Savaşta dahi insan yüreğini koruyan bir emekçi: Ömer Köse… - 4 –

Sevgül Uludağ

Kıbrıslı emekçi, koca yürekli insan Ömer Köse, savaş hatıralarını kaleme aldığı “Bren çantasında 18 kulak” başlıklı kitabında, savaşta dahi insan kalınabileceğini gösteriyor…

 

Ömer Köse, savaş hatıralarını kaleme aldığı “Bren çantasında 18 kulak” başlıklı kitabında, savaşta dahi insan kalınabileceğini bize gösteriyor ve örnekleri sıralıyor… Onunla tüm bunları konuştuk, sorularımızı açık yüreklilikle yanıtladı, bu röportajı Kabul ettiği için ona çok teşekkür ediyoruz…

Onunla röportajımızın son bölümü şöyle:

SORU: Bir da kitabınızda dersiniz ki 2006’da Kayıplar Komitesi’ni aradınız, bir yer gösterdiniz, olası gömü yeri, bir sene sonra 2007’de kazdılar ama bulamadılar… Bu konuyu da biraz açalım istersanız…
ÖMER KÖSE:
Bu yer FAB’ın karşısı, eski ismi Tepelini Caddesi… Yolun içinde bir ölü… Orada bir subay vardı, bir da şirocu vardı, dozer vardı. Ama çukur kazılmıştı… FAB’ın karşısında, içeride park yeri vardır… Orayı kazdırttım…

SORU: O bölgede çeşitli olası gömü yerlerini çeşitli şahitlerle, farklı tarihlerde Kayıplar Komitesi’ne gösterdiydik… Bu sizin söylediğiniz ölüyü gören başka şahitler da vardı, yolun içinde…
ÖMER KÖSE:
Kazılan yer, evin sınırıdır… Ben, birinci harekatın ikinci günü şu bölgeye yerleştik artık geldim ve burada kazılmış toprağı gördüm ben. Ne olduğunu da bilmem… Geldiğimde buraya, yolda dozeri gördüm. Ve bir da teğmen.

SORU: Türkiyeli yoksa Kıbrıslı?
ÖMER KÖSE:
Kıbrıslı’ydı teğmen büyük ihtimalle, konuşmalarını duymadım. Ama giyinişinden Kıbrıslı olduğu belli. Ve ölü yerde yatır, dozer da hazır bekler. Bir kişi… Almak üzere da ölüyü… Göz göze geldik teğmennan. Bundan başka bir yere gömmediler, çukur hazır diye düşündüm.

SORU: Ama siz varsaydınız, görmediniz tam o çukura mı gömdü…
ÖMER KÖSE:
Hayır, hayır… Ama kesinlikle yeni kazılmış bir çukur, kesinlikle oraya gömülecek. Kayıplar Komitesi’ne 2006’da bildirdim, geldi o komitede olan bilirkişiler ve gösterdim yerlerini… Bir sene sonra geldiler şu Kayıplar Komitesi, dozer başladı çalışmaya, kazdı kazdı kazdı, yok… Kazdı, kazdı, yok…

SORU: Genişlediler mi?
ÖMER KÖSE:
Genişlediler, diklemesine, te buraya kadar…

SORU: Yana doğru?
ÖMER KÖSE:
Yok, yana doğru değil, bu tarafa doğru geldiler.

SORU: Yana doğru genişlemediler?
ÖMER KÖSE:
Genelde gömülenler yol sınırına gömülür, içeri gömülmezmiş çünkü içeride arsadır, oraya ev yapılabilirmiş…

SORU: O telaşta kimse öyle bir şey düşünmez bence…
ÖMER KÖSE:
Karşıda bir evde de bir kocakarıcık izler olayı… Artık bulunamayınca, bir kızcık dedi “Burada fotokopi çekebileceğimiz yer var mıdır?” dedi. “Bak karşıda FAB var” dedim, “git oraya bak bakayım…” Yürüdü kızcık, gitti. Geri dönüşte kız ne der bize, bilin? “O nenecik bize söyledi ki oraya bir kişi gömdüler, o kazdığınız yere” dedi.  O kocakarıcık, o kıza itiraf etti… “Orada bir kişi gömülüydü, bir Rum gömülüydü” dedi. Gömdüler, sonra çıkardılar?

SORU: Bence genişletilmesi gerekir o alanın…
ÖMER KÖSE
: Ama bir bilgi da ondan sonra duydum ki bu tarafa gömülmüş olabilir…

SORU: Bildiğim kadarıyla orayı kazdılar ve bulamadılar… Bize gösteren şahıs, ondan sonra gidip belediyenin çöp kamyonlarıyla bu bölgeden ölülerin toplanmasında çalıştıydı…
ÖMER KÖSE
: Onları da Koçero’ya götürdüler, o benim dediğim, 3-4 sene önce size gösterdiğim yere… Şu kazılamadı, askeri bölge… Near East’in üstü…

SORU: O gittiğimiz ve 3-4 sene önce bize göstermiş olduğunuz yerin adı Koçero Tepeleri denen yer midir?
ÖMER KÖSE
: Evet… Koçero Tepeleri orasıdır.  Denktaş orasını, Annan Planı çıktığı dönem telledi, orası açıktı, adım gibi bilirim ben bunu, adım gibi… O zaman telletti bunu, askeri bölgeye aldı kendini. Orası bir vadiydi…

SORU: Şüpheli yer…
ÖMER KÖSE:
Tabii, tabii… Orası bir vadiydi, oraya toprağı yığdılar…

SORU: Sizden evlatçıklarının urubalarını isteyen Kıbrıslırum kadınla, Selanik’te okuyan o Kıbrıslırum’u bulabilirsek, güzel olacak.
ÖMER KÖSE:
Çok güzel olur, çok güzel olur… Benim şöyle bir faaliyetim daha oldu 2012’de, POLİTİS’te yayımlandı… Laptalı bir Kıbrıslırum ailenin en az 200-300 tane fotoğrafını bulduydum… Götürüp POLİTİS gazetesine teslim ettiydim.

SORU: O nasıl olduydu?
ÖMER KÖSE:
O nasıl oldu? Balabayıs’a gittik… Bir evin taşınması vardı, nakliyatçılık yapardım ya, evin taşınması vardı, çöpe atılmış eski bir valiz içerisinde fotoğraflar, 200-300 tane. Hepsini aldım, teslim edeyim dedim, insanların anılarıdır bunlar ve götürüp POLİTİS gazetesine verdim. Benim yaşımdan büyük insanlardı yaşları, geldi insanlar ve aldıydılar fotoğraflarını…

SORU: Siz savaşı yaşamış, barışı savunan bir insansınız… Bu konuda bir şey söylemek ister misiniz?
ÖMER KÖSE:
Benim söylemek istediğim kesinlikle Kıbrıs’tan yabancı güçlerin gitmesi lazım. İngiliz Üsleri’nin da gitmesi lazım. Yunan askerinin da, Türk askerinin da gitmesi gerekir. Kıbrıslılar, 500 yıl birbirleriyle savaşsız yaşadılar. Ufak tefek olaylar dışında savaşsız yaşadılar, te EOKA zihniyeti doğana kadar… MEGALO İDEA düşüncesi doğana kadar Kıbrıslırumlar, Kıbrıslıtürkler, gardaş gibi yaşadılar, evlilik yaptılar, Bodamya köyünde evlilik yaptılar, Aysozomeno köyünde evlilik yaptılar, çeşitli yerlerde evlilik yaptılar. Düğünlerine gittiler, paskalarını kutladılar, bayramlarını kutladılar… Amerikan emperyalizminin menfaatleri için ada bölündü, Yahudi menfaatleri için ada bölündü. Biz, bunlara karşı savaşmalıyız, karşı durmalıyız. Eğer durmazsak ve milliyetçilik akımları her iki tarafta yükselir, Kıbrısımız rahat görmeyecek...

 


 

BİR KİTAP…

“Mülksüzleştirme ve Türkleştirme: Edirne’nin Rumları, Ermenileri, Yahudileri nerede?”

Dilek ŞEN

"Balkan Savaşları'ndan sonra belirginleşen milliyetçi paradigma, kurtuluşu milli iktisat ve homojenleştirme politikalarında buldu.

"Bu politikalar, özellikle Hıristiyan karşıtı bir hal aldı ve bu tarihten Cumhuriyet'in ilanına kadar olan süreçte Ermeni ve Rum halkları 'tehcir', 'katliam', 'mübadele' gibi metotlarla tasfiye edildiler ve mülksüzleştirildiler.

"Müslüman-Türkler de ilkel birikimlerini bu iki Hıristiyan halk üzerinden gerçekleştirdi.

"Ancak sadece Müslüman Türkler değil, Yahudiler de bu iki halkın tasfiyesinden fayda sağladı. Ermeniler ve Rumlar, tasfiye olmadan önce, Anadolu'da olduğu gibi Edirne'de de yerel ticaretin tartışmasız hâkimiydiler.

Halkların tasfiyesi

"Bu iki halkın tasfiyesi sonucunda Anadolu'da, Trakya'da ve özelinde Edirne ticaretinde bir boşluk meydana geldi. Milli iktisat politikalarıyla bu beklenti bu boşluğun Müslüman-Türkler tarafından doldurulmasıydı.

"Oysa bu boşluk Yahudi tüccar-esnaf tarafından dolduruldu. Yaşanan bu hayal kırıklığı Türkiye'de ve özellikle Türkiye'de ve özellikle iktisadi temellerde yoğunlaşmış bir Yahudi karşıtlığını ortaya çıkardı."

Yukarıda aktardığımız bu bölüm, İletişim Yayınları'ndan çıkan, İlkay Öz'ün yazdığı "Mülksüzleştirme ve Türkleştirme-Edirne Örneği" kitabından. Bu cümleler, kitabın meramını da özetler nitelikte.

Öz, İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde halen doktorasını yapan genç bir siyaset bilimci.

Edirne'de mülksüzleştirme ve Türkleştirme meselesine ilgi duymasını ise, Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde yüksek lisans yaptığı sırada Prof. Dr. Füsun Üstel'in bir derste 1934 Trakya Olayları'ndan bahsetmesi sağlamış.

Yani kitap, Öz'ün doğup büyüdüğü Edirne'de, kendi varlığından önce kimlerin var olduğunu merak etmesiyle ortaya çıkmış.

Yerel gazetelerde ve tapu kayıtlarında 60 yılın izini süren bu kitap, sunduğu bilgiler itibariyle de bir tür gerçekle yüzleşme.

Bir asır önceki Edirne'nin nüfus yapısı

Zira arşiv gösteriyor ki, 1915 yılının Şark Yıllığı'na göre Edirne'de toplam 83 bin kişi yaşıyordu ve bunların 40 bin 437'si Türk, 23 bin 342'si Yunan ve Bulgar, 15 bin 420'si Yahudi, 3 bin 300'u Ermeni ve 500'ü Katolik'ti. Bugün ise Doğu Trakya'da bu halkların varlığından neredeyse söz edilemiyor.

İlkay Öz, kitabını şöyle anlatıyor:

"O zamana kadar 1934 Trakya Olayları'nı duymuştum. Duysam bile galiba önemsememiştim. Füsun Üstel, bir derste binlerce Yahudi'nin Trakya'dan kovulmasından ve ardından mallarına, işyerlerine, dükkanlarına Türk ve Müslüman ahali tarafından el konulmasından bahsetmişti.

"Bu olayların 1934'te olduğunu duyunca aklımda bir soru işareti doğdu. Çünkü ailemin mandırasının kuruluş tarihi 1935'ti. Yani olayların hemen sonrası.

"Acaba ailemin mal varlığı, Yahudilerin bırakıp gitmek zorunda kaldığı mal mülk sonucu mu gerçekleşmişti? Özetle bu araştırma kişisel bir serüven olarak yola çıktı.

Türklük Sözleşmesi'nin ihlali

"Barış Ünlü'nün o Türklük Sözleşmesi kavramını kullanırsak ben Türklüğün imtiyazlarını reddedip kişisel bir sorgulamaya çıkarak sözleşmeyi ihlal etmiş oluyorum.

"Hem Edirneliliğimi hem de Türklüğümü sorgulatacak bir duruma getiriyorum. Çalışmayı hazırlarken de sonrasında da Edirne'yi ve Türkiye'yi kötülemek üzerinden tepkiler aldım.

"Kendimi bir Marksist olarak addediyorum, bunu aslında onun için de sorguladım. Karl Marx'ın ilkel birikim denilen kavramı aslında...

"Bir malın, bir mülkün ilk ortaya çıkışını kişisel olarak sorguladım ama bu aslında kapitalizmle de ilintili bir süreç. Sadece Edirne örneği olarak ailemle kesişti.

"Benim ailem de Bulgaristan göçmeni. 1920'lerde Bulgaristan'dan göç ediyorlar. Orada aslında karşılıklı bir mülksüzleştirme ve ötekileştirme söz konusu.

"Ailemi yerinden edip Edirne'ye göç ettiriyorlar ve oradaki mülklerine Bulgaristan devleti el koyuyor. Devletler için kapitalist birikimle ötekileştirme denen süreçler iç içe geçiyor.

"Yahudilerin katkıları hissediliyor"

"Yahudi toplumunun Trakya'ya çok büyük katkıları var. Yemeklerinden kültürüne, kadınların özgür bir şekilde sokakta dolaşmasından sosyal hayata karışmasına kadar Yahudilerin Cumhuriyetin ilk dönemlerine kadar Edirne'ye çok büyük katkısı oluyor.

"Hâlâ da hissediyoruz bence o katkıyı, diğer kentlere oranla daha özgür, daha demokratik, daha sosyal, daha seküler bir şehir olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar Yahudi, Rum, Ermeni toplumundan kalan değerler olabilir.

"Bu Müslümanlaştırma-Türkleştirme süreci olmasaydı kapitalizm kendisine başka ötekiler bulurdu. Ötekiler ya köylüler, ya gecekondu mahallesinde yaşayanlar ya da topraklarından edilen işçiler olurdu.

Kapitalizm ve ötekileştirme

"Ama kapitalizm, bir şekilde ötekileştirme üzerinden mülksüzleştirme ve bunun üzerinden de sermayesine artı değer üretmeyi seviyor. Yani başka şekillerde de olsa biz mülksüzleştirmeyi görürdük.

"Bugün baskı ve otoritenin sonuna kadar hissedildiği karanlık dönemlerden geçiyoruz. Ama hâlâ direnenler varsa umut bir yerlerde saklıdır. Sadece o umudu çoğaltmak gerekiyor."

(BİANET.ORG – Dilek ŞEN – 28.11.2020)


 

POLITIS

“Eğitim Bakanlığı, Kıbrıslıtürkler’in stokladığı zeytinyağını alıp, ilkokul talebelerine dağıtmalı...”

Pandelis Sofokleus

RİK’in Türkçe bölümünde “Köşe Yazıları” adı altında, 24 Kasım 2020 tarihinde şöyle deniliyor:

“Bu yazı, Pazar günkü Politis gazetesinde yayınlandı. Pandelis Sofokleus kaleme aldı.

***

Yurdumuzda zeytin her zaman değerli bir ürün olmuştur. Gerek yeşil gerekse de siyah zeytin olarak halkımızın beslenmesinde kullanılmış ve zeytin yağı olarak soframızda yer almıştır. Sadece soframızda mı? Dr. Hristos Çattalos’un kitabında da belirttiği gibi başka amaçlarla da kullanıldı tarih boyunca. Aydınlanma amaçlı olarak, dini törenlerde, tedavi amacıyla…

***

1930’dan 1990 yılına kadar zeytincilik adamızda şahsi insiyatiflerle bazı gelişmeler gösterdi. Ancak 1974’ten sonra özellikle de 1990 ile 2000 yılları arasında sitemli bir gelişme kaydetti. Bu dönemde bilimsel temelde yeni zeytinlikler ekildi.

Günümüzde en fazla 700 metre yüksekliğinde olan bölgelere kadar zeytincilik yapılıyor. Tarım Bakanlığının resmi verilerine göre Kıbrıs’ta yaklaşık 13.500 metrekarelik alan üzerinde 2 milyon 700 bin kadar zeytin ağacı mevcut.

Zeytin ağacı özel ve aşırı bir bakım gerektirmediği için çok sayıda aile yan gelir kaynağı olarak zeytincilikle de uğraşıyor. Toplamda bu ailelerin sayısı 30 bini buluyor.

Kıbrıs Rum toplumunda geleneksel Kıbrıs zeytininin yanısıra -yine Dr. Hristos Çatallos’un kitabında belirtildiği gibi- olea europea, mandzalino, pikual ve kalamata türleri de yetiştiriliyor. Kıbrıs Türk toplumunda ise Sayın Celal Arap’ın Politis radyosundaki ilgili açıklamalarında belirttiğine göre yaklaşık olarak toplam 900 bin ağaç var. Bunların yüzde ellisi Omorfo, Mesarya ve Karpaz’da bulunmakta. Çeşit olaak ise geleneksel Kıbrıs zeytini, olea Europea ve pikual türleri göze çarpıyor.

***

Kıbrıslı Rum ekonomist Yannis Seytanidis’in belirttiğine göre Kıbrıs Rum toplumunda son 4 yıl içinde yılda yaklaşık olarak 2.800 ton zeytinyağı üretildi. Bu rakam Kıbrıs’ın iç ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü karşılamakta.

2018 yılında ise 4.600 tonluk iç talebin yüzde 67’si Kıbrıs’ta üretilen zeytin yağından karşılandı. Kıbrıs zeytin yağının ithalatı henüz küçük rakamlarla seyretmekle birlikte sürekli bir düşüş gösteriyor. 2018’de zeytinyağı ithalatından 127.798 avro elde edildi.

***

İlgili yazıdan öğrendiğimiz kadarıyla sevgili dinleyenler Kıbrıs’ta son yıllarda organik zeytin yetiştiriciliği de gelişme gösterdi. Organik zeytin üretiminde yerli türün yanısıra olea Europa, kalamata, sevilano ve mandzarino türleri yetiştiriliyor.

***

Yazıdan edindiğimiz bir diğer bilgi ise bir Kıbrıs Rum ve Türk işbirliğini yansıtıyor. Zeytinyağı üretimiyle ilgili bir işbirliği. Hasan ve Aleksandros isimli bir Kıbrıslı Türk ve bir Kıbrıslı Rum genç üretici küçük zeytinlik üreticilerinden topladıkları yağı değerlendirerek Colive Oil isimli bir ürün piyasaya sürmüşler. Barış zeytinyağı adını da verdikleri yağın üretiminde sadece geleneksel Kıbrıs zeytinleri kullanılıyor.

***

Yazarımız yazısını bir öneriyle noktalıyor. Yazar Eğitim Bakanlığının Kıbrıs Türk toplumundan depolanmış durumda olan zeytin yağının satın alınmasını ve yarım litrelik şişelerde şişelendirilmesini ardından da sayıları yaklaşık 100 bin kadar olan ilkokul öğrencilerine dağıtılmasını öneriyor. Hatta bu öneriyi Maraş’ın açılması çalışmalarına bir cevap olarak ortaya koyuyor.

http://riknews.com.cy/tr/index.php/haberler/kibrisli-rum-koese-yazarlarindan/item/37006-24-11-20-koese-yaz-s