gerekse 20 Temmuz 1974 savaşında yaşadıklarına tanık olmuş, hayretler içerisinde kalmıştım. Bundan etkilenerek “Madalyonun diğer yüzü” diye bir makalemi o günlerde yine sizlerle paylaşmıştım. Bugünlerde fırsat yaratarak okumaya başladığım ve 2011 yılında Kıbrıslı Türk okurla buluşan “Tarihe Işık Tutan Anılar, 1955-1974 Kıbrıs”, yine Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum’ların savaş anılarına yer vermektedir. Yine savaşın çirkin yüzü açısından ibret verici bir eser. Tüm bunları bu ada insanları nasıl yaşadı diye insan kendisine sormaktan kaçamıyor.
Kitaptan iki alıntıyı sizlerle paylaşacağım. Birincisi, Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamının tanıklarından Ahmet Aşır’ın anıları, diğer ise Aşa yani Paşaköy’deki savaş tanığı Yannos Dimitriou’nun gördüklerini, duyduklarını belgeleyen, Dimitriou’nun bizlere sunduğu bir Türk askerinin anlatıları...(bu anlatılanlarla Kayıplar Komitesi’nin çalışmalarında bilgiler doğrulandı)
“... 11 yaşlarına yakın bir çocuk, birkaç iş yapmak için amcasıyla beraber tarlaya gitmişti. Marata (Muratağa) ve Sandallar arasındaki çöplükten geçerken oradan gelen şiddetli pis kokuyu ve eskiden olmayan bir değişikliği fark etmişler. Bütün çöpler tek bir yığın halinde toparlanmış. Çocuk çöp yığınına yaklaştığında...değişik iki cisim görmüş. Bunlar farklı çocuklara ait kesilmiş iki tane el imiş... kazı esnasında tüyler ürpertici bir görüntü ile karşı karşıya kaldık. Yalnızca çöplerle ört bas edilmiş ve çoğunlukla çocuklara ait onlarca kafasız ve elsiz kolsuz çocuk bedeni gördük. Kurbanlardan kimileri tel ile birbirlerine bağlıydılar. Bir telle birbirlerine bağlı tam on kişiyi saydığımız oldu. 10 yaşın altındaki tüm erkek çocukların neredeyse tümünün başı kesilmişti...o çöplükte toplam 92 kişi vardı; çoğu kadın ve her yaştan çocuktan oluşmaktaydı...”
(Ahmet Aşır)
“Birkaç gün sonra, esirleri götürdükleri askeri kampta hiç yer olmadığı gerekçesiyle, bizim bölüğe yaklaşık 70-80 Kıbrıslı Elen getirdiler... Orada komutanımız Mehmet’in... üstleriyle yaptığı telsiz konuşmalarını duydum. Komutanımız, esirlerle ne yapacağını sordu. Onlar bölük için hem beslenme açısından ama özellikle himayeleri açısından problem teşkil ediyorlardı. Aldığı direktif şuydu ‘hepsini trene yükle!’. Bunu duyan bir kişi bu emrin ‘esirleri infaz et’ anlamına geldiğini hemen anlar...Bilal..., herhangi bir rütbesi olmayan Muhammer ve yüzbaşı esirleri alarak üç tane kuyunun olduğu bir bölgeye gittiler. Esirlerin elleri ve gözleri bağlıydı. Bizimkiler otomatik Thomson silahlar taşıyorlardı. Bu üç kuyunun olduğu yer Afanya (Gaziköy) ile Timbu-Kırklar köylerine yakın, yolun biraz aşağısındaydı. Biraz sonra silah sesleri duyuldu...bana infazı anlattı. Övünerek: ‘onları öldürdük, can çekişenleri de kuyuya attık. Orada olsaydın da şişman bir Kıbrıslı Elen’i kuyuya nasıl attığımızı görseydin. Hemen dibi boyladı. Nasıl bir gürültü çıkarttı biliyor musun? Çok komikti, sağ olsun!’...” (Yannos Dimitriou)