SEBEPSİZ BİR NEŞE

Neşe Yaşın

Yeni bir yılı daha karşıladık. Ama ne karşılama! Sokaklarda kalabalıklarla şenlik içindeki Yeni Zelanda’yı, yılın en ünlü kasabası Wuhan’ı  ve Kıbrıs kumarhanelerini saymazsak genelde TV başında uyuyakaldık dünyaca. Latif Demirci’nin karikatürü güldürdü beni. Kadın yatakta yatıyor, kocası perdeyi aralamış bakıyor: “Neriman, yok bir değişiklik ya! Aynen 2020 gibi” diyor. Yine de güzel dileklerle, renklerle, sevi sözleriyle, küçük armağanlarla iyi bir zamandı benim için.  Kameralarımızı açıp sevinç çığlıkları attık, sevdiklerimizin evlerine girdik, güzel yemekler yedik pek çoğumuz. Zor koşulların tetiklediği yaratıcılık hallerini hep sevmişimdir. Son zamanlar hep hazıra konduğumuz, pek çok şeyin önümüze servis edildiği bir hayat yaşıyorduk. Dolu dizgin gittiğimiz bu hayatlarda attan düşmüş gibiyiz şimdilerde. Attan düşenin, yürümenin keyfini çıkarma şansı vardır diyelim.

Yıl boyunca neler olmuş analizi yapan programlar önüme geldi bu günlerde. İyi şeyler de olmuş her şeye rağmen. İyi şeyler hep olur zaten, kötüler terazinin kefesini ağırlaştırsa da. Hayat böyle bir şey… Çok iyi olduğunu, hayatına bir mucize gibi geldiğini düşündüğün şey birden kalbini acıtan bir hikâyeye dönüşebilir. Kötü olduğuna inandığın da yanıltabilir seni. Kabuğun altındaki inciyi buluverirsin birden.

Zor dönemler gerçek cevheri taşıyanların ortaya çıkmasını sağlar biraz da. Eşitsiz olanaklar içinde parlayanlar bir eşitlenme durumunda gerçek değerlerine rücu ederler ve bir köşede sessizce ışıldayan bu sahte parlaklık gidince dikkat çeker birden.

Ne olursa olsun insanı en çok mutlu eden sevdiği bir şeyin üretimi sürecinde olmak. Bir de içinde hırs, kötülük ve kıskançlık taşımıyorsan daha hafif oluyorsun. Kıskançlık bahsi biraz muğlak bende. Kesin kıskanç biriyim. Kötücül bir kıskançlık değil bu, hayattaki adaletsizliğe dair bir öfke eşlik ediyor biraz da bu duyguya. Yine de öyle utanıyorum ki birini kıskanmaktan ona çok daha iyi davranıyorum bu utançla. Neyse geçelim bu bahsi.  Bazen başkalarının yaptıklarından onlar adına utanırsın, yapılanı inkâr etmek, hafifletici sebepler bulmak istersin ya ben bunu abartırım kimi zaman. Kıskançlık konusunda kendimi aklamaya çalışmam da biraz böyle herhalde.

Her hafta yazılarımı okumaktan sıkılmamışsınızdır umarım. Ben kaçmak için birkaç kez hamle yaptım ama sevgili editörümüz izin vermiyor.

Bugün içimde hayata karşı bir sevgiyle uyandım. Belirgin bir nedeni yok bunun. Belki de yaşananlara bir tepki bu; Tanatos’a karşı içimdeki Erotas’ın mücadelesi. “Yeter artık! İyi olalım” gibi bir durum belki de. Sabah Nobel konserini izledim, kahvemin yanında suçluluk duymadan kurabiye yedim. Arka balkondaki güneşte kitap okurken karlarla kaplı, dondurucu şehirlerini düşündüm dünyanın. Pandemi durumu olmasaydı onlardan birinde olacaktım bu günlerde. New York’ta büyük olasılıkla…

Her şeye rağmen iyi olmak mümkün. Çoğu kez deneyimlemişimdir bunu. Son aylarda ilk zamanlardaki iyimser halimde bir kırılma yaşamıştım, şimdi yeniden silkiniyorum. Hayatta bir günü dahi ziyan etmemeli insan.

Bu iyimserliğim akşama kendi kendine söner belki ama olsun; şu an iyiyim ya.

İyi olduğumuz için, neşeli ve mutlu olduğumuz için suçluluk duymamız öğretilmiş bize. Oysa insanın acılarla dolu bir dünyaya karşı zaferidir neşe. Kötülüğü, zoru yenmenin bir yoludur sevinmek. Sevinçlerimizi kıranlara inat yeniden ve yeniden sevinebiliriz. Pek çok neden vardır sevinmek için.

Bu dünya neyse o. Kalibresi düşük olanın, vasat olanın iktidar olduğu bir yer dünya. Türlü aptallık ve merhametsizliğin hüküm sürdüğü bir yer. Bunlar biraz da dünyayı değiştirmemiz gerektiğini işaret ediyor bize. Elimizden ne geliyorsa onu yapabiliriz. Güzel bir yemek yapmak bile bir iyilik katmaktır hayata. Yeni bir yılın bu ilk Pazar gününde dilerim içinizi ferahlatacak gelişmeler olsun hayatınızda. Neşeli bir yıl diliyorum hepinize.