CTP-BG Lefkoşa Milletvekili Tufan Erhürman, “kangrenleşmiş yaraları olan bir sistemde” reform sürecinin sadece siyasi partilere ve milletvekillerine bırakılamayacak kadar ciddi bir iş olduğunu söyledi
“Madem ki bir değişim istiyoruz ve şu anki ekonomik, siyasi, hukuki yapının sürdürülebilir olmadığı kanaatindeyiz, bu reform sürecini de tetiklemek için seçimde bu sonucu çıkarttık, bu sürecin takipçisi olmalıyız. Yurttaşlar olarak bilmeliyiz ki bu kadar kangrenleşmiş yaraları olan bir sistemde bir reform süreci, sadece siyasi partilere ve milletvekillerine bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir”
Ödül Aşık Ülker
CTP-BG Lefkoşa Milletvekili Tufan Erhürman, “kangrenleşmiş yaraları olan bir sistemde” reform sürecinin sadece siyasi partilere ve milletvekillerine bırakılamayacak kadar ciddi bir iş olduğunu söyledi.
“Umarım bu seçim, demokrasimizin katılımcı demokrasi anlayışına doğru evrilmeye başlaması açısından da bir milat olur” diyen Erhürman, “Madem ki bir değişim istiyoruz ve şu anki ekonomik, siyasi, hukuki yapının sürdürülebilir olmadığı kanaatindeyiz, bu reform sürecini de tetiklemek için seçimde bu sonucu çıkarttık, bu sürecin takipçisi olmalıyız” diye konuştu.
Milletvekili seçilen iki hukukçudan biri olan Erhürman, seçim döneminde tüm partilerin anayasa değişikliğinden bahsettiğini de hatırlatarak, seçim dönemindeki tartışmalara baktığı zaman anayasa değişikliği konusunda mecliste bir sıkıntı yaşanmayacak gibi göründüğünü ancak sorun olması durumunda bunu şeffaf bir şekilde halkla paylaşacaklarını belirtti.
Akademisyen Erhürman, anayasanın 81’inci ve 162’nci maddelerinin Haziran 2014’deki yerel seçimlerle birlikte referanduma sunulmasının en mantıklısı olacağını kaydederek, bunun insanlarda moral yaratacağını ve güven tazeleyeceğini belirtti.
Seçmenden değişim mesajı...
• Soru: Öncelikle seçim sonuçlarını değerlendirir misiniz? Seçmen hem iktidardaki partiyi götürerek hem de milletvekillerinin 23’ünü yeni isimlerden seçerek nasıl bir mesaj verdi?
• Erhürman: Bunu bir değişim mesajı olarak algılamak lazım, ama sadece kişilerin değişmesine ilişkin bir mesaj değil. Seçmen siyasetin hem esasının hem de yapılış tarzının, yani usulünün değişmesini istedi diye algılıyorum ben. Çünkü bugüne kadar hep kavgacı bir uslup vardı, meclis görüşmelerinde bildiğimiz sahneler yaşanıyordu, bardaklar fırlatılıyor, insanlar birbirini dinlemiyor, biri konuşurken diğerleri dışarıya çıkıyordu. Meclisin toplanamamasına yönelik de tepki var. Tabii işin esasına yönelik de tepki var. Partiler veya milletvekilleri ülkenin, toplumun genel sorunlarına yönelik politika yapmak yerine daha çok kurultaya, parti içi hesaplaşmalara ya da seçim zamanı seçilmeye dönük politika yapıyorlardı. Seçim sonuçları bu politika tarzına ilişkin bir mesajdı ve seçmen bu tarzın değişmesini istedi. Bu tarzın değişmesi bir takım yasaların değişmesi gereğinde de somutlaştı. Seçim ve Halk Oylaması Yasası’nın değiştirilmesi ve tek listeye geçilmesi genel kabul görüyor gibi. Seçmen bunu seçim dönemi boyunca dinledi, hemen hemen kimse karşı çıkmadı ve bir anlamda da bu talebi sandığa yansıttı. Siyasal partiler yasasının değiştirilmesi ve milletvekili transferlerinin engellenmesi, iç tüzüğün, anayasanın belli maddelerinin değişmesi konusunda yaygın bir konsensus var ve bu sandığa da yansıyor.
“Tek parti çıkma beklentisi başarıyı gölgeledi”
Bunun yanında seçimin kazananına ilişkin de birşeyler konuşmak gerekiyor. CTP-BG seçim sonrasında çok büyük kutlamalar yapmadı. Çünkü beklenti tek parti olarak iktidara gelmekti ve bu başarı başarı gibi görülemedi, öyle bir sevinç yaratmadı. Oysa dışarıdan bir gözle baktığımız zaman milletvekili sayısı 15’ten 21’e çıktı, oy oranı da %29’dan %39’a çıktı. Ayrıca bundan daha önemlisi CTP-BG bütün ilçelerde birinci parti olarak çıktı. Bütün bunlar yanyana konulduğu zaman bence ciddi bir başarı var. Biraz da dışarıdan bakarak şunu da söylemek lazım, dünyada sol partilerin ciddi bir arayış, dalgalanma içerisinde olduğu, çok zor kazandığı, kazansa bile arkasından gelen seçimde kaybettiği bir dönemde elde edilen bu sonuç ciddi bir başarıdır. Ama tek parti olarak çıkma beklentisi bu başarıyı biraz gölgeledi.
***
“Karma oyda somutlaşan tepkiyi meşru görüyorum”
• Soru: Çok fazla karma oy olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu sivil toplumun etkisi mi, vatandaşın tepkisi mi?
• Erhürman: İkisi birlikte... Sivil toplum örgütlerinin etkisi olduğunu da yadsımamak lazım. Sivil toplumun etkisi var ama halkın tepkisi de önemli. Sivil toplum örgütleri de o öneriyi zaten halkın tepkisi üzerine geliştirdi. Dolayısıyla ikisi birbirinden koparılacak şeyler değil. Halk “bugüne kadar siz her seçimden önce bir takım programlar hazırladınız ama o programları seçimlerden sonra uygulamadınız, dolayısıyla şimdi sizin programlarınıza bakarak partilere mühür vurmak veya mühür vurup tercih yapmak bize çok da akla yatkın gelmiyor” dedi ve daha çok güvendiği insanlara yöneldi, bu da karma oyların sayısını artırdı. Aslında bana sorarsanız karma oy yöntemi veya seçeneği benim demokraside kendi adıma çok tercih ettiğim bir seçenek değil. Çünkü demokrasinin bir mantığı vardır. Siyasi partiler seçimlerden önce programlarını, o programları en iyi uygulayacaklarına inandıkları listelerini ilan ederler, insanlar da programlara, onu uygulayacak listelere bakarlar ve akıllarına en çok yatana oy verirler. Seçimden sonra da program doğrultusunda siyasi partiyi denetlemeye başlarlar. Bizde maalesef son dönemde bu yıkıldı ve bugüne kadarki tecrübe de bunun böyle olmadığını gösterdiği için seçmende bir güvensizlik oluştu. Seçmen bu güvensizliği yine yasal bir hakkı olan karma oy aracılığıyla ortaya koydu. Ben bunu meşru buluyorum ama umarım bundan sonraki seçimlerde de hep böyle olmaz. Çünkü siyasetin programlar üzerinden yürütülmesi gerekir. Hep kişiler üzerinden yürütmeye devam edersek, bu parlak bir siyasetimiz olacağı anlamına gelmeyecektir. Ama bu dönemde, karma oyda somutlaşan tepkiyi ben meşru görüyorum. Çünkü gerçekten siyasete ve siyasetçiye güven ciddi biçimde aşınmıştır. Umarım siyasete ve siyasetçiye güven bu dönemde yapılacak icraatlarla kazanılır ve gelecek dönem karma oya bu denli ihtiyaç duyulmaz.
“Sayın Başkan ‘BG’ adaylarını doğru tespit etmiştir”
• Soru: Seçim sistemine yeniden döneriz ama öncelikle seçim sonuçlarını değerlendirmeye devam edelim. Siz, Sibel Siber ve Özdil Nami parti başkanından fazla oy aldınız. Bu bazı kesimler tarafından olumlu yorumlanırken, bazı kesimler tarafından olumsuz yorumlandı. Milletvekili adaylarının parti başkanından fazla oy alması sizce ne anlama geliyor?
• Erhürman: Ben bunun çok anlaşılabilir bir sebebi olduğunu düşünüyorum. CTP bünyesinde “Birleşik Güçler” konsepti var. BG adayları CTP üyesi olmayan, ideolojik olarak CTP’ye yakın olup, bugüne kadar parti içinde faaliyet göstermemiş ve sadece CTPlilerden değil CTPliler dışından da oy alıp partiye getirebileceği düşünülen kişilerdir. Böyle düşünüldüğü için BG adayları çıkarılıyor. Biz BG adayıyız ve bizim partiye esas katkımız karma oydan getirdiğimiz katkıdır. Dolayısıyla BG konseptinin mantığına uygun bir sonuç çıktı. Sayın Genel Başkan’ın karma oydan bizim kadar oy alamamış olması da son derece doğal çünkü genel başkanlar partileriyle özdeşleşir ve onlara karma oy çok fazla akmaz. Dolayısıyla genel başkanın bizden bir miktar az oy almış olmasını onun başarısızlığı olarak değil, tam tersine başarısı olarak değerlendiriyorum. Demek ki Sayın Başkan BG adaylarını doğru tespit etmiştir. Bu beklenmedik bir sonuç gibi tartışılıyor ama bence tam da mantığına uygun bir sonuç vardır.
“Barajlara karşıyım”
• Soru: Tekrar seçim sistemine dönersek, tek listenin artık kabul gördüğünden bahsettiniz. Sizce seçim sisteminde neler değişmeli? Barajı geçemeyen partilerde geçen partilerde kazanan adaylarla çok yakın oy alıp meclise giremeyenler olduğunu da gördük. Mevcut sistemde irade meclise tam olarak yansıyor mu?
• Erhürman: Bu benim tamamen bireysel görüşümdür, partide tartışılmış birşey değildir. Ben bireysel olarak barajlara her zaman karşıyım. Baraj meselesi demokrasi ile istikrar arasındaki dengeden doğan bir meseledir. İstikrardan kasıt da tek parti iktidarlarının önünü açmak, çok parçalı sonuçlara yol açmamaktır. Ama bizim ülkemizde çok parçalı sonuçlara yol açılmıyor, açılacaksa da bu sistemle de açılıyor, yani barajın kaldırılması durumunda daha da parçalı hale geleceğine dair bir işaret yok. TDP %4.9’da kalsaydı ve üç milletvekili kaybetseydi bence demokrasi açısından hiç de sevinilecek bir durum olmazdı. %4.9 oyun, tabiri caizse, çöpe gitmesi demokraside kabul edilebilecek birşey değil. BKP’nin %2 civarındaki oyu meclise yansımadı. Aslında mevcut sistemde %2-3’lük doğal bir baraj var. O yüzden benim kişisel düşüncem %5’lik barajı %2-3’e çekmektir. Bu da ciddiyeti sağlamaya yarar çünkü bu kadar küçük bir nüfusta gayrıciddi bazı siyasi partilerin de bir milletvekilini parlamentoya göndermesi söz konusu olabilir. Örneğin Balkanlarda Bira Severler Partisi kuruldu ve bu partinin mecliste bir milletvekili oldu. Tepki oyları, sırf seçmenin öfkesi dolayısıyla, oraya akıp gayri ciddi birşey çıkarabilir ki bu da demokraside hoş değildir. Bence %2-3’lük bir baraj makuldür.
%5 barajının kötü yanı sadece %5 barajının altında kalan partilerin milletvekili çıkaramaması değil, bir partiye oy vermek isteyen bazı seçmenlerin “o parti barajı geçmeyebilir” düşüncesiyle gerçek tercihine değil ikinci tercihine yönelebilmesidir. Bu da bana demokratik gelmiyor. Demokraside önemli olan seçmenin iradesinin tam olarak seçim sonuçlarına ve parlamentoya yansımasıdır.
“Gönlüm parçalı tek listeden yana”
Tek liste konusuna gelince, ben Seçim ve Halkoylaması Yasası’nda tek listeyi önemsiyorum. Bugünkü sistemde kişisel ilişkiler, feodal ilişkiler, bölgecilik çok belirleyici oluyor. Tek seçim bölgesinin bunları tamamen ortadan kaldıracağını tabii ki iddia etmiyorum ama etkisini nispeten zayıflatacağını düşünüyorum. Tek liste iki ihtimali bünyesinde barındırır: Mutlak tek liste ve parçalı tek liste. Mutlak tek listede 50 kişilik çarşaf bir liste çıkar, herkesin nerede ikamet ettiğine ve hangi ilçenin adayı olduğuna da bakılmadan oy verilir. Ama parçalı tek listede, her bölgenin milletvekili sayısı bellidir, çarşaf listede kimin hangi ilçenin milletvekili adayı olduğu açıkça görülür ama seçmenler her bölgenin adayına oy verebilir. Yani adaylar yalnızca kendi ilçelerinden değil, diğer ilçelerdeki seçmenlerden de oy alırlar ama sonuçta kendi ilçelerinin milletvekili olarak seçilirler. Böylece bölgesel temsiliyet de ortadan kalkmaz. Benim gönlüm parçalı tek listeden yanadır.
“En mantıklısı anayasayı Haziran 2014’te referanduma sunmak”
• Soru: Uzun zamandır anayasa değişikliği konusunda çalışmalar yapıyorsunuz. Gelinen noktada mevcut aritmetik içinde bu mümkün müdür?
• Erhürman: Bazı kesimlerde benim televizyon programlarında, gazete röportajlarında söylediğim şeylerin tamamen benim görüşüm olduğu gibi yanlış bir algı oluştu. Oysa çok açık söyleyebilirim ki CTP’nin internet sitesinde de yer alan 2 Temmuz 2013 tarihli “Toplumsal Vizyonumuz ve Sosyal ve Ekonomik Programımız” başlıklı metinde, 9 ve 12’nci sayfalar arasındaki bölüm hukukla ilgili kısımdır. Bu kısımda anayasa değişikliği somut olarak ortaya konmuştur. Ben sadece bu vizyonu aktarıyorum ve bu vizyonla ilgili bir takvim ortaya koyuyorum. Ben diyorum ki, en mantıklısı anayasayı gelecek yılın Haziran ayında yerel seçimlerle birlikte referanduma sunup değiştirmektir. Anayasayı değiştirmek için şu anda 50 milletvekilinin ellisi de hemfikir olsa bile referanduma gitmek gerekiyor. Referandum sandığını halkın önüne götürmek ekonomik olarak sıkıntılı. Ayrıca seçmenler bir süre sonra sürekli sandığa gitmekten sıkılır. Gelecek yıl Haziran’da zaten seçim var, sandığa gidilecek, hazır seçim yapılacakken referandum sandığı da kurulabilir. Bu takvim parti programımızda yok, bunu ben öneriyorum. Çünkü rasyonel düşündüğümde en doğrusunun bunun böyle olması gerektiği sonucuna varıyorum.
***
“Tümünü tartışıp referanduma götürmek son derece güç”
Vizyonda da belirtildiği gibi, anayasada çok fazla değişmesi gereken madde olduğunu düşünüyoruz. Bazı maddeler hukuken yanlış yazıldı, bir kısmı da güncelliğini yitirdi, varolan ihtiyaçlara cevap veremiyor. Bunların değişmesi gerekiyor ama Haziran 2014’e kadar tümünü mecliste tartışıp referanduma götürmemiz son derece güç. O yüzden bizim hedefimiz iki maddeyi referanduma götürmektir. Bunlar, Anayasa’nın 81’inci ve 162’nci maddeleridir. Meclisin çalışmasını zorlaştıran 81’inci madde toplantı için 26 sayısını arar. Etkili bir biçimde çalışacak bir Cumhuriyet Meclisi hedefinin hayata geçirilebilmesi için, meclisin 17 milletvekili ile toplanıp 13 milletvekili ile karar alabilmesini sağlamayı öngörüyoruz ancak bütçe, uluslararası anlaşmalar, hükümet programlarına güven oylamaları, güvensizlik oylamaları ve seçimle ilgili kararlarda gidilecek oylamalarda salt çoğunluk uygulamasının devamını önemsiyoruz.
“Grup kurmak için 5 değil, 3 milletvekili yeterli olsun”
Ayrıca mecliste grup kurmak için 5 değil, 3 milletvekili yeterli olsun ki muhalefetin demokrasinin vazgeçilmezi olduğunun bilinciyle, içtüzükte yapılacak değişikliklerle, meclisteki muhalefet partilerinin daimi ve ad hoc komitelerdeki etkisi artsın istiyoruz. Bu amaçla, özellikle yürütmenin ve idarenin denetlenmesi açısından son derece önemli olan Ombudsman ve Sayıştay raporlarını değerlendirecek yeni bir sürekli komite kurulmasını ve bu komitede, mecliste temsil edilen tüm siyasi parti gruplarının eşit oranda temsil edilmesi, komitenin başkanının ana muhalefet partisinden olmasını öngörüyoruz.
Haziran’da referanduma sunulmasını öngördüğüm 162’nci madde ise anayasanın değiştirilmesiyle ilgilidir. Mevcut madde mecliste oybirliği olsa bile referandum öngörüyor. Parti vizyonunda da yazdığı gibi, anayasada bazı değişikliklere gidilerek Anayasa’nın Meclis’teki milletvekillerinin 4/5’ünün yani 40’ının oyuyla değiştirilebilmesini olanaklı kılmayı amaçlıyoruz. Üzerinde uzlaşılabilecek maddeleri referanduma gerek kalmadan değiştirmeyi mümkün kılmak istiyoruz. 40 milletvekiline ulaşılamadığı ve 2/3’te kalındığı durumlarda da yine referanduma gidilsin.
***
Milletvekili dokunulmazlığı...
Bunların referanduma sunulup onaylanmasından sonra örneğin herkesin hem fikir olduğu milletvekili dokunulmazlığı kaldırılsın. Milletvekillerinin “yasama sorumsuzluğu” denen kürsüden söylediklerinden sorumlu olmama durumu devam etsin ancak “yasama dokululmazlığı” denilen milletvekili olmadan önce veya olduğu süre içerisinde işlediği suçtan yargılanamamak ve tutuklanamamak konusu kaldırılsın. Zamanında yasama dokunulmazlığı, savcılıklar o zamanlar iktidara bağlı çalıştıkları için, muhalefet milletvekillerinin ikide birde tutuklanıp parlamento çalışmalarına katılmaları engellenmesin diye konmuştu. Oysa bugün böyle birşey söz konusu değildir. Milletvekileri tutuksuz yargılansın ve suçlu olduklarının ıspatlanması durumunda da cezalarını çeksinler, gerekirse milletvekillikleri düşsün.
Yargı sistemimiz de yavaş çalışıyor. Bunun anayasadan kaynaklanan bir takım sebepleri var. Yargı sistemimizde idareye karşı dava açmak ve kazanmak anayasadan dolayı çok kolay değil. Ayrıca Sayıştay, ombudsman gibi denetim organlarının yeterince etkili çalışamamasının da anayasadan kaynaklanan sebepleri var. Temel hak ve özgürlüklerimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatıyla karşılaştırıldığında artık bazıları çok geride kalmış. Dolayısıyla bunları da değiştirmek lazım. Bütün bunları değiştirebilmek için anayasanın değiştirilme yöntemine ilişkin 162’nci maddenin değişmesi gerekiyor ki üzerinde uzlaşılan konuları Haziran’dan hemen sonra mecliste değiştirmeye başlayalım.
“Söz verdiğimiz değişikliği 11 ay sonra yapabilirsek insanlara umut gelir”
Tüm bunlar CTP’nin vizyonunda vardır. Benim kişisel düşüncem ve bana mantıklı gelen de bu iki maddenin Haziran’daki yerel seçimlerde referanduma sunulmasıdır. Böylelikle halk da bizim sözümüzü denetlemiş ve attığımız adımları görmüş olur. Bu ülkede bu şartlarda bir devrim olmayacağına göre, bu iş yavaş yavaş ilerleyecek. Yavaş yavaş yapılacak reformlar da birbirini tetikleyecektir. Eğer anayasada söz verdiğimiz değişikliği 11 ay sonra yapabilirsek insanlara umut gelir, moral gelir ve kamuoyu başka şeyler de yapabileceğimize güvenmeye başlar. Bu durumda kamuoyu, diğer reformların yapılması konusunda da baskı unsuru olacaktır.
“Anayasa değişikliğinde sıkıntı yaşanmayacak gibi görünüyor”
• Soru: Referanduma gitmek için de mecliste 2/3’ye ihtiyaç var. Mevcut aritmetik içinde bunu mümkün görüyor musunuz?
• Erhürman: Mecliste 2/3’yi sağlayamazsak bunu da halka açıkça anlatmak gerekir. Hangi partilerin neye karşı çıktığını da artık şeffaf bir şekilde halkla paylaşmak gerekiyor. Çünkü herkes seçim sürecinde anayasa değişikliği sözünü verdi. CTP-BG önerilerini somut olarak ortaya koydu ve bunların arkasında durmaya devam ediyoruz. Propaganda sürecinde bunlara kimse karşı çıkmadı; eğer bundan sonra mecliste karşı çıkarlarsa o zaman şeffaf bir şekilde bunu halkla paylaşacağız. Seçim döneminde bu konuda yapılan tartışmalara baktığımda, bir sıkıntı yaşanmayacak gibi görünüyor, zaten aklın gereği de budur.
“CTP’li hükümet olasılıkları daha yakın”
• Soru: Mevcut aritmetik içinde nasıl bir hükümet kurulacak? Olasılıklardan hangisini daha yakın görüyorsunuz?
• Erhürman: Ben BG milletvekili olduğum için partinin şu ana kadar bu konuları tartışmış olan organlarında yer almıyorum; dolayısıyla bu organlarda yapılan tartışmalarla ilgili bir bilgim yok. İhtimallerden CTP’li olmayanlar bana çok yakın gelmiyor çünkü matematiksel olarak sıkıntılı. Ayrıca UBP bir kurultay sürecine hazırlanıyor ki daha önce kurultay sürecini yaşadık ve bunun da kısa sürede olup bitecek bir şey olmadığını biliyoruz. Bir hukukçu ve akademisyen olarak baktığım zaman, CTP’li hükümet olasılıklarının daha yakın olduğunu düşünüyorum ama biliyorsunuz siyasetin kendi iç dinamikleri vardır. Kısacası buna parti yetkili organları karar verecektir.
“Denetleyin, takipçisi olun”
• Soru: Çok yüksek oranda oy alarak seçilmiş yeni bir milletvekili olarak vermek istediğiniz mesaj nedir?
• Erhürman: Madem ki bir değişim istiyoruz ve şu anki ekonomik, siyasi, hukuki yapının sürdürülebilir olmadığı kanaatindeyiz, bu reform sürecini de tetiklemek için seçimde bu sonucu çıkarttık, bu sürecin takipçisi olmalıyız. Yurttaşlar olarak bilmeliyiz ki bu kadar kangrenleşmiş yaraları olan bir sistemde bir reform süreci, sadece siyasi partilere ve milletvekillerine bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Dolayısıyla yurtaşların “seçimde oyumuzu verdik, görevimizi yaptık, bizim işimiz bitti” yanılgısına kapılmadan, bundan sonraki süreçte de seçilmişleri sürekli olarak denetim altında tutması, verilen sözlerin yerine getirilmesinin takipçisi olması gerekiyor. Bu katılımcı demokrasi anlayışının da gereğidir. Umarım bu seçim, demokrasimizin katılımcı demokrasi anlayışına doğru evrilmeye başlaması açısından da bir milat olur.