Savaşta dahi insan yüreğini koruyan bir emekçi: Ömer Köse… - 3 –

Sevgül Uludağ

Kıbrıslı emekçi, koca yürekli insan Ömer Köse, savaş hatıralarını kaleme aldığı “Bren çantasında 18 kulak” başlıklı kitabında, savaşta dahi insan kalınabileceğini gösteriyor…

 

Ömer Köse, savaş hatıralarını kaleme aldığı “Bren çantasında 18 kulak” başlıklı kitabında, savaşta dahi insan kalınabileceğini bize gösteriyor ve örnekleri sıralıyor… Onunla tüm bunları konuştuk, sorularımızı açık yüreklilikle yanıtladı, bu röportajı Kabul ettiği için ona çok teşekkür ediyoruz…

Onunla röportajımızın devamı şöyle:

SORU: Askerliğe dönecek olursak, geçen gün sosyal medya sayfanızda bu kitaptan birkaç alıntı yaptıydınız ve bunlar ilgimi çekti.
Bir tanesi, bir Kıbrıslırum askerine seslenirsiniz ve o gelir sizinle kahve içmeye sınırda… Bir tanesi de bir Kıbrıslırum kadın sizden çocuklarının urubalarını getirmenizi ister… Onlardan da birazcık bahsedebilir misiniz acaba?
ÖMER KÖSE:
Evet, birinci olay, o Kıbrıslırum kadının çocuklarının elbiselerini istemesi…
Birinci harekat bitti, biz o kadının evine mevzilendik.

SORU: Kaymaklı’da…
ÖMER KÖSE:
Evet, en önde, Regis Dondurma Fabrikası’nın karşısında. Sokak ismi da budur: ATHANASIOU DIAKOU SOKAĞI, KAYMAKLI…

SORU: Bu sokaktaydı kadının evi ve siz o evde mevzilendiydiniz.
ÖMER KÖSE:
Evet. Ben haritadan çok iyi anladığım için – askerde da haritacıydım – dolayısıyla baktım, haritaları karıştırdım ve tam yerini, sokağın adını buldum. Bu, yardımcı olur.
Efendime söyleyim, birinci harekat bitti, biz yerleştik mevziye…

SORU: Sonra buradan geri çekildiydiniz?
ÖMER KÖSE:
Yok, buradan geri çekilmedik. BATA’dan geri çekildik… O, birinci harekatın ikinci günüydü. Çok kötü bir şeydi o… Anlatayım mı?

SORU: Anlatın, anlatın, sonra da Kıbrıslırum kadının çocuklarının giysileri hikayesine geçerik… Ve sizce niçin böyle bir şey olduydu?
ÖMER KÖSE:
Amerika’nın izni yoğudu…

SORU: Oraya gitmelerine…
ÖMER KÖSE:
Tabii…

SORU: Planda yoğudu… Maraş’ta olduğu gibi… Ama Maraş’ta birini bulmadıkları için girdikten sonra kaldılar herhalde…
ÖMER KÖSE:
Aynen, aynen… Cazip geldi kendilerine Maraş. Bunu açıkladı zaten Kenan Evren da ve bazı generaller…
Şimdi birinci harekatın ikinci günü, toplandık baypasın altında, Kaymaklı bölgesinde… Sancaktar, bölük komutanlarına “Bölüğünüzde mükellef asker yani mecburi asker olup Rumca bilen, Büyük Kaymaklı’yı bilenleri tespit edin” dedi. Ben, ne olduğunu bilmeden elimi kaldırdım. Bu esnada 15 kişi tespit edildi bölüklerden ve bize demir şapka, iyi silahlar, mermi, geri tepmesiz top, A4 otomatik silah verildi ve bize verilen talimat, “Baypas üzerinden roundabout’a gideceksiniz, BATA’nın olduğu noktaya… Orada mevzileneceksiniz…”
Mağusa yolunu kesmekti amaç.

SORU: Çünkü eski Mağusa yolu, oradan geçer, Mia Milya’ya giderdi…
ÖMER KÖSE:
Evet… Mia Milya’nın dışından geçer giderdi. “Ve Mia Milya’dan Türk askeri gelecek, buluşacaksınız…”
Bu, birinci harekatta olan olay.
Ancak Birinci Harekat’ta verilen emirlere göre, Hamitköy çıkışında Alibaba Ormanı var, Hoca Petrol’ün yanında. Orada Türk askeri bekletildi Birinci Harekat’ta. Yani daha fazla ilerlemelerine izin verilmedi çünkü görüşmeler vardı. Görüşmeler vardı içeride, Ecevit’in görüşmeleri vardı, Turan Güneş vs. Orada bekletildi Türk askerleri. Yanlış bilgi, bizi oraya yönlendirdiler. “Gidin, Türk askeri gelecek, Mia Milya’da (Haspolat’ta), o yolu keseceksiniz…” diye emir verildi!
Biz onbeş kişi gittik.  Gidene kadar hiçbir şey görmedik. Tavuklar, koyunlar, köpekler sağda solda gezinir, insan göremedik. Araba sesleri duyarık ama uzaklardan, insanlar kaçar herhalde bölgeden… En nihayet gittik, yerleştik.

SORU: Hangi yoldan gittiniz?
ÖMER KÖSE
: Baypastan… Hüseyin Ruso anıtı var ya, Kaymaklı’da? O direk şeye çıkar, Mağusa’ya giden yoldu o… Peugeot satan bir yer var, anıtı geçtikten sonra sol tarafta…

SORU: FAB Ltd.’in oradan dosdoğru gittiniz, şimdi kesiktir, askeri bölgedir çünkü…
ÖMER KÖSE:
Evet, dosdoğru gittik. Üsküdar Bar var orada… Biz gittik, mevzilendik, yerleştik, bulduğumuz taşları, toprakları, bir saat içerisinde, 15 kişi hep beraber çalıştık, ama Balloryodissa bölgesinden, daha güneyden, Rumlar hızlı bir şekilde kaçardı arabalarıyla… Bizim bölgemizde hiçbir şey yoktu.
Mevzilendik… Terimiz gurumadan, bir mücahit koşturarak geldi ve bize çekilmemizi söyledi. Biz da “Niye çekileceyik, geldik buraya kadar, Türk askerini beklerik gelsin” dedik. “Çekilin” dedi, “emirdir” dedi. Tabii parolayı da sorduk, o bilgiyi da aldık. Gösterdi bize mühürlü imzalı emri…
Geri çekilirken, yolun ortasına gelmeden, ben yalnız bir bağırma duydum, bağırmanın akabinde de silah sesleri duyuldu.
Dönüp baktığımda, bir zırhlı gördüm, öyle sektiğini gördüm zırhlının silah sesini duyduktan sonra ve akabinde yere yattım ve sürünerek geçtim bankete, çukur bir yere ve elli-altmış metre süründüm, kendimi sağlama aldığım için… 50-60 metre süründükten sonra bir baktım her tarafımda kan var – nedir bu dedim, ben da mı vuruldum, bir şey mi oldu bana? Meğerlim o sürünme esnasında, hem ayaklarım, hem ellerim hep parçalandı o heyecannan… Ama başımı kaldırdığımda baktım asfaltın üstünde üç kişi yatır.

SORU: Üç kişi öldürüldü, üç kişi da yaralandı dediydiniz kitabınızda…
ÖMER KÖSE:
Yazdım mı yaralananları, o pek aklımda değil…

SORU: O üç kişi kimdi, yazmadınız ama…
ÖMER KÖSE:
Hiç bilmem çünkü ayrı ayrı bölüklerden geldik. Yani hiç arkadaşımız yok.
Sonuçta geri döndük, o, birinci anımız…

SORU: Kıbrıslırum kadınla ilgili anınızı da anlatırsanız lütfen…
ÖMER KÖSE:
Kadınla ilgili anımıza gelince, birinci harekatın üstünden 20 gün geçmişti aşağı yukarı – 15-20 gün geçmişti. Ön mevzideyik, REGİS’in karşısında.

SORU: Evet… Athanasiou Diakou Sokağı, Kaymaklı’da…
ÖMER KÖSE:
Athanasiou Diakou Sokağı – o bölgedeyik… Bir ses duydum ben… Orada bir ev var. Orası genelde hep Türk mahallesidir ama orada bir Rum evi vardı, REGİS fabrikasına yakın, o sokakta. En son sınır noktamız oydu. Karşımızda da REGİS dondurma fabrikası. İki kişiyik nöbette. Mehmet Polili diye bir arkadaşım. Bir ses duyduk, “Re gardaşi! Re gardaşi!”
Baktım mazgaldan, Rum askeri, yanında da bir bayan. 28-29 yaşlarında bir bayan.
“Ne var?” dedim.
Kadın dedi bana, “O ev bizimdir…”
“Eee?” dedim, “evi isten?”
“Yok” dedi bana kadın, “çocuklarımın urubaları vardır” dedi, “hiç urubaları kalmadı” dedi. “Ne olur bana urubaları verin…”
Şimdi öyle bir zamanda, öyle bir işleme, öyle bir duruma girmek tehlikeli. Ve yasak, askeri yasalara göre suç teşkil eder.
Ama ben kadını zora sokmak için “Git” dedim, “bir şişe viski al, bir karton da sigara…”
Hiç tahmin etmezdim yani gideceğini…
“Gidiyorum” dedi, döndü arkasını ve yürümeye başladı!
E ben çaresiz! Sözüm senettir! En dikkat ettiğim konu…
Sonuçta durdum, girdim eve. Zaten evin içinden çok değerli eşyalar alınmıştı yalnız, para, mücevher gibi eşyalar alınmıştı, diğer eşyalar dururdu. Girdim, açtım dolabını bayanın, bir çarşaf aldım ve doldurdum ne bulduysam, kendi eşyacıklarından da koydum kadına, iki bohça yaptım. İki bohça, bir bohça değil. İki bohça, bir onun, bir çocukların… Ve çıktım toprak setin üstüne ama Mehmet dedi bana, “Be Ömer, çıkacan, verecen sen bu urubaları?”
Dedim, “Verecem Mehmet, napayım?”
Kadın seslendiydi, geldiğine dair.
Baktım geldi, naylonla geldi.
Mehmet dedi bana, “Verecen bunları be Ömer?”
Dedim, “Verecem. Kadın gitti aldı bunları, mecburum vermeye…”
“Be” dedi, “seni vuracaklar!”
Dedim, “Dur yahu bakayım, bekle…”
Çıktım yukarı, toprak sete. Toprak set da, ikibuçuk metre yükseklikte.
Çıktım en üstüne, dedim Rum askerine, “Gel al…”
“E beni vurasın?” dedi.
“E ben geleyim da sen beni vurasın?” dedim.
Dedim, “Bak, gel ortaya kadar, ben da ortaya kadar… Verelim ve bu iş bitsin…”
“Yok” dedi Rum askeri. Kadın bu sefer yalvarır kendisine.
“Git” der, “lütfen” der, “aha bak o geliyor, sen da git.”
En nihayet, adam razı oldu Rum askeri, çıktı geldi ortaya kadar, tam asfaltın ortasına. Verdik…
Ama ben giderken, toprak sete çıktığımda Mehmet’e dedim ki, “Mehmet, beni vururlarsa, sen da Rum askerini vur!”
O tabii geçti silahın başına, bekledi.
Ben geri dönerken, mermiyi şimdi yeyceyim, şimdi yeyceyim diye hesaplardım. Sonuçta toprak seti atladık ve bu işi bitirdik.
Ama kadın bir on-onbeş gün sonra tekrar geldi. “Gardaşi! Gardaşi!” tekrar seslendiler bize… Baktım aynı kadın.
“Ne var?” dedim.
Çamaşır makinesiyle buzdolabını isterler!
Dedim “Onları getiremeyik!”
“Onları getiremeyik” dedim, “kusura bakma!”
Onlar dururdu evde aslında…
“Getiremeyik, kusura bakma” dedim. Çaresizce döndü arkasını kadın, gitti.
Bu, kadının olayı…
İkinci harekat biter, geleyim o askerciğin olayına şu geldi bize…
Aynı bölgede ben nöbetçi…
O evin, tam dibindeyim gene, orada oldu bu olay.
Bölük aşağıda ama ben bütün mevzileri gezerim, kontrol ederim adamları, uyumasın…

SORU: Çünkü çavuştunuz artık…
ÖMER KÖSE:
Çavuştum, takım komutanı görevi yapardım. Gıtlıkta derler ya Abdurrahman dayı! Neyisa, aldım yanıma onbaşıyı, dedim gel gidelim kontrola bakalım, biraz da alem yapalım. Mevzileri gezerdik, gece saat 9. En ön mevziye gittik, işte bu sokaktaki mevziye, Athanasiou Diakou Sokağı’ndaki mevziye yani… Rum mevzisinin bize uzaklığı aşağı yukarı 20-30 metre kadardı… Ortada da asfalt. Zaten birinci harekattan itibaren, oraya yerleştiğimiz günden itibaren, birbirimize savurmadığımız malzeme kalmadı. Şişeler, tenekeler… Yani o asfaltın üstünde, bir metrelik yer yoktu boş basasın da geçesin, full!
Projektörler yanar, dev gibi, gündüz gibi ortalık… Onlarda da yanar, bizde da yanar.
Seslendim Rum askerine, “Re gardaşi! Re file! Ela re gaptumen gave…” Gel gave içelim…
Bir baktım, çıktı, toprak setten çıktı, yürümeye başladı!
Yanımızdaki nöbetçi, orada nöbet tutan asker, hemen Tompson’u kurdu!
“Hop hop! Nedir yaptığın senin? Adamı biz çağırdık, adam silahsız çıktı, geliyor buraya! Nedir yaptığın sen silah kurdun acele? Kapat, silahı çevir başka tarafa…” dedim.
Çevirdi silahı, boşalttı, çevirdi.
Rumoğlu biraz sonra, camlardan atlaya atlaya, atlaya atlaya geldi, üç metre önümüzde durdu.
“Yahu” dedim, “gecenin bu saatında çağırdık sana ve hiçbir şey olmadan, cesaretle geldin buraya?”
“Size güvendim” dedi.
“Nerelisin?” dedim kendisine.
“Varosha…”
“Orada mı kalırdın?” dedim kendisine.
“Yok” dedi, “Selanik’teydim… Talebeyim…” dedi, “savaşmak için, ülkem için geldim” dedi.
Böyle konuşurken, bizim bölüğün yan tarafındaki 55nci bölükten bir mücahit çıktı Tompson'nan, geldi dayadı Tompson’u adamın böğrüne! Mustafa B. derlerdi kendine, zirzop bir adamdı!

SORU: Hayattadır, yoksa?
ÖMER KÖSE:
Öldü, trafik kazasında öldü…
Neticede silahı dayadı böğrüne Rumcuğun… Rum dondu kaldı yani çocuk. Sapsarı kesildi suratı, silah
kurulmuş da…
“Be Mustafa” dedim, “nedir yaptığın yahu? Çek git tarafına, o yannı, kendi yerine…”
“Yok” dedi, “esir alacayım ben bunu” dedi.
“Mustafa” derim, “çek git” derim kendisine.
“Esir alacam” dedi.
Çektim Takarof tabanca var belimde, Rus tabancası, dokuz milimetre… Şak şak kurdum! Çevirdim üstüne…
“Giden, yoksa gitmen?” dedim kendisine…
“Beni tehdit ettin” dedi, “Tabur komutanına söyleyeceğim bunu” dedi.
“Ben sana son defa söylerim” dedim kendine, “gider min, gitmez min?”
Endirdi silahı, döndü ve gitti…
Sonuçta o gece ben hiç uyuyamadım…

SORU: O Rumcuğun adını bilmezsiniz herhalde…
ÖMER KÖSE:
Rumcuğun adını hiç bilmem, Rum’a da dedim, “Acele git o yannı!” Nasıl koşturdu o çocuk!

SORU: İş açtın başına!
ÖMER KÖSE:
Yahu, hiç tahmin eden yahu? Yani şimdi belki öldürmeyebilirdi kendisini da ben biraz pasif kalsaydım, alacaktı kendisini, götürecekti, teslim edecekti, faili meçhul da olabilir…
Netice itibarıyle gece hiç uyumadım, sabaha kadar nöbetteyim… Sabah nöbeti teslim edeceğim ama aklımda Mustafa’nın olayı var, beni tabur komutanına söyleyecek… Mutlaka bölük komutanının da haberi olmuştur bu meseleden… Biz askeri topladık sabah sporuna çıkaralım, selamı çaktık, “Komutanım bu kadar er, erbaş ile bölük görüş ve hizmetinize hazırdır…Vukuat olmamıştır!”
Komutan gayet rahat, “Tamam, askeri spora çıkar” dedi.
“Oooohhh!” dedim kendi kendime ama bir da aklımda, tabur komutanına söylediysa meseleyi…
Ama tabur komutanına söylese, bölük komutanının haberi olacaktı.
Neticede Hasan diye onbaşı bir arkadaşım vardı, “Hasan” dedim, “al bölüğü sen çıkar spora yahu, benim bir işim var!”
Gittim baktım, onlar da yemek yer… Gittim, omuzuna vurdum, “Mustafa” dedim, “doğrusunu yaptın” dedim kendisine. “Sen da yanacaktın, ben da yanacaktım…”
Hiç ses çıkarmadı, yemeğini yemeye devam etti, ayrıldım oradan…

 

(Devam edecek)