Savaşta dahi insan yüreğini koruyan bir emekçi: Ömer Köse… 1

Sevgül Uludağ

Kıbrıslı emekçi, koca yürekli insan Ömer Köse, savaş hatıralarını kaleme aldığı “Bren çantasında 18 kulak” başlıklı kitabında, savaşta dahi insan kalınabileceğini gösteriyor…

 

Onu tanımadıysanız, böyle bir insanın Kıbrıs’taki varlığına çok şaşırabilirsiniz… On parmağında bin marifet olan bu emekçi ve koca yürekli insanın adı Ömer Köse… Taş oymacılığından şömine yapımcılığına, taşımacılıktan kasaplığa, ustalık isteyen her bir işi kendi gayretleriyle öğrenmiş… Ve el attığı işte mutlaka hep başarılı oluyor… Bunun nedeni belki de, sıfırdan değil, eksiden başlayıp, başka birisine değil, sadece kendisine, bu işleri yapabileceğini göstermek… Her bir zorluğu aştığında, daha da güçleniyor çünkü ve kazandığı başarıyla övünmek yerine, yoluna devam ediyor…

Onun hayatı kolay geçmemiş ama elindekilerle mutlu olmayı da biliyor… Herşeyi çok iyi değerlendiriyor – bir yürüyüşe çıktığında, kıyıda sahile vurmuş odunları topluyor örneğin, eski bir koltuğu alıp yenileyebiliyor, emek veriyor. Sabırla emek vermekten korkmuyor… Bu özellik, çağımızda yitip gitmekte olan bir özellik – çevrenize bir bakın, eski meslekler bile yitip gitmiş… Herşey bir “hazır al”, “kullan at”, “uğraşma, at gitsin, al yenisini” gibi tümüyle ithalata ve tüketime dayalı bir kültüre doğru evriliyor. Böyle olunca, emekçiler ve onların yarattıkları da yok oluyor onlarla birlikte…

SABIRLA VE SEVGİYLE TAMİRAT, TADİLAT…

Onu tanırsanız, böylesine insan yürekli, çok çalışkan bir emekçi insanın Kıbrıs’ta yaşamasından ve barış için uğraş vermesinden gurur duyarsınız – aslında olağanüstü bir şey değildir yaptığı, herkesin yapması gerekeni yapar o fakat çoğu insan bu zor yolları seçmediği, hayat bir şekilde onlara daha kolay yaşayabilecekleri koşullar sunmuş olduğu için, onun çabası bir anıt gibi karşınıza dikilir durur ve bunca emek karşısında şaşırırsınız…

Birkaç örnek vereyim size: Çöpte atılı bulduğu herhangi bir dolabı, bir sandalyeyi, bir koltuğu, bir masayı alıp sabırla, sevgiyle tamir eder, onu eski haline getirir, eskisinden çok daha güzel bir hale hatta – sevgiyle cilalar, onarır, tamir eder ve evinde buna bir yer bulup koyar…

Kendi evini de kendi elleriyle yaptığını her fırsatta söyler ve bununla gurur duyar haklı olarak… Taş oymacılığıyla, heykel yapımcılığıyla uğraşır durur…

Evinin bir duvarının dış kaplamalarını şimdi rengarenk taşlarla yapmaya başlıyor, eminim bittiği zaman herkese gururla gösterecek ve herkes onun bu emeği karşısında şaşıp kalacak…

Memleketini seven, zorlu hayatında söylenmek yerine üretmeyi seçen, herşeye sabırla yaklaşıp sonuçta ürünlerini toplayan bir insan Ömer Köse…

 

KOÇERO TEPELERİNDE ARAŞTIRILMAYAN OLASI GÖMÜ YERİ…

Ömer Köse’yle tanışmamız, bundan üç-dört yıl kadar önce olmuştu…

Bana ve Kayıplar Komitesi yetkililerine, Yakın Doğu Üniversitesi karşısında olası bir gömü yeri gösterecekti – bunun için buluşmuştuk… “Koçero tepeleri” denen bu yer tellenmiş, askeri bölgeydi… Aslında Annan Planı’na kadar burası askeri bölge değilmiş, Annan Planı ortaya çıkınca askeri bölgeye dönüştürülmüş ve sonra da tellenmiş… Bölgeyi iyi tanıyan Ömer Köse, bu olası gömü yerini gösterdi göstermesine ancak bu konuda ne yazık ki Kayıplar Komitesi’nde herhangi bir ilerleme kaydedemedik… Kayıplar Komitesi’nin o günkü bir yetkilisi kısa bir süre sonra beni yolda tesadüfen gördüğü zaman, “O yeri kazılacak yerler listesine koymamız çok zordur, hatta bilin, imkansızdır ya!” demişti bana… “Yeni kurallar var… Orayla ilgili başka bir tanık daha bulmazsak, listeye koymayacayık…”

“Keyfiniz bilir” demiştim bu eski yetkiliye… “Biz olası gömü yeri olarak gösterdik – kayda geçirdik bir şekilde… Yazdık, cızdık… Şimdi yapmazsanız, beş sene, on sene sonra dönüp burayı araştırmak zorunda kalacaksınız zaten… Çünkü bir kez gösterilmiş olan bir yer, belleklerden silinemez zaten…”

Bu eski yetkili bu sözlerime gülmüş ve arabasına binip uzaklaşmıştı… Bu arada, sözkonusu yetkili birkaç yıl önce Kayıplar Komitesi’ndeki görevinden ayrıldı…

Bunun gibi göstermiş olduğumuz bazı bölgelerle ilgili olarak bazan çalışma yapılmış, bazan herhangi bir çalışma yapılması belki uygun görülmemişti – bilemeyeceğim… Göstermiş olduğumuz bir olası gömü yeriyle ilgili olarak örneğin aradan 13 sene geçtikten sonra bir telefon alıyorduk Kayıplar Komitesi’nin bir araştırma görevlisinden ve orasının aslında hiç kazılmamış olduğunu, araştırılmamış olduğunu, kendisinin de tesadüfen eski dosyaları karıştırırken burayı bulduğunu söylüyordu. Veya 10 sene önce veya 7-8 sene önce göstermiş olduğumuz yerlerle yeni bilgiler talep ediliyordu – biz de hem üzülüyorduk, hem de seviniyorduk çünkü en azından gösterilmiş olan ve belki de insanların gömülü olduğu veya olmadığı bu yerlerle ilgili bilgiler en azından araştırılıp açıklığa kavuşturulacaktı… “Olası gömü yeri” demek, orada ille de bir veya birden fazla “kayıp” şahsın gömülmüş olduğunu göstermez – orasıyla ilgili bir kuşku, bir söylenti veya bir şahidin tanık olduğu bir şey var demektir ancak her bir kuşku, her bir söylenti ve her bir şahidin tanık olduğu şeyler mutlaka dikkatlice araştırılmak durumundadır. Biz de Kayıplar Komitesi’ne yıllarca bu konuda tümüyle gönüllü olarak, insani bir görev olarak yardımcı olmaya çalıştık. Hala daha yardımcı olmaya çalışıyoruz…

Bizim görevimiz, bu olası gömü yerleriyle ilgili bilgilerin yitip gitmemesi, dosyalarda bastırıp bir köşeye atılmaması ve her bir bilgi kırıntısının dahi çok iyi değerlendirilmesi için uğraş vermektir. Nitekim bu sayfalarda, zaman zaman bu hatırlatmaları yapmaya çalışıyoruz da… Ömer Köse’nin YDÜ karşısında Dikomo’ya giden yolun sağında, askeri bölge içerisinde bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine uzaktan göstermek zorunda kaldığı (çünkü askeri bölgeye giremiyorduk) bu olası gömü yeriyle ilgili olarak da böylece bu vesileyle bir hatırlatma yapmış olalım…

 

KAYMAKLI BAYPASI ÜZERİNDE OLASI GÖMÜ YERİ…

Ömer Köse’nin Kayıplar Komitesi yetkililerine gösterdiği ilk yer bu değildi, onun göstermiş olduğu bir olası gömü yeri daha vardı… 2006 yılında bu olası gömü yerini Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermiş, bir yıl sonra bu yer kazılmış ancak herhangi bir şey bulunamamıştı. Sözünü ettiği bölgeyle ilgili iki farklı şahit bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine çok ayrıntılı bilgiler vermişti... Aslında bu bölgede (Kaymaklı baypas bölgesi diye niteleyebiliriz burayı) savaşta öldürülmüş olanları toplayan bazı Kıbrıslıtürkler, bize Ömer Köse’nin sözünü ettiği noktada da bir Kıbrıslırum’un ölü vaziyette yolun içerisinde yattığından söz etmişlerdi... Ömer Köse’ye göre Kayıplar Komitesi’nin 2007 yılında yaptığı kazıda, sözünü ettiği alanda herhangi bir bulguya rastlanmamıştı – Ömer Köse’ye göre bunun nedeni, kendisinin görmüş olduğu şiroyla açılmış çukura gömüldüğü varsayılan sözkonusu Kıbrıslırum’un gömü yerinin belki de daha sonra değiştirilmiş olmasıydı. Ancak belki de yürütülen kazıda alanı genişletmek gerekmekteydi – anladığımız kadarıyla bu olası gömü yeri yalnızca tek bir sıra halinde kazılmış ve yana doğru herhangi bir genişleme yapılmamıştı. Ömer Köse’ye de bu konuda “Ölüleri daima yol kenarına, arsa kenarına gömerler, arsanın veya arazinin ortasına gömü yapmazlar çünkü ileride ev yapılabilir oraya” diye bir açıklama getirilmişti bir ilgili şahıs tarafından... Bizim de bu bölgede çeşitli şahitlerle göstermiş olduğumuz bazı olası gömü yerleri kazılarak bir şey bulunmamış, bazıları ise henüz kazılmamıştır. 1974’te bu bölgeden Lefkoşa Belediyesi’ne ait çöp kamyonlarıyla bazı “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın toplanarak Ömer Köse’nin işaret ettiği Dikomo yöresinde bir noktaya götürülerek gömülmüş olduklarını da bir şahit yıllar önce bize anlatmış, daha sonra da kendisini Kayıplar Komitesi yetkilileriyle buluşturmuştuk ve daha ayrıntılı bilgi almışlardı...

 

SAVAŞTA DAHİ İNSAN YÜREĞİNİ KORUYABİLEN BİR EMEKÇİ...

Ömer Köse, annesiyle babası ayrılınca, Çocuk Yurdu’na verilmişti... Henüz üç yaşında bir bebekken, ailesinden uzakta Çocuk Yurdu’nda büyümeye başlamıştı... 11 yaşına kadar Çocuk Yurdu’nda hayatını sürdürecekti... Ancak 11 yaşından sonra annesiyle birlikte yaşamaya başlayacaktı ve üvey babasıyla birlikte... Ama hayatını emekçi bir çocuk olarak sürdürmeye devam edecekti – hep çalışacaktı, hep uğraşacaktı, durup düşünmeye fırsatı bile olmayacak, durmaksızın üretecekti... Göçmenköy’de henüz 14-15 yaşlarında bir çocukken, otobüs gelip onun gibi emekçi çocukları toplayıp kendi deyişiyle “köfün çekmeye”, portokal taşımaya götürecekti – portokal bahçelerinde çalışacaktı... AYKO Ayakkabı Fabrikası inşa edilirken, genç bir emekçi çocuk olarak inşaatta çimento taşıyacak, inşaatın hammallığını yapacaktı... Henüz ustalık evresinde değildi çünkü... Ama şimdi bakın, kendi evini kendi yapmış olmakla gurur duyuyor haklı olarak... Bunları havadan elde etmedi, alın terini dökerek yaptı her bir şeyini...

Aile dostumuz olan rahmetlik Kasap Mahmut’un yanında da çalışmıştı – donmuş et getiriyordu Kasap Mahmut... Ardından Kıbrıs’ın güneyinde de çalışmış ve ustası Stelyos Vunyodis’in oğlularından Mihalagis’le çok iyi ilişkileri olurken, öteki oğlu Yorgos’la kötü bir deneyim yaşamıştı...

Yorgos, ona kuzeyde kaç Kıbrıslıtürk yaşadığını sormuş ve Ömer Köse Lefkoşa bölgesini düşünerek kendisine “20 bin” dediği zaman, “iki saatte sizi keserik” demişti... Barikatlar açılır açılmaz, Ömer Köse gidip Yorgos’u bulacak ve onu kendi kendisiyle ve bu söyledikleriyle yüzleşmeye davet edecekti... Yorgos ise, “Beynimiz yıkanmıştı, yüz defa, bin defa özür dilerim senden” diyecekti...

Ömer Köse, savaş hatıralarını kaleme aldığı “Bren çantasında 18 kulak” başlıklı kitabında, savaşta dahi insan kalınabileceğini bize gösteriyor ve örnekleri sıralıyor… Onunla tüm bunları konuştuk, sorularımızı açık yüreklilikle yanıtladı, bu röportajı Kabul ettiği için ona çok teşekkür ediyoruz…

Onunla röportajımız şöyle:

SORU: Ömer bey, kaç yaşındasınız?
ÖMER KÖSE:
15 Ocak 1956 doğumluyum.

SORU: Nerede doğduydunuz?
ÖMER KÖSE:
Girne doğumluyum. Üç sene kaldık Girne’de, ondan sonra Lefkoşa’ya taşındık.

SORU: Nereye taşındıydınız?
ÖMER KÖSE:
Ben, anne-babamın ayrılmasıyla beraber çocuk yurdu beni aldı…

SORU: Yok da…
ÖMER KÖSE:
Çocuk yurdu beni aldı…

SORU: Hiç bilmezdim bunu…
ÖMER KÖSE:
İşte öğrenmiş oldunuz şimdi… Efendime söyleyim, 11 yaşıma kadar çocuk yurdunda kaldım. Ben 11 yaşındayken, bir Ermeni geldi, çocuk isterdi, besleme olarak, beni seçti. Ancak teyzelerimiz dedi bana “Ömer” dedi, “seni ister bu amca” dedi.

SORU: Kaç yaşındaydın o zaman tam?
ÖMER KÖSE:
11 yaşında birşeydim. Yurttaki teyzeler “Ama anneye soracayık. Annen istersa seni, annene vereceyik…” Sonuç itibarıyla anneme sordular, annem aldı beni, üvey baba nezaretinde.

SORU: Annenin adı nedir?
ÖMER KÖSE:
Şahsine…

SORU: Şahsine hanım nereliydi?
ÖMER KÖSE:
O, Kazafanalı…

SORU: Babanız nereliydi?
ÖMER KÖSE:
Babam da Kazafanalı’ydı. Adı Mehmet Köse.

SORU: Yani 11 yaşına kadar yurttaydınız…
ÖMER KÖSE:
Yurttaydık…

SORU: Neredeydi Çocuk Yurdu?
ÖMER KÖSE:
Tekke Bahçesi… Vakıflar Pasajı var ya? Onun olduğu yer… Zaten, Vakıflar Pasajı’nın yapılış tarihi 1971’dir. 1971’e kadar orada yurt vardı, çocuk yurdu…

SORU: Çocuk Yurdu’nda hayat nasıldı?
ÖMER KÖSE:
Orada hayat çok güzel… Gerçekten çok güzeldi.

SORU: Kaç çocuktunuz, tahminen, kabaca yani…

ÖMER KÖSE: Herhalde bir 30-35 çocuk vardı, kızlı erkekli… Ancak belli bir yaşa gelince kızlar ve erkekler, onları başka bir yere aktarırlardı.

SORU: Galiba Girne’de vardı? Daha yetişkinler için…
ÖMER KÖSE:
Girne’de 1974’ten sonra oldu.

SORU: Siz kaç sene kaldınız Çocuk Yurdu’nda?
ÖMER KÖSE:
Üç yaşından 11 yaşına kadar… Sekiz yıl olur…

SORU: İlkokula nerede gittiydiniz?
ÖMER KÖSE
: İlkokul, Selimiye… Ondan sonra, Selimiye’nin yanında bir okul vardı, onun adını unuttum, çok yakındı Selimiye’ye. Ondan sonra Yenicami… Ondan sonra Atatürk İlkokulu… Atatürk İlkokulu’ndan sonra Hamitköy… Çünkü anne oradaydı, Hamitköy’de başladık okula. Hamitköy’den sonra – bir sene kadar Hamitköy’de kalındı – ondan sonra Göçmenköy’e taşındık. Göçmenköy’de da Ortaköy İlkokulu’na gittik.

 

Devam edecek


Kitaptan bir alıntı: “Bren çantasında 18 kulak…”

Ömer Köse’nin “Bren çantasında 18 kulak” başlıklı iki baskı yapan kitabından, aynı adı taşıyan bölüm şöyle:

“Harekatın ikinci günü öğleden sonra 3-4 sıralarında, kısa bir görev için mevziden ayrıldım ve bölük karargahına gittim. Bölük nizamiyesinde beklerken yanımıza bir otobüs yanaştı. Otobüsün içi gözleri kapalı yarı çıplak Rum esirlerle dolu idi. Otobüste 2 de mavi bereli Türk askeri var. Otobüs nizamiye önünde durduktan sonra, askerin biri kapıdan bana bakarak:

Abi soğuk sununuz var mı? dedi.

Ben de ona:

 Bekle hemen geliyorum, dedim.

Bölükte bulunan buzluktan bir bavuri su alıp otobüse girdim. Otobüste çok fena bir koku vardı. Herhalde esir Rumların ter kokusudur diye düşündüm. Asker bavuriyi almış, kana kana içmekte. Suyun sesini duyan gözleri bağlı ön sıralarda oturan bir kişi:

Tele ce eğo nero (Ben de su isterim) deyince, suyu içen asker;

Ne diyor bu… na kodumunun, deyiverdi.

Ben de ona;

Su ister, susamış, dedim.

Asker bağırarak, belinde bulunan kasaturayı çıkararak;

Onun ben şimdi …na korum, diyerek su isteyen şahsın diz kapağına kasaturayı sokmuştu. Rum’un bağırmaları otobüsün içini ve dışını çınlatmıştı. Dizinden fışkıran kan ise otobüsün tavanına sıçramıştı.

Askere dönerek,

Nedir yahu yaptığın, adam alt tarafı su istedi, dedim.

Asker;

….na korum onun, su istemesin, dedi.

Yaralıyı alarak bölüğe götürüp ilk yardımını yapmış ve geri getirmiştik. Adamı yavaş yavaş yerine oturttuktan sonra, ilk anda duyduğum fena koku yine burnuma gelmişti. Diğer askere bakıp;

Nedir yahu bu fena koku, dedim.

Asker belinde bulunan bren çantasını açmış ve bana;

Abi ben anama bunları götürmezsem, anam bana içtiğim sütü helal etmez, dedi.

Bren çantası içinde kanları kurumuş, tuzlu bir şekilde morarmış insan kulakları vardı. Hiç konuşamamamıştım.

Askerin yüzüne baktığımda;

9 tane leş abi, demişti.

Otobüsten indim ve oradan ayrıldım…”

(BREN ÇANTASINDA 18 KULAK – ÖMER KÖSE – Genişletilmiş ikinci baskı 2016 – sayfa 46-47 – TipografArt Basım Yayın Ltd. Lefkoşa.)