Kıbrıs kökenli sanatçı Pınar Yeşilada, bu kez Chapters (Bölümler) sergisinin küratörlüğü için adadaydı. Farklı coğrafyalardan altı sanatçıyı Rüstem Kitabevi sanat galerisinde buluşturan bu sergiye, Batuhan Yüce, Cem Arslan, Gül Ilgaz ve Suzan Batu İstanbul’dan; Amerikalı sanatçı James Lang ve Kıbrıslı sanatçı Pınar Yeşilada Fransa’dan; Kıbrıslı sanatçı Chara Savvidou ise Lefkoşa‘dan katıldı.
Bu bağlamda Pınar Yeşilada ile sohbet etme, kendisini daha yakından tanıma fırsatı buldum. Aslında onun varlığı Rüstem Kitabevi’nde yer alan heykeli ile her zaman bizimleydi. Heykel daima insanın en ilkel halini bize hatırlatmakla birlikte, aslında o günden bu güne ne denli evrim geçirmeyi başardığımızı da sorgulatıyordu. Belki artık dört ayak üstünde yürümüyorduk ama ya zihnimiz … Tüm bunları Pınar Yeşilada ile konuştuk.
“Çocuklar meslekleri ile doğar”
Sanata olan ilgisinin küçük yaşta başladığını anlatan Pınar Yeşilada, meslek seçimine farklı bir bakış açısı getiriyor. Her insanın aslında mesleği ile doğduğunu söylüyor. Sohbetimize böylece başlıyoruz.
“Çok küçük yaşta başladı. Küçük bir çocukken hep resim çiziyordum. Bence çocuklar meslekleri ile doğar. Daha sonra ben çocuklarla çalışırken bunu fark etmiştim. Çocuklar hayatta ne istediklerini biliyorlar. Anne baba yönlendirmesiyle farklı yollara gidebilirler, yollarını şaşırabilirler ama doğuştan öyle doğuyorlar. Böylece üniversite eğitimi için Mimar Sinan Üniversitesi’ne girdim.”
“Adada bir şeyler olduğunu hissediyordum”
Babası Kıbrıslı olan sanatçı çocukluktan bu yana Kıbrıs’ı ziyaret etmeye devam ediyor. Bağları hiç kopmamış. Daha önce yaptığı bir röportajda “aile geçmişimden yola çıkarak ilk hatıralarımda beş yaşında adada bir şeylerin olduğunu fark etmiştim” diyor…
“O zamanlar da adaya geliyordum. O dönemi de hatırlıyorum biraz karanlıktı. Karanlık derken adada bir şey olmuş diyorsun ama ne olduğunu hissedemiyorsun. Çünkü bir çocuğun savaş yada öfke ile ilgili pratiği, yada algılaması olmadığı için ben de algılayamıyordum ama bir şeyler olduğunu hissediyordum. Daha sonra sorular sormaya başladım. o sorular da bende zamanla imgelere dönüştü. Fotoğraflar, heykeller oldu. Duygularımı heykellerle anlatıyorum. Hep bu noktadan yola çıktığımı düşündüm. Tabii şuanda ben beş yaşındayken olan Kıbrıs yok burada başka bir Kıbrıs var. Geçişler başladı. Yürüyerek güneye geçebiliyoruz. Güneyden bir arkadaşımı buraya sergiye davet edebiliyorum. İletişim kurabiliyoruz. Eskiden öyle değildi. Kıbrıs’ın kuzeyi kapalı bir kutu gibiydi. Ancak ben hala kendi işlerim aracılığıyla onun cevaplarını arıyorum. ”
“Dört ayaklı heykeller ilkel insana gönderme yapıyor”
Daha önce de Kıbrıs’ta sergiler açan Pınar Yeşilada , “heykellerim insanlara rahatsız edici görünebilir diye bir ifadeye yer veriyor”. Heykellere baktığımda rahatsızlıktan öte bende ilkel insanı canlandırıyor. Bunun nedenlerini ise savaşlar üzerinden açıklıyor.
“Heykellerim güzel bir kadın değil. İçinde herhangi bir mizah anlayışı yok. Daha karanlık, hayvansı gözüküyor. Onu ifade etmeye çalıştım. tabii dört ayaklılık ile ilkel insana da gönderme yapıyor. Oradan da yola çıkıyor. Nedeni sanırım eskiden sorduğum sorulara dayanıyor. Genel olarak savşla ilgili bir durum bu. Dünyanın pek çok yerinde şuanda savaş var. Benim beş yaşında geldiğim adada o zaman savaş yeni bitmişti ve biz onun ağrılığını çok fazla hissediyorduk. O nedenle dört ayaklı heykeller ilkel insana gönderme yapıyor. Biz aslında tarihte savaşlardan ders çıkarmış olmalıydık. Neden aynı şeyleri tekrar tekrar yapıyoruz. Neden hep aynı şeye geri dönüyoruz. Daha iyi silahlar, füzeler yapmaya çalışıyoruz. Bunun için fabrikalar kuruyoruz. Sanki hiç ders almamış gibi hayvan geçmişimize dönüyoruz. Bu noktada Carl Jung’dan referans alıyorum. Jung der ki insan vücudu hala hayvan geçmişinden izler taşır. Bunu psikolojik olarak başka bir söyleme bağlıyor. Ama fiziksel bir şeyden de bahsediyor. “Hayvan geçmişinden izler taşır” derken Jung insanın aslında o dört ayaklı haline geri döndüğünden bahsetmeye çalışıyor.”
Kollektif bilinç altı, şiddetin toplumlar üzerindeki uzun vadeli etkisi, bellek, sanatçının çalıştığı, öne çıkardığı konular….
“Üzerinde çalıştığım bu kavramlarla aslında ben, kendi hikayemden yola çıkıyorum ama hepimizin büyükbabaları, büyükanneleri zaten dünya savaşlarını da yaşadı. Hepsinin bu konuda hikayesi olmuştur. Savaştan kimse kaçamadı. Türkiye’de de bunları yaşadı. Bitmeyen bir döngüye dönüştü durum. Hayatlarımızda şiddet sürekli körükleniyor.”
“Ali Rüstem’in yaptığı çok önemli”
Rüstem Kitabevinde sanatçı küratörlüğünde açılan Chapters, Bölümler sergisi geçtiğimiz günlerde tamamlandı. İlgiyle karşılanan bu sergi hayli etkileyiciydi.
“Biz, bu sanatçı arkadaşlarımla daha önce de birlikte çalışmıştık. Bu sergi de bir seçki oldu. Mekandan yola çıkarak serginin altyapısı kurdum. Kitaptan yola çıkarak da bu ismi verdim. Her bir sanatçıyı da bir kitabın bölümü olarak düşündüm. Serginin tümü bir kitaptı. Her bir sanatçı da onun bölümüydü. Yerleşimi de ona göre yaptık. Eserler biribirinin içine girdi. Hem eserler farklıydı, hem de paslaşıyordu. Farklılıkların birarada durabilmesiydi. Bazı arkadaşlarım da adaya ilk kez geliyordu. Türkiye’den sanatçı arkadaşlarım yanında Fransa ve Amerika’dan, adanın güneyinden de sanatçılar sergide yer aldı. Böylece çok kültürülü bir sergi gerçekleştirmiş olduk. İlk kez bu şekilde farklı sanatçıları biraraya toplayıp adada bir sergi yaptım. Bu mekan zaten sanatın merkezi. Çok değerli, Ali Rüstem’in yaptığı şey de çok önemli. Eğer böyle bir oluşum olmasaydı, böyle bir kültür merkezi bulunmasaydı, bizler de biraraya gelemezdik. Herşey biribiri ile bağlantılıydı.”