SAYIN AKÇA’NIN DEMECİ ÜZERİNE

Ferdi Sabit Soyer

Kurban Bayramı arifesinde ne yazılır? Hafta da bir yazan biri için zor bir ikilem. Ancak yine de yazmak gerektiği düşüncesi ile bu hafta T.C Büyükelçisi Sayın Halil İbrahim Akça’nın bir söyleminden hareketle konuya girmek istiyorum.

Sayın Akça, bir etkinlikte yaptığı konuşmada, KKTC’ de, “siyasetin bölüşüm üzerinden yapıldığını” söyledi. Bu yanlış mı? Hayır.

Şimdi Sayın Akça’nın siyasetin bölüşüm üzerinden yapıldığı sözüne bakalım bunu değerlendirelim. Evet öyledir. Hem Ekonominin iyileştirilmesi için alınan önlemler, hem de tedbirler, neyin üzerinden yapılmaktadır? Yine bölüşüm üzerinden değil mi?

2009’dan itibaren Türkiye ile yapılan ekonomik işbirliği programlarının ve 2013- 2015 ekonomik programının dayandığı mantıkta budur. Kuzeyde, hoşa gitmeyen ve bu güne kadar şekillenen bölüşümü farklılaştırmak!  Üretkenlik, ekonominin, demokratik yapının yeniden düzenlenmesi ile ilgili şeyleri tartışmaya açmak...

Bunda seçilen yol da açıktır. Kamu da olsun, özelde olsun, çalışanların toplumsal kaynakların önemli bir kısmını aldıkları iddiası öne çıktı. Bunu farklılaştırmak için adım atıldı ve siyaset buna indekslendi. Yani çalışanın aldığını tıraşlayarak, “bölüşümü”  farklılaştırmak amaç olarak alındı..

Bütçe dengesi içinde, geliri artırmak maksadıyla dolaylı vergilere yüklenmekle birlikte bu ele alındı. Bu da, “bölüşümdeki” siyasi tercihle ilgilidir. Dolayısı ile siyasi tartışmalar bölüşümle ilgili oldu.

BÖLÜŞÜMÜN MANTIĞI ve YAŞANMIŞLIKTAN BAKMAK

Sayın Akça; TC Yardım Heyetinin 2011 Yılı Faaliyet Raporuna dönük olarak yazdığı raporun önsözün de açık olarak bunu ifade etmiştir. Bakın KKTC’ deki sorunu nasıl tanımlıyor?
”Bunlardan en başta geleni kamu kaynaklarının dağıtımında yaşanan eşitsizlik, ikinci olarak maliyetleri artırarak pahalılığa neden olan kamu tarafından sağlanan girdi maliyetlerinin gereksiz yüksekliği”

Yani alınan tasarruf tedbirlerinin ana mantığı, bölüşümün yanlış şekillendiği tespiti üzerine, bölüşümün yeniden düzenlenmesine dönüktür. Ayrıca  maliyetlerin yükselmesi de kamunun ürettiği girdilerin  pahalılığına bağlandı. Yani bunun özü, “bölüşümü” farklılaştırmaktır. İşte bu yüzdendir ki Sayın Akça’nın ayni önsözde yazdığı esaslı doğru tartışma maalesef gerçekleşmedi.

“..toplumun üzerinde rahatlıkla uzlaşabileceği..” düzenlemeler.

Yani, yeniden düzenlemeye dair alındığı söylenen tedbirlerde, yalnızca “bölüşümü” üzerinden ele alındığı için Kuzeydeki ekonomik ve demokratik sorunun aşılması için toplumsal sentez oluşmadı. Aradan zaman geçti. Şimdi 2013- 2015 programı tartışma konusudur. Ancak bunlara yaşanmış bunca şey üzerinden şimdi daha sağlıklı bakmak gerekir.

2009’ dan 2012’ ye kadar uygulanan programla ilgili olarak, yine önsözünü Sayın Akça’nın yazdığı,  TC Yardım Heyeti Başkanlığının hazırladığı, 2012 Ekonomik Durum Raporunda ne yazılmaktadır?

“2010- 2012 döneminde kamu harcamalarına yönelik esaslı düzenlemelerin yapıldığını, harcamaların verimliliğinin ve kalitesinin artırıldığını söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte yapılan bazı düzenlemeler, mali disipline katkıda bulunmuş, ancak mali disiplin henüz sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulamamıştır. Bu düzenlemeler arasında en önemlileri;2011 yılında yaşanan hayat pahalılığının maaşlara yansıtılmaması ile kamuda yeni istihdam edilecekler için 2011 yılından itibaren uygulamaya geçen alt barem yasasıdır.2010 ve 2012 yıllarında personel istihdamının Program dahilinde gerçekleşmesi olumlu bir gelişme olmakla birlikte, 2011 yılında istihdam edilen yaklaşık 200 kişilik aşım, diğer iki yılda yapılan tasarrufun etkisiz hala gelmesine sebep olmuştur”.. Sayfa 38.

Şimdi işte bu alıntı; programın bizi selamete götürdüğü söylemlerini, değerlendirmeye zorlamaktadır.
Bunca gerginliğe ve Türkiye’yi tartışmaların odağına oturtan ve her kesimin gerekli gereksiz Türkiye’yi sorumlu tutuğu bu programın uygulama dönemi ile ilgili olarak, T.C Yardım Heyeti Başkanlığı; 2010-2012 döneminde kamu harcamalarına dönük esaslı düzenlemelerin yapılamadığı; harcamaların verimliliğinin ve kalitesinin artırılamadığı tespiti yapması, bence ciddi bir sonuçtur. Peki, bunca tartışma ve gerginlik niçin yaşanmıştır?

Hele alındığı söylenen tedbirleri, 2011 yılında devlette istihdam edilen 200 kişilik aşım, silip süpürmüşse, yapılan tasarruf tedbirlerini etkisiz hala döndürmüşse, bu hengameyi herkes niye çekti?

Hem 200 kişi ile iki yıllık bir ”başarı” çökebiliyorsa, o zaman, bu başarının kalitesi ve konumu çok sorgulanır. Bu nasıl başarıdır ki UBP ve Sunat Atun, Ersin Tatar hala övünmeye çalışmaktadır.

Üstelikte, bu sözde iyileştirme ne üzerine kuruldu?  İnsanların yaşam kalitesini düşürme üzerine. Maaşlara, artan Hayat Pahalılığını yansıtmamak. Asgari ücreti düşük tutmak .İşe yeni girenlere düşük barem uygulamak. Kamunun hizmetlerini pahalılaştırmak, dolaylı vergilere yüklenmek. Ama UBP, 2011’ de 200 kişiyi aşan istihdamla bunu sıfırladı!

İşte o zaman siyasetin bölüşüm üzerine oluştuğunu söyleyip, eleştiri yapan Sayın Akça’ya bir soru sormak isterim. Bu tedbirlerin alınması için HP’ yi maaşlara yansıtmayan yasaları yapacaksın, işe yeni gireceklerle ilgili düşük barem içeren yasayı çıkartacaksın, olmazsa destek de yok; Program harfiyen uygulanacak diyen otorite, her şeyi “sıfırlayan” devlette, 200 kişilik istihdam aşımı için neden UBP’ ye göz yumdu?  Bu da siyasi değil mi? Evet siyasidir.

İşte insanı, göz ardı eden,  ekonominin bütününe dair düzenlemelerin ele alınmaması , hali ile tüm siyasi tartışmaları, kendiliğinden bölüşüm üzerine yoğunlaşmıştır.

Ama mesele yalnızca bu da değildir. Çünkü mali disiplin adına atılan bu adımlara ek olarak gelişen bir başka unsur daha vardır ki bu da siyasi tartışmaların, tamamen bölüşüme odaklanmasın yol açmıştır.

HALKTAN AL, AMA TEKELLERE VER…

Sayın Akça’nın 2001 raporunun önsözünde de yazdığı, maliyetlerin artmasına neden olarak gösterdiği kamu tarafından sağlanan girdilerin pahalı oluşu meselesi de önemlidir. Çünkü bunun maliyetlerin artmasının nedeni olarak göstermektedir.

Peki kamunun üretim için sağladığı girdiler nedir?  Bunda bir tek elektriği kast ettiği açıktır. Bunun da nedeni bellidir. Ama maliyetlerin artmasına neden olan kamunun ürettiği girdiler değildir. Program döneminde, çalışanların gelirleri traşlanırken, ayni zamanda kamunun insan ve ülkeye verdiği hizmetlerin, gelir artışı adına zamlandırılması ve dolayı vergilere yüklenilmesidir.

Çünkü; Petrol, hava alanı, hava yolları da özelleştirildi. Peki  kamunun sağladığı girdilerin pahalılaştırılması tespiti ne oluyor? Üstelik bunların özelleştirilmesi, ucuz hizmet ve girdiyi değil, aksine, daha da pahalılaştırma getirdiği de açık ve yaşadığımız bir gerçektir.

Bu da, “bölüşüm” üzerine şekillenen siyasi tartışmayı daha da derinleştirdi. Çünkü, devlet kaynağı daha fazla olarak en geniş kitlelerin tüketimi üzerinden, onlardan alınan dolaylı vergilerle karşılarken, özelleştirilen alanlarda tekel olanlara da en geniş kitlelerden devlet desteğinde, zamlarla aldıkları  kaynakların artışı sağlanmıştır.

Karlılıklarını, yeni yatırım ve üretkenlik üzerinden değil, verilen hizmetleri pahalılaştırmakla sağladılar. Yani hali ile yine” bölüşüm” tartışmaları özelleştirme ile de gelişmektedir. Yani kamu eli ile özelleştirilen alanlardaki tekeller, elini, insanın cebine attı. .

Yani, bu tedbirler ve dolaylı vergiye asılmak, insanların alım gücünü düşürdü. Piyasa durgunlaştı. Esnaf sıkıntılara girdi. Biri kazanacak, en geniş kitleler kaybedecek. İşte bölüşüm tartışmalarını bu öne alır.

Ancak, Sayın Akça yine de siyasetinin yanlış yanlarından birini de doğru bir tespitle de yazmaktadır. Yani halktan alırken, birilerine de devlet desteği ile vermek meselesini.  2012 Raporu’nun 60.Sayfasında önemli bir tespit yapmaktadır. Enerji ürünlerinden alınan Fiat İstikrar Fonu ile ilgili olarak bakın ne diyor? Enerji için bakın ne diyor?

“Bu ürün grubunda, Temmuz 2012 döneminden itibaren litre başına tümü ile maktu FİF uygulamasına geçilmiş olup, aradan geçen dönemde, TÜFE artışlarının altında, FİF artışlarının yapılmasına ve POMPA

FİYATI İÇİNDEKİ SEKTÖR PAYININ ARTIRILMASI NEDENİYLE BEKLENEN GELİR ARTIŞI SAĞLANAMAMIŞTIR”….

Yani, UBP hükümeti, Petrolun özelleştirilmesinden sonra, iki özel şirketin pompa fiyatı içindeki kar payını artırdı.. Bunun parasını kim ödüyor? Tüketici. Kime ödüyor? İki özel şirkete.

İşte o zaman Sayın Akça’ya sormak gerekir. Bu da bölüşüm üzerine değil mi? İki büyük şirkete, en temel girdi de; yani enerjide, tüm halktan alıp da vermek değil mi? Halka kıs, ama halktan al ve iki deve ver.

Yaşanan açıktır. Ama çalışanların maaş ve ücretlerine dönük, gerek iş çevrelerinin, gerekse diğer odakların, destek veya muhalefet olarak çıkarttığı ses, ne ilginçtir bu konuda çıktı mı? Hayır. Ancak iki özel şirkete, UBP Hükümetinin kar payını artırarak, kamunu gelirinin azaltılmasına yol açarak sağladığı, bölüşümün azınlık leyhine artması da bu program döneminde, özelleştirme ile olmuştur.  Ancak Sayın Akça’nın yine de bunu yazması çok önemlidir ve değerlidir.

Çünkü bunu biz söylediğimizde, sesimizi güdümlü medya yayınları ile “bıyıklılar” olarak kesmeye çalışanların varlığını da unutmadık. Bu yüzden siyasette ve sivil toplumda bu tehlikeli bölge sayıldığı için sinildi..Bunu Sayın Akça’nın yazması bu bakımdan önemlidir.Unutturulmak isteneni yazdı.

İşte o zaman, siyasetin bu yüzden, “bölüşüm” üzerine gelişmesi kaçınılmaz olmaktadır. Ama bölüşüm üzerine de tartışmada baskın olan ses de, çalışanların aldıklarını kısmak, ama bazı tekellere kamu marifeti ile sağlanan avantajları da “görünmez adam” kılmak olduğu da açıktır.   

Ancak, yine de yazmak gerekir. Sayın Akça’nın önsözünü yazdığı 2012 raporunun sayfa 53’ten sayfa 60 a kadar giden bölümünde, KKTC’ deki vergi gelirlerindeki yanlışla ile ilgili önemli tespitler de yapmaktadır. Hele gelir vergisine dönük eleştirileri ve tespitleri, değme bir solcu ve liberal anlayışa sahip olanlardan daha etkindir. Bu da yine “bölüşüm” üzerine siyasetin gelişmesini kaçınılmaz kılar. Çünkü ağırlıklı olarak devlet geliri, dolaylı vergilerden, ama gelir vergisi noktasındaki “cücelikten” almaktadır.. Ama programda buna dair de bir önerme de yoktur.

Yani, eğer demokratik dönüşüm, kendi kendini yönetme, sivilleşme, hukuk devleti, Kıbrıs sorunundaki açılım, üretkenlik, verimlilik ve sosyal adalet temelinde, ekonomik düzenleme ve demokratik yapılanma  insan odaklı ele alınmazsa; tartışmalar, “bölüşüm” odaklı olmaktan kurtulamayacaktır.