Andrulla Şadi (Dali)
(Bu olay 1998 yılında yaşandı. İki taraf arasındaki geçişler 2003 yılında gerçekleşmeye başladı…)
Bir gün, oğlum Hristo ile birlikte, bazı dalları budakları Yeşil Mevki’ye (Πράσινο Σημείο) atmaya gitmiştik. Bu bahsettiğim mevki, Dali’den Lurucina’ya doğru yer alan, Biberis bölgesindedir. Biraz daha ileride, Bay Savva’nın o meşhur harnıp ağaçları vardır.
İşimizi bitirip tam köye doğru dönmeye hazırlanıyorduk ki, Lurucina tarafından tanıdık olmayan yaşlı bir adamın, eski moda yüksek bir bisikletin üzerinde bize doğru yaklaştığını gördük.
Bizi görünce durup bize Rumca selam verdi. Kendisine nereye gittiğini sorduğumuzda, bize “Polis Gleoba’yı arıyorum. Bildiğim kadarıyla Dali’de oturur” dedi.
Adam, uzun boylu, zayıf, kır saçlı ve birçok Lurucinalı gibi mavi gözlüydü. Rivayete göre, birçok Lurucinalı Lüzinyan soyundan geliyor. Eskiden, köyde birçok karışık evlilikler yaşanmış…
… “Ma sen nerden gelin?” diye sordum yaşlı adama.
“Lurucina’dan gelirim” diye cevap verdi.
“Ma brağıllar sizi da geçersiniz?” diye ikinci soruyu sordum.
“Evet, birçok Lurucinalı ovalardan geçip Dali’ye ve başka yerlere giderler” dedi bize.
Sonra polis Gleoba’yı bulabilmek için bizden yardım istedi. Birkaç ay önce karısının öldüğünü, ölmezden önce kendisine, o hayatını kurtaran adamı bulup mutlaka teşekkür etmesini tembihlediğini anlattı.
“1974’teki darbe sırasında, beniminan beraber iki çobanı, mandralarımızdan alıp Nisu’daki polis karakoluna götürdüler. Dayak attılar bize, sorguya çektiler bizi. Ma biz ne bilirdik da söyleyceydik? Mademki bişey bilmezdik”.
“Bay Gleoba, oradaki polislerden biri, dilerim iyi sıhhatte olsun, oradaki ‘balligarilere’ ne dedi, bilir min? Brağın yahu insanları. Bunlar fakir köylü çobanlardır. Bunların ne suçu var? Brağın genneri dönsünler davarlarının, ailelerinin yanına da günahtır”.
“Aynen öyle oldu. Bizi göyverdiler. Ben da karım ölmezden evvel ona söz verdim diye, bu adamı bulmak için çıkıp Dali’ye geldim”.
“Seni götürelim Rifat dayı. İstersan sen atla arabaya da bisikleti ben süreyim, hep beraber gidelim” dedim.
Bu yüksek, tahminen 60 yıllık bisikleti sürmem kolay olmadı. Kısa bir süre sonra Gleoba’nın evine vardık. Pazar günüydü. Gleoba, çocuklarını, torunlarını yemeğe davet etmiş, kömürleri hazırlamakla meşguldü.
“Bay Gleoba, uzun zamandır seni arayan, seni görmek isteyen bir adam getirdim sana. Bak da seninle gonuşmak ister” dedim.
Gleoba, Rifat dayıya dikkatle baktıktan sonra “Sen”, dedi “O iki çobanla birlikte, 1974’te Nisu polis karakoluna getirdikleri Türksün, değil?”
Rifat dayı cevap verdi: “Evet benim. Araya girip bizi göyvermelerine neden olduğun ve bugün hayatta olmamızı sağladığın için, sana teşekkür etmek için geldim. Karım ölmezden evvel bana, mutlaka seni bulup teşekkür etmeyi tembihlediydi. Ben da onu yerine getirmek için buradayım.”
Bu sözlerden sonra, iki adam birbirine güçlü bir şekilde sarılıp kucaklaştılar. Duygu yüklü o anda gözlerden yaşlar boşanmaya başladı. Hepimiz ağlıyorduk. İnsanlık yüklü, insancıl anlar bunlar. İnsan yüreğinin yaprak yaprak açıldığı, duyguların karşı konulmaz bir şekilde, hiçbir engel tanımadan, hiçbir utanma ya da sıkılma duygusuna kapılmadan akıp gittiği anlar.
Oturup, macunumuzu yedik, soğuk suyumuzu içtik ve kalkıp vedalaştık. O gün fotoğraflar da çektim. Gleoba, fotoğraf çekmemden biraz tedirgin olmuş olacak ki bana, “Bunları umarım bircez gazeteye goymaycan ya!” dedi. “Yok bay Gleoba, yok” diye ona güvence verdim.
Nitekim, o günden yaklaşık bir ay sonra, Atina’da iken, Metro’da telefonum çalındı, bütün fotoğraflar da o telefonun içinde gitti. O fotoğraflar bir daha geri gelmemek üzere kaybolup gittiler, ama o günün beynime kazılan o anıları ilelebet bizimle kalacaklar.
Bu küçük hikayeyi niye anlatıyorum? Darbe sırasında, Türk işgali ile sonuçlanan savaş esnasında, çok sayıda insani olaylar yaşanmıştır. Hem bizimkiler insanlığa yaraşır davranışlarda bulunmuş, hem de karşı taraftakiler, yani “düşmanlar” da insanlığa yakışır birçok olaya sebep olmuşlardır. Her iki tarafın sebep olduğu insanlık dışı cinayetlerin yaşandığı gibi.
Savaşlardır barbar olan, insanlar değil.
Dali - Eylül 2020
(Andrulla Şadi’nin öyküsünü Türkçeleştiren: Artun Gökşan Lurucinalı – Eylül 2020)
Rifat Gargaplumi
Pomo’da yeni kazılar…
Kayıplar Komitesi’nin adamızda yürütmekte olduğu ve gerek 1963-64 “kayıpları”, gerekse 1974 “kayıpları”nın gömü yerlerinin aranmakta olduğu kazılara devam ediliyor.
Geçtiğimiz haftalarda aşırı sıcaklar nedeniyle kazılara birkaç gün ara verilmişti ancak geçen haftadan itibaren kazılar yine kaldığı yerden devam ediyor.
Kayıplar Komitesi’nden edindiğimiz bilgilere göre halen devam etmekte olan kazılar Petra’da (Taşköy), Templos’ta (Temroz – Zeytinlik) iki ekip halinde, Lapta’da, Lefkonuk’ta (Geçitkale) devam ediyor. Maratovuno’da da (Ulukışla) bir tarlada bazı insan kalıntılarının yüzeyde görülmüş olduğu bilgileri üzerine bir kazı yürütülüyor. Lefkonuk’ta çeşitli kuyu kazıları yürütülüyor. Strovulos’taki kazıların yanısıra yeni bir kazı da Pomo’da başlatılmış bulunuyor. Bu kazı da Pomo’da iki “kayıp” Kıbrıslıtürk’ün aranmakta olduğu ve yıllar önce bir okurumuzla birlikte göstermiş olduğumuz bir bölgede yürütülüyor. Sözkonusu Kıbrıslıtürkler, tek “kayıp” milletvekilimiz Cengiz Ratip ile ona eşlik eden Turgut Sıtkı…
Yıllar önce bir şahit, bir okurumuza Cengiz Ratip ile Turgut Sıtkı’yı ikinci kez gömmüş olduklarını iddia ettiği bir alanı göstermiş, okurumuz da bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine bu bölgeyi göstermişti. Burada yapılan kısa süreli kazılarda herhangi bir bulguya rastlanmayınca, okurumuz bir kez daha şahitle konuşmuş ve benzer bir yeri yeniden Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermişti…
Bir diğer okurumuz ise bu konuda başka bazı söylentilere ve iddialara dikkat çekerek Cengiz Ratip ile Turgut Sıtkı hakkında elde ettiği bazı bilgileri bize ulaştırdı. Bu konuda okurumuzla birlikte çalışmalarımız sürüyor…
Kazı ekiplerinde bulunan tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz…
DEVAM EDECEK