Kıbrıs sorununa çözüm arayışlarının sürdüğü bu aşamada, 15 Temmuz ve 20 Temmuz'un 40. Yılını anıyoruz.
Güneyde her ikisine de öfke, Kuzeyde ise 20 Temmuz'a yönelik coşku görülüyor…
Üstelik de ateş kes antlaşması dahi yapılamayan bu 40 yılda, çözüm için havanda su dövmeye devam ediyoruz.
"Bizim" taraf açısından, bu törenlerde, Kıbrıs Türk Toplumunun siyasi eşit hak sahipliğinden, Garantörlükten ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki haklarımızdan söz edip, geleceğe dair iddia koymak adettendir.
Güneyde de bu günlerde, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kutsamak ve bölünmesine karşı nutuklar atmak aynı adetin Elence versiyonudur...
Ama Kıbrıs'ın kuzeyinde ve Türkiye'de bugün hak ileri sürülen ve övünülerek sahiplenilen 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti antlaşmasını, yani bu temeli, büyük zorluklara karşın yaratan ve Türkiye'de darbe ile devrilip vahşi bir yargılama sonucu idam edilen, ne rahmetli Adnan Menderes'in, ne Fatin Rüştü Zorlu'nun adı dahi bu konuşmalarda geçmez..
Aynı şey Güney'de var. Onlarda bugün fetişizme varan bir yaklaşımla sahiplendikleri KC'nin imzacısı, Karamanlis ve Averofu ağızlarına dahi almazlar...
Ama her iki taraf da, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkmayı, kendi dar ulusçuluk anlayışlarına bağlı görev sayan, kendi liderlerini ise kahraman ilan edip, imzacıların ve yaratıcıların adını dahi anmazlar.
1964 temelinden bakarsanız 50 yıl, 1974 zemininden bakarsanız 40 yıldır süren çözümsüzlük içinde, Adnan Menderes'in, Fatin Rüştü Zorlu'nun, Karamanlis'in ve Averof'un başardığının dörtte birini dahi, yıllardır başaramamanın sorgulamasını yapmak yerine, ulusal övünmelerle yıllara yıl ekliyoruz.
İşte Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün görevinin sona ermesine de rastlayan bu ziyareti nedeni ile öncelikle bu büyük vefasızlığa vurgu yaparak yazıya başlamak istedim.
Menderes… Zorlu…
Açık yazayım, Adnan Menders'e, Fatin Rüştü Zorlu'ya değerini vermemek, ne solculuğa ,ne demokratlığa, ne liberaliliğe, ne de muhafazakârlığa sığar.
Vefanın, dar siyasi bencillikler içinde, her açıdan erozyona uğradığı siyasi ve toplumsal yaşamımızda bunlara değinmesek olmazdı...
Bu bakışla, Sayın Abdullah Gül'ün konumunu değerlendirmemek de doğru değildir.
Sayın Gül; siyasi yaşamında, kendi siyasi alanında, düşünce yapısında, gelişme ve ilerlemeleri yaşayan önemli bir siyasidir.
Sayın Gül'ün siyasi yaşamı Milli Görüş çizgisi temelinde başladı. Ama siyasi yaşamında siyasi düşünceyi tabulaştırmadan, dünya ve Türkiye gerçekleri ışığında, o inançları temelinde, daha ileriye ulaşmak için siyasi anlayışında gelişmeyi yaşayan ve yaşatan bir kimlikle de bütünleşmiştir.
RehafYol iktidarını, 28 Şubat Darbesi ile deviren, demokrasi dışı müdahalenin sonucunda, o ve arkadaşları bu darbeyi asla kabullenmediler.
Ama yalnız tepki ile de yetinmediler. Bu darbeci yaklaşımların, dünya ve Türkiye gerçeğinde nasıl aşılacağı ve çağdaş demokratik değerlerin nasıl gelişeceğine dair yeni arayışları da başlattılar.
Bunun ilk adımı; Refah Partisi Kurultayında, Sayın Abdullah Gül'ün sözcülüğünde tarihi liderleri rahmetli Erbakan Hoca'nın siyasi çizgisine karşı yükselttikleri eleştirisel değişim arayışının ifade edilmesi ile oldu.
Bu yeninin en ciddi başlangıcı idi.
Bundan sonra Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Sayın Bülent Arınç ve diğer arkadaşları ile birlikte yeni ve farklı bir siyasi haraketi başlattılar. AK Parti Türkiye siyasi yaşamına girdi.
Seçimleri, Başkanları Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi yasaklı olduğu ve Meclis'e milletvekili olarak dahi giremediği dönemde, birinci parti olarak kazandılar.
Sayın Gül, Başbakanlığı yüklendi.
Türk siyasi tarihinin alışık olmadığı, egonun hakimiyetinin aşıldığı, önemli bir örneği başarı ile verdi.
Sayın Recep Tayyip Eroğan'ın siyasi yasağının bitmesi ve milletvekili seçilmesine kadar Başbakan oldu.
Sonra ego yenilmesine uğramadan, o hükümette, Dışişleri Bakanı olarak görev aldı. Başarılı bir Dışişleri Bakanlığı yürüttü. Ekip çalışmasının güzel örneğini verdiler... Biz solculara örnek olsun!
Daha sonra Anayasa Mahkemesinin hiçte uygun olmayan kararları ile karşı karşıya kalmasına ve hakkında vesayet rejiminin inanılmaz kampanyalar yapmasına rağmen Cumhurbaşkanı oldu.
Hakkında ilkel bir şekilde sürdürülen "Çankaya'ya çıkamaz" yönündeki kampanyalara karşın, Cumhurbaşkanlığı görevinde, intikamcı ve hesap sorucu değil, birleştirici ve olgun bir tavır sürdürdü.
Kıbrıs sorununda 2002'de Başbakan olur olmaz, iki darbe ile karşılaşılan, çok çetin bir dönemde, Kıbrıs'ta, Kıbrıs Türk halkının dinamiği ve halk iradesinin şekillendirdiği, CTP-DP hükümeti ile birlikte görüşmeleri başlatılan süreçte önemli katkılar yaptı.
Daha sonra hakkında verilen anti- demokratik siyasi yasak kararının aşılması ile halk iradesinin, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a verdiği görevle,Başbakan olması ile oluşan yeni hükümette, Dışişleri Bakanı olarak uyum içinde çalıştı.
Kıbrıs'ta da Sayın Talat ve CTP hükümeti ile karşılıklı saygı temelinde büyük suçlamalara ve kampanyalara karşın, referandum sürecinin ve daha sonra bu temeldeki çözüm arayışlarının gelişmesine büyük katkı yaptı..
Düşünün, o gün bu süreci ve referandumu vatan hainliği ile eşdeğer görenler dahi, bugün, bu referandum sürecinin sonucuna değer vermekte ve onu savunmaktadırlar.
Gerek Başbakan, Dışişleri Bakanı ve gerekse Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, açık fikirliliğe, tartışmalarda muhatabının söylediklerine önem veren, dinleyen, düşünen ve ortak nokta arayan yaklaşımlarını bire bir gördüm.
Buyurgan değil, ama sorun çözmek için çabalayan bir açıklık içinde olduğunu yaşadım.
Kendinden farklı olana saygı duyan kimliğini hep his ettim. İnsani yanı çok güçlü bir siyasi profil olduğunu bizzat yaşadım.
Şimdi görev süresi bitti.
“Hoş geldim paşam, güle güle ağam!”
Bizde, "gelene hoş geldin Paşam”, gidene “güle güle ağam", kültürünün hakim olduğunu çok iyi biliyoruz.
Çok gördük yaşadık, omzundaki yıldızların sayısına göre bazılarının buralarda ne denli büyük itibar gördüğünü. Ama emekliye çıkar çıkmaz, ardından neler konuştuklarını ve adını dahi anmadıklarını da çok yaşadık.
Ya da Türkiye'de, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan oldukları zaman, önlerinde övgü yapılan ve arkasından koşulan, ama görevden ayrılınca, arkasından yeni gelenlere çekiştirilen, haklarında şikayetler yapılanları da çok gördük.
Bu yüzden görevde ve güç elde iken de, farklılıkları ortaya koymak ve düşünceleri açıklıkla ifade etmenin doğru olduğu, ama bunun, ne Türkiye'de görevde olanlarca, ne de buralarda yaşayanlarda kabul görmediğini bilerek, yine de bunda ısrar etmenin doğru olduğu inancındayım.
Ama bu anlayışlarla sınırlamadan da, ister görevde olsun, isterse ayrılsın, Adnan Menderes'e, Fatin Rüştü'ye gösterilen vefasızlığı da dikkate alarak, siyasi yaşama katkısı olan insanları da düşünce farkına bakmaksızın, hakkı ile değerlendirmek gerektiği kanısındayım.
Çünkü ben, Adnan Menderes'in, Fatin Rüştü Zorlu'nun idam edilinceye kadar fotoğraflarını her yere asanların, onlar darbe ile devrilip de idam edilir edilmez, nasıl lânetlemeye başlandıklarını ve o fotoğraflarının yerine, bu kez, "Yaşa Paşam" diyerek rahmetli Cemal Gürsel fotoğraflarını astıklarını, çocuk yaşlarımda yaşadım.
Gül’e teşekkür ederim
Şimdi, Sayın Gül'ün Cumhurbaşkanlığı görevi bitti. Görevden ayrılıyor. Ama bir fark var. AK Partinin güçlü iktidar varlığı devam ediyor.
Bu yüzden bastırılmış duyguların ne olduğunu, ancak buranın duyan bir gözü görür.
Üstelikte, Türkiye'de şimdi yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası, Sayın Gül'ün siyasi yaşamdaki konumunun başka bir zeminde gelişerek devam edeceğine dair de bir beklenti var.
Bundan bağımsız olarak; onun, yukarıda yazdığım temeldeki görüşleri ve tutumu nedeni ile bir Kıbrıs Türkü olarak, 50 yıldır, Kıbrıs sorunu etrafında devam eden ve "çözümü çözümsüzlükte" gören siyasi anlayışın, bugün, o görüşün siyasi sözcülerinin dahi, artık bunu ret etmesine yol açan, çözüm düşüncesinin gelişmesine dönük yaptığı katkılardan ötürü ona teşekkür ederim.
Kıbrıs sorununu, yalnızca askeri perspektif temelinde ele alınması mantığının aşılmasına gösterdiği siyasi katkı da saygı ile vurgulanmalıdır.
Kıbrıs Türk halkının, Federal çözümün istekli tarafı olarak kabul görmesine, Kıbrıs Türk halkının, çözüm dinamiği ile bunun buluşması süreçlerine koyduğu katkılar da unutulmaz.
Askeri vesayet anlayışının aşılmasına gösterdiği katkıları da bir demokrat olarak saygı ile anarım.
Bundan sonraki siyasi yaşamında, Türkiye'de demokrasinin tam anlamı ile yerleşmesi, başta Kıbrıs ve Kürt sorununun çözümü olmak üzere, Türkiye'nin çağdaş demokratik değerlerde gelişmesi, AB perspektifinde etkin yol yürümesi için gereken katkıları yapacağı ve Türkiye'de ekonomik gelişme, refah ile adaletin gelişmesi ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin açılmasında etkin çabalar içinde olmasını dilerim.
Hoş geldiniz, barış ve demokrasi yolunda yolumuz açık olsun…