Seçim, Demokrasi ve Siyaseti Yeniden Düşünmek

Niyazi Kızılyürek

Kuşkusuz, serbest seçimlerin yapılmadığı, çok-partili bir düzenin bulunmadığı ülkelerde demokrasiden söz edemeyiz. Fakat sadece seçimlerin yapılması gelişmiş bir demokrasinin varlığına işaret etmiyor. Kıbrıs Türk toplumunun bir seçim arifesinde bulunduğu bu dönemde nasıl bir demokrasi içinde yaşadığımıza ve siyasetin anlamına dair kafa yormakta yarar var. Öncelikle, demokrasinin demokratik toplumlarda en temel meşruiyet aracı olduğunu söyleyelim. Demokrasi, siyasaya, siyasete ve toplumsal gelişmelere eşit haklara sahip yurttaşların iradesi ve katılımıyla yön verilen rejimdir. Az gelişmiş demokrasilerde bu süreç belli aralıklarla kurulan seçim sandıkları şeklinde işler. Gelişmiş bir demokraside ise yurttaşlar siyasi yaşama sürekli olarak katılma imkanlarına sahiptirler. Sandıktan çıkan sonucun pasif izleyicisi olarak kalmazlar, hükümetleri denetleyip yönlendirirler. Demokrasi anlayışlarını çok genel olarak Liberal ve Cumhuriyetçi olarak ikiye ayırabiliriz. Liberal anlayışa göre, yurttaşlar bireysel çıkarlarının, amaç ve beklentilerinin peşinde koştururlar ve demokrasiyi de çıkar ve amaçlarını hayata geçirmek için bir araç olarak görürüler. Cumhuriyetçi anlayış ise “Ortak Yarar” ve “Genel İrade” kavramlarını öne çıkarır. Buna göre, demokratik bir toplumda var olması doğal sayılan farklı ve çelişen çıkarların ötesine geçilerek konsensüs sağlanmalı ve bu süreçte oluşan Genel İrade Ortak Yarar’a yansıtılmalıdır. Fakat bunun gerçekleşmesi için yurttaşların ortak bir “yurt-duygusu”, “ait olma” duygusu içinde olmaları ve yaşadıkları toplumun kurumlarıyla, bir nebze olsun, kendilerini özdeşleştirmeleri gerekiyor. Aksi halde, dayanışma olamayacağı gibi, ortak bir “Toplum-Ruhu”ndan da söz edemeyiz.

Kıbrıs Türk toplumu ne liberal, ne de cumhuriyetçi sayılabilecek bir demokrasi geleneğine sahip değildir. Bilindiği üzere, Kıbrıs Türkler demokrasi ile olukça geç tanışmış bir toplumdur. En sıradan demokrasilerin temel özelliği olan çok partili düzene ancak 1974 sonrasında geçildi. Fakat bu “geçiş”, günümüze kadar devam edecek olan olağanüstü koşullarda gerçekleşti. Kıbrıslı Türkler “bitmeyen bir savaşın” ateş-kes aşamasında çok-partili düzene geçtiler. Kendi kendilerini yönetmeye yöneldiklerinde ise önemli sorunlarla karşı karşıya kaldılar. Toplumsal gelişmeleri hür iradeleriyle yönlendirme imkanına sahip olamadılar. Seçilenlerin üzerinde ya atananlar oldu, ya da başka bir ülkede, Türkiye’de seçilenlerin ağırlığı hep hissedile geldi. “Bitmeyen Savaşın” olağanüstü koşulları içinde yaşayan Kıbrıslı Türkler uluslararası hukukun öznesi olamadıkları gibi, içeride de son derece sınırlı bir egemenlik hakkına sahiptirler. Uluslararası Toplum nezdinde “yok” hükmünde olan, içeride ise Kıbrıs Türk toplumuna toplumsal imkanlar sunmada ve kimlik atfetmede son derece sınırlı bir işleve sahip olan bir devlet söz konusudur. Bazı uluslararası kuruluşlar bu yapıyı “Türkiye Hakimiyetindeki Alt Yönetim” (THAY) olarak tanımlıyorlar. Kıbrıs Türk toplumunun böyle bir yapıyı benimsediği ve bu yapının kurumlarıyla özdeşleştiği söylenemez. Bunun nedeni elbette Kıbrıslı Türklerin yeteri kadar “yurtsever” olmamaları değil, mevcut kurumların ontolojik, yapısal olarak yabancılaştırıcı bir işlev görmesidir. Her şeyden önce Kıbrıslı Türkler bu kurumlara kendi nefeslerini üfleyemiyorlar. Kurumlara nefes üfleyenler ise Kıbrıslı Türklerin iradesini temsil etmiyorlar. Sonuç olarak, toplum başkalarının belirlediği ortamlarda yaşamak zorunda kalıyor ki, bu durum, ileri derecede yabancılaşma yaşandığı anlamına geliyor. Böyle bir durum içine sürüklenmiş bir toplumda siyaseti seçimden seçime koşmak olarak anlamak muktedir özne olamamayı sinik bir tavırla “kader” ilan etmekten başka bir şey değildir. Peki, Kıbrıs Türk toplumunda siyaseti ve seçimleri nasıl idrak etmeliyiz? Kuşkusuz, bir mücadele alanı olarak idrak etmeliyiz! Hiç bir şeyi güzellemeden ve sinik bir kaderciliğe kapılmadan ama aynı zamanda siyaseti atalete uğratan, mırıldanmakla yetinen veya radikalizm adına alaycılığa kapılan anlayıştan da uzak durarak, Kıbrıs Türk toplumunun sorunlarını tarihselliği içinde kavrayıp çözüm üretmek için verilen bir mücadele! Başka türlü söylersek, siyasetin anlamı, mücadele yoluyla özneleşme kavgasında saklıdır. Siyaseti böyle anlarsak, seçimi her gün yeniden tekrarlanması gereken bir mücadelenin uğraklarından biri olarak görebiliriz. Bu yüzden, seçmenlerin seçimden seçime piyasaya çıkanlara değil, mücadeleyi gündelik hayata yayıp bulunduğu her pozisyonda mücadele eden adaylara rağbet etmesi son derece önemlidir. Seçmenler, olana olduğu haliyle mahkum olan ve seçimleri kendilerine fayda sağlama aracı olarak görenlere karşı uyanık olmalıdırlar. Alan-açıcı, özgürleştirici ve toplumun özneleşme kapasitesini artırıcı siyasetin taşıyıcılarına yönelmelidirler. Eğer Kıbrıs Türk toplumu olana olduğu haliyle mahkum olmak istemiyorsa, siyaseti yeniden düşünmeli, siyaset yapma biçimini de yeniden tanımlamalıdır.