“Sayın Tatar, dünyanın anlamadığı şeyleri Türkçe de söylese, İngilizce de söylese kimse anlamayacak”

YENİDÜZEN’in yeni yazı dizisi 4 Soru, 4 Cevap’ın ilk konuğu Tarım ve Doğal Kaynaklar Eski Bakanı, Milletvekili Erkut Şahali’ydi. Şahali ile 4 soruda ülkedeki güncel sorunları ve çözümleri, yurttaşın siyasete bakış açısını ve Kıbrıs sorununu konuştuk.

Serap ŞAHİN

YENİDÜZEN’in yeni yazı dizisi 4 Soru, 4 Cevap’ın ilk konuğu Tarım ve Doğal Kaynaklar Eski Bakanı, Milletvekili Erkut Şahali’ydi.

Erkut Şahali ile 4 soruda ülkedeki güncel sorunları ve çözümleri, yurttaşın siyasete bakış açısını ve Kıbrıs sorununu konuştuk.

Yurttaşın siyasete kızgın olduğuna ancak siyasete de uzak olmadığına işaret eden Şahali, “Yurttaş kendini o kadar sahipsiz hissediyor ki CTP’den icraat bekliyor. CTP’den özellikle günlük sorunların çözümü konusunda pozisyon beklemek çok adil bir durum değildir. O icraatın ortaya çıkabileceği nokta hükümette bulunma halidir ki şu anda o yok” diyor.  

Kıbrıs sorununa karşı cumhurbaşkanının şuursuzca tavırlar sergilediğini söyleyen Erkut Şahali, “Birlikte verilen kararla, federasyon müzakereleri yapıldığına göre federasyon müzakereleri son bulacaksa bu kararın da birlikte verilmesi gerekir. Şu anda Sayın Tatar’ın kapasitesi buna elverişli değil” ifadelerine yer verdi.

SORU

Ülkedeki güncel sorunlardan 3’ünü önem sırasına göre sıralayabilir misiniz?

"Ekonomik sorunlar, güvenlik ve gelecek kaygısı”

“Birincisi ekonomik sorunlar. Kıbrıs Türk halkı korkunç bir ekonomik yükle boğuşuyor. İkincisi güvenlik sorunu. Trafikteki güvenlik, polisiye olaylardaki çeşitlilik ve artış. Üçüncüsü de gelecek kaygısı. Gelecek kaygısını da ikiye ayırarak söylemek istiyorum. Bir taraftan Kıbrıs sorununun yarattığı belirsizlik. Dolayısıyla önünü görememek. Bir diğeri de bu ülkede azınlık durumuna düşme korkusu. Sadece Kıbrıs Rumlar, Türkler bağlamında değil. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sınırları içerisinde azınlık durumuna düşmek, yabancı nüfusun hem çalışma hayatında hem sosyal hayatta kontrolsüz bir biçimde artması ve insanların kendi yurtlarında güvenli bir geleceği hissedememe bakımından korkunç bir güvenlik kaygısıyla karşı karşıya oluşu”

SORU

Sözünü ettiğiniz 3 sorunun çözümleri sizce neler?

“Dövize endeksli giderlerin karşılanması için bir yeni model”

“Ekonomik açıdan Kıbrıs Türk insanının kendi kendine yetebileceği bir durum yaratmak mümkündür. Bu durum fiilen mevcuttur aslında. Ancak ekonomiyi akılcı bir biçimde yönetmek ve ülke kaynaklarını ülke yararına dönüştürmek, seferber etmek ve hatta disiplinli bir biçimde yönetmek gerektiğini düşünüyorum. Türk parası kullanıyor olmaktan ötürü döviz karşısında sürekli mağdur duruma düşen ve bu mağduriyetin her geçen gün arttığı bir noktadayız. Çözüm formülü olarak tüm muhasebe sisteminin dövize, özellikle de Euro’ya endekslenmesi üzerinde duruyoruz. Sınırlı kaynaklara sahip olmamız nedeniyle ithalat, ihracattan çok daha fazladır. Biz aslında dış ticarette meydana gelen bu açığı hizmetler sektörüyle telafi etmeye, kapatmaya çalışıyoruz. O da nasıl oluyor? İthalatımız karşısında oluşan fazlalığı eğitimle alakalı, turizmle alakalı noktalarda ürettiğimiz hizmetlerle ve bu hizmetlerin dış satımıyla kapatmaya çalışıyoruz. 2021 verilerine göre söyleyecek olursak hizmetler sektöründeki ürettiğimiz artı değer yaklaşık 2 milyar Dolar’lık bir hacimdi. İthalatımızla karşılaştırdığınızda aslında birbirini karşılayabilen ve hizmet sektörü ile dış ticaret açığını kapatabilen bir noktaydık. Ama bizim bütün gelirlerimiz TL’ye endekslendiği için onları harcarken döviz karşısında yine de mağdur oluyoruz. Bireyler bazından ülke geneline kadar sürekli bir fakirleşme durumuyla karşı karşıya kalıyoruz. Tüm ücretlerin dövize endekslendiği ve dövize endekslenmiş gelirlerle, bütün dövize endeksli giderlerin karşılanması için bir yeni model yaratıldığı takdirde biz şu an yaşanmakta olan ekonomik dar boğazın etkilerinin korkunç derecede hafifleyebileceğini düşünüyoruz. Bunu yapabilecek bir iradenin de CTP’de olduğunu görüyoruz. CTP dışında başka bir irade gelişir mi? Örneğin şu anki hükümet partilerinde diye sorarsanız; bırakınız gerçekleştirecek iradeyi, bunu düşünecek cesaretleri bile yoktur. Biz günlük olarak hayat pahalılığı muhasebesinin hâkim kılınmasından söz ederken, onlar 3 aylık, 4 aylık periyotların sözünü ediyorlar. Aslında ne dediğimizi anlıyorlar ama bunu taahül edecek, uygulamaya koyacak cesarete sahip değiller.”

 

“Devlet dediğiniz, yurttaşın güvenliğini sağlamakla yükümlüdür”

“İkincisi güvenliğe dair meseleler demiştim. Bu ülkede kuralsız yaşamın ne kadar yaygınlaştığını önceki gün adli yılın açılışında yapılan konuşmalarda çok net olarak görmek mümkün.Yargı kararlarına uymayan bir devlet yapısından söz eden bir yüksek mahkeme başkanımız var. Veyahut hükümetin hukuk danışmanı, hükümetin avukatı durumundaki başsavcılığın ‘Bu niyetiniz yasaya aykırıdır, bu konuda anayasaya aykırılık söz konusu’ dediğimiz konularda bile idare yani ‘Hükümet adım atmaktan geri durmuyor’ diyen bir başsavcı söz konusu. Bu söylenenlerden yola çıkarak Baro Başkanı da diyor ki ‘Devlete olan inancın yerlerde süründüğü bir dönemden geçiyoruz’ . Devlet dediğiniz, yurttaşın güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Trafiğin güvenli hale gelmesi, trafik alt yapısının üzerinde onu kullananların güvenliğini sağlayacak şekilde zinde tutulması, okul ve hastane binalarının devletin vermekte olduğu hizmetleri yeterince ve etkili bir biçimde vermesini sağlayacak donanıma sahip olması gibi zorunlulukları içerir. Dahası bu ülkedeki kontrolsüz kaçak nüfus yapısı ciddi asayiş sorunları yine yüksek mahkeme başkanının ifadesinden anlıyoruz ki suç miktarındaki artışla birlikte, suç türlerinde de artış söz konusu. Geleneksel olarak Kıbrıslı Türklerin kendini çok yabancı hissettiği suçların günlük hayatın sıradan unsurları haline geldiği tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Güvenlik meselesini aşmak da bizim açımızdan son derece önemlidir.”

 

“Kıbrıs sorunu, mutlak suretle dünyanın kabul ettiği çerçevede çözülmesi gerekiyor”

“Diğer meseleye gelecek kaygısı dedik. Birisi kronikleşmiş bir gelecek kaygısıdır. O da Kıbrıs sorunundan kaynaklanan belirsizlik, Kıbrıs sorununun sebep olduğu izolasyonlar ve bu çerçevede kendini dünyalı hissedememe sorunu. Kıbrıs sorununun sebep olduğu belirsizlik bu ülkede pek çok fırsatın da yitirilmesine, pek çok kaynağın da tüketilmesine yol açıyor. Kıbrıs sorunu, mutlak suretle dünyanın kabul ettiği çerçevede çözülmesi gerekiyor. Biz CTP olarak ilk günden itibaren söylediğimizin arkasında durmaya devam ediyoruz. CTP bu konuda son derece istikrarlıdır. Kıbrıs sorunu iki bölgeli, iki toplumlu ve toplumların siyasi eşitliğine dayalı bir federal çözümle sonlandırılmalıdır. Bunun başka bir yolu da yoktur. Çünkü federasyon çözümü dediğimiz şey, Kıbrıs sorununun taraflarının mutabakatıyla ortaya çıkmıştır. Ama bu mutabakat Kıbrıs Türk tarafının talebiyle ortaya çıkmıştır bunun da altını çizerim. Kıbrıs sorununun çözümünde federasyon 1977 Doruk Anlaşmasıyla birlikte uluslararası literatüre girmiş, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından benimsenmiş ve o çerçevede yürütülen müzakereler sonucunda da Kıbrıs sorununun parametreleri oluşmuştur. Ama Kıbrıslı Türkler 1974’teki iki bölgeliliğinin hemen ardından 6 ay sonra 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurarak ‘Artık üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’nde değil, bir federal devlette biz Kıbrıslı Rumlarla ortaklık ve bu adanın paylaşımını öngörüyoruz, gerçekleştirebiliriz’ dediler. Kıbrıs Türk tarafı; dünyayı, herkese kabul ettirdiğimizden biz vazgeçtik diye herkesin de federasyondan vazgeçmesini bekleyen tuhaf bir durumla karşı karşıya bıraktı. Türkiye Cumhuriyeti de aynı şeyi söylüyor.Bu imkânsızdır çok net. Çünkü bunun anlamı Kıbrıs’ı bizimle paylaşmak zorunda olan Rumları bu paylaşımın nasıl olacağına dair ikna edememişken, Kıbrıs’ın bir bölümünden vazgeçme konusunda ikna etme çabası anlamına geliyor. Paylaşmaya ikna edemediklerinizi, vazgeçmeye ikna edebilir misiniz? Kendinden izahlıdır bu ve asla böyle bir şey mümkün değildir. Kıbrıs sorununun yarattığı belirsizlik ancak ve ancak uluslararası kabul gören federasyon çözümüyle sonlanabilir. Bu da mümkündür. Yeter ki bu konudaki müzakerelerde belli bir takvim öngörülsün ve bu takvimin sonucunda karşılaşılacak farklı sonuçlarla ilgili de tarafların pozisyonları önceden netleştirilmiş olsun.”

 

“Bugünkü hükümet siyasi emeklerinin sonucu o makamlarda bulunanlardan oluşmuyor”

“Ülkede artık bir de bu belirsizliğin yarattığı kimlik sorunu söz konusu. Kıbrıslı Türkler özellikle Kıbrıs sorununun yabancılar açısından yarattığı belli başlı fırsatların mahkûmu durumuna geldiler. Uluslararası toplumun dışında, uluslararası kabul görmeyen bir coğrafya olan Kuzey Kıbrıs’a, örneğin kaynağın şüpheli finansın girişinde nispeten bir kolaylık söz konusu ve bu finansın girişiyle birlikte bu ülkede özellikle gayrimenkul konusunda ciddi spekülatif bir piyasa oluşmuş vaziyette. Bu birilerinin hayallerinin ötesinde para kazanmasını sağlarken, aslında kendi insanımızın da bu ülkede gelecek kaygısı duymasına yol açıyor. Bir taraftan mülksüzleşme, diğer taraftan barınma sorununa varıncaya kadar gelecekte bu ülkede varlığını sürdürebilme konusunda belli bir kaygının ortaya çıkması Kıbrıslı Türklerin ciddi anlamda sorunlarla karşı karşıya kalmasına yol açıyor. Bunun aşılabilmesinin yolu da aslında hem bir taraftan Kıbrıs siyasi sorununu çözmek ama öte yandan da çözüme kadar geçecek zaman zarfında bu ülkenin kurallarla yönetilen bir ülke olmasını, bir devlet olmasını sağlamaktır. Mülkiyet ve nüfus konusunda, kaçak nüfusla mücadelede yasalarda yazılanların yapılmasını sağlayacak bir devlet otoritesinin yeniden inşa edilmesi; bugünkü hükümetle bu söylediklerimizin hiçbiri mümkün değil. Bugünkü hükümet siyasi emeklerinin sonucu o makamlarda bulunanlardan oluşmuyor. Siyaseten hak ettiğinin çok üzerinde değer gören ve oraya aslında bir hediye olarak oturtulan kişilerden oluşuyor. İki milletvekiline sahip Yeniden Doğuş Partisi’nin normal koşullarda hükümet partisi olma ihtimali yoktu, olmamalıydı. Veya 3 milletvekiline sahip Demokrat Parti’nin bugün koalisyonun belki yardımcı unsuru olması mümkündü. Ama Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) kendi kendini yönetemeyen bir partiye dönüşmüş olması ve 2012 yılından beri hiç sükûnet içinde bir dönem geçirmediği. Son 10 yıldır kendi kendini yönetemeyen UBP’de en son yaşanan şey kurultaydan zaferle çıkmış genel başkanın hükümet kuramayarak hem başbakanlıktan hem parti başkanlığından gidişi oldu. Böylesi bir hükümet yapısının bu ülkenin sorunlarını çözecek iradeyi geliştirmesine imkân yoktur. Çünkü onlar için asıl olan şu an işgal ettikleri makamlarda fazladan geçirecekleri bir tek gündür.”


SORU:

Siyasete güvenin azaldığı, halkın politikaya olan bakışında değişimler olduğu tespiti yapılıyor. sizce yurttaş siyasetten uzaklaştı mı? Ayrıca halkın güncel sorunlara duyarsız kaldığını düşünüyor musunuz?

“Yurttaş aslında siyasete kızgın”

“Düşüncem ikisiyle ilgili de olumsuzdur. Aslında yurttaş siyasetten ve siyasetçiden hala medet umuyor, uzakta değildir. Ama yurttaşın sorunları kronik bir biçimde çözümsüz kaldıkça, siyasetteki herkesi benzeştirmek gibi bir hakkı da kendinde görüyor. Ama yurttaş kendini o kadar sahipsiz hissediyor ki CTP’den icraat bekliyor. CTP’den özellikle günlük sorunların çözümü konusunda pozisyon beklemek çok adil bir durum değildir. O icraatın ortaya çıkabileceği nokta hükümette bulunma halidir ki şu anda o yok. Yurttaş aslında siyasete kızgın. Kızgınlığı o kadar büyüktür ki zaman zaman kızgınlığın odağı şaşmaktadır. ‘Hepsi aynıdır’ gibi bir söylemle kendi kendini deyim yerindeyse rahatlatmakta, deşarj olmaktadır. Bunu söyleyenler de hepimizin aynı olmadığını biliyor.

 

“Yurttaş aslında hiçbirimizin birbirimize benzemediğini çok iyi biliyor”

“Ben eski bir bakan olarak, kabinedeki herhangi bir bakan gibi bakanlık dönemi geçirmedim. Şu an kabinede bulunanların her biri ile ilgili ayrı ayrı dile gelen iddiaların hiçbiri benim veya benimle birlikte görev yapan bakan arkadaşlarım hakkında dile gelmedi. Şu anda istihdamı olsun, ihalesiz ve kayıt dışı yaşamın hükümet tarafından desteklenmesi olsun, bizim icraat dönemlerimizde asla böyle bir durum söz konusu değildi. Yurttaş aslında hiçbirimizin birbirimize benzemediğini çok iyi biliyor ama sorunların kronikleşmiş olması ve çaresizlik duygusu günün sonunda yurttaşı kızdırıyor.”


SORU

Cumhurbaşkanı’nın söylemleri ve attığı adımlarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Kıbrıs sorunu konusunda nasıl bir yol izlenmeli?

“Kıbrıs sorununa dair Cumhurbaşkanı kanaatimce şuursuz bir tavır içerisindedir”

“Kıbrıs sorunu toplumu son derece derinden etkileyen bir sorun. Kıbrıs sorununa dair Cumhurbaşkanı kanaatimce şuursuz bir tavır içerisindedir. Şu anda dile getirdiği argümanlar, ortaya koyduğu vizyon, kendi ifadesi ile dünyada arzu ettiği yankıyı bulmadı. Bunu Kıbrıs Haber Ajansı’na verdiği röportajında kendisi ifade etti. Sonra bunu diplomatik bir biçimde biçimlendirmeye dönüşmeye çalıştı. Sözün özü inkâr etti. Ama hakikat tam da dediği gibidir. Eşit egemen, iki ayrı devlet fikri dünyada herhangi bir biçimde kabul görmesi mümkün olan bir fikir değildir. Önceki günkü konuşmasında Recep Tayyip Erdoğan KKTC’nin tanınmasına dair bir talebi BM Genel Kurulu’nda dile getirdi. Konuşmasının bazı yerlerinde alkışlanan Erdoğan’ın konuşmasının bu kısmı alkışlanmadı. Neden? Çünkü tam da o konuşmada Erdoğan’ın ifade ettiği gibi uluslararası ilişkiler, uluslar arası taahhütler bazı şeylerin mümkün kılınabildiği, bazı şeylerin de imkânsız olduğunu peşinen söyler. Bir yandan Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün korunmasına dair bir argümanı ve Azerbaycan sınırlarındaki Ermenilerin refahının Azerbaycan devletinin çatısı altında söz konusu olacağını söylerken, öte yandan Kıbrıs Cumhuriyeti, ki Kıbrıs Türkleri onun kurucu ortağıdır. Türkiye de onun garantörüdür. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin artık ortadan kalkarak iki eşit egemen devletin varlığının söz konusu olacağı bir gelecek ifadesini kullanırsanız bu taban tabana zıt bir yaklaşım söz konusu olur. Nasıl ki Azerbaycan’da ne olacağının kararını Azerbaycanlılar ve Ermenistanlılar verecek, Kıbrıs’ta ne olacağının kararını da Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar verecek. Bu konuda belli başlı kararlar verildiği için federasyon çözümü üzerinde yıllardır devam eden bir müzakere söz konusudur. Birlikte verilen kararla, federasyon müzakereleri yapıldığına göre federasyon müzakereleri son bulacaksa bu kararın da birlikte verilmesi gerekir. Şu anda Sayın Tatar’ın kapasitesi buna elverişli değil. Ama taşıdığı sıfatın sorumluluğunu yerine getirecekse, birinci Cumhurbaşkanı Denktaş’la, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin o dönemki lideri Makarios arasında imzalanan 1977 Doruk Anlaşması’nda öngörüldüğü gibi federasyon çözümünü arayan, federasyon çözümünün gerçekleşmesine dair yaratıcı öneriler ortaya koyan bir duruş sergilemeli. Bunu sergilemediği sürece Sayın Tatar’ın sadece Türkçe konuşabilme ihtimali vardır.

 

“Sayın Tatar, dünyanın anlamadığı şeyleri Türkçe de söylese, İngilizce de söylese kimse anlamayacak”

“Sayın Tatar, dünyanın anlamadığı şeyleri Türkçe de söylese, İngilizce de söylese kimse anlamayacak. Şu anda cumhurbaşkanlığında aslında bizim cumhurbaşkanımızın görev yetki ve sorumluluklarına uygun olmayan, bir politika ve kişi bulunmakta. Sayın Tatar’ın yapması gereken kendinden önceki cumhurbaşkanlarının yaptığı gibi, cumhurbaşkanlığına yaraşır, yakışır ve laik bir tutuma bir an önce geri dönmektir. Bunu yapmayacaksa her gün bize çiçek, böcek, dağ, doğa fotoğrafları gönderen bir turist görüntüsü arz eder. Sayın Tatar görev süresinin geriye kalan kısmında eğer saygıyla anılmayı bekliyorsa, yapması gereken şey 1977’de başlayan müzakere sürecinin öncelikle hâkimiyetini sağlamak. Müzakere süreçlerinde ne olup ne bittiğini öğrenmek, ondan sonra da o hedef doğrultusunda geriye kalan görev süresini tamamlamak. Bu konuda bir beklentiniz var mı derseniz, ben Sayın Tatar’ın elverişli olmadığını düşündüğüm için çok da beklenti içinde değilim açıkçası.”


TEK KELİME, TEK CEVAP

✔️ Nüfus: Kaos

✔️ Kıbrıs sorunu: Umut

✔️ Pahalılık: Önlenebilir

✔️ Hükümet: Çete

✔️ Kıbrıslı Türkler: Kimlik

✔️ Kıbrıslı Rumlar: Kimlik

✔️ Türkiye’deki AKP iktidarı: Hükümet

✔️ Cumhurbaşkanı: Lider

✔️ Siyaset: Gerekli

✔️ Meclis: Gerekli

Röportaj Haberleri