Seçim Sath-ı Maili

Seçim Sath-ı Maili

Tufan Erhürman

tufaner@yahoo.com

Bir kez daha seçim sath-ı mailine girdik. Çoğu zaman yalnızca seçim dönemine girildiğini anlatmak için kullanılan bu deyim, kendisini oluşturan sözcüklerin bugünkü dildeki karşılıkları dikkate alınarak değerlendirildiğinde çok daha manalı hâle geliyor. Satıh, yüzey demek. Mail ise eğim. Bu durumda, seçim sath-ı mailine girmek, seçime doğru eğimi olan bir yüzeye girmek gibi bir anlam taşıyor.
Sanırım Kıbrıslı Türklerin seçim zamanlarındaki hâllerini anlatmak için bundan daha iyi bir deyim bulunamaz. Böyle dönemlerde, Kıbrıslı Türkler, gerçekten de, siyasi partileriyle, adaylarıyla ve seçmenleriyle, bir girdaba yuvarlanır gibi, tamamen kontrolsüz ve irade dışı bir biçimde seçime doğru akarlar. Seçim sath-ı mailine girilmişse, o eğimden aşağıya doğru yuvarlanmaya başlamadan önceki tüm ilkeler ve düşünceler kendiliğinden bir yana bırakılmış olacaktır. Bu, âdeta, bir toplumun bir bütün olarak sıvılaşması, tabiri biraz ağırlaştırarak söylersek, vıcık vıcık olması ve bir şelale gibi uçurumdan aşağıya, dipteki hedefe doğru hızla boşalması gibidir.
Nasıl ki uçurumdan aşağıya akan şelaleyi oluşturan su zerrecikleri dibe giderken bir irade ortaya koyamaz, nereye aktığını sorgulayamaz, akışını birtakım kriterler, ilkeler üzerinden gerçekleştiremezse, toplumdaki siyasi partilerin, adayların ve seçmenlerin de, o meyilli satıhtan seçime doğru yuvarlanırken, bu tip “takıntılar”la uğraşması mümkün olmayacaktır.
Bunun doğal sonucu, seçim sath-ı mailine girildiği takdirde tüm konsantrasyonun seçimin kazanılmasına odaklanmasıdır. Kazanmanın tek hedef olarak görüldüğü her ortamda olduğu gibi, bu durumda da, her yol mübah kabul edilecek, hedefe ulaşmak için seçilen yöntemlerin, ideolojiye, ilkelere, ahlaka uygun olup olmadığı, tali ve ancak (olabilirse) seçimden sonra değerlendirilebilecek unsurlar olarak algılanacaktır.

Vasata yönelme...
Hani Yılmaz Odabaşı’nın muhteşem Feride şiirinde “herkesin bir Feridesi var ben bilmez miyim” dediği gibi, her toplumun da bir vasatı, bir ortalama insan tipi vardır. Bu “tip”ler bir araya gelirler ve toplumun en kalabalık kesimini oluştururlar. Toplumla ilgili başka birçok kararda olduğu gibi, seçimin sonucu üzerinde de belirleyici olan bu “vasat”tır. İşte seçim sath-ı mailine girildiği zaman seçimi kazanmak tek hedef hâline geldiğine göre, siyasi partilerin ve adayların programlarını ve sloganlarını belirlerken kullandıkları denek taşı bu “vasat” olacaktır. Onların dışında kalanlar her durumda azınlıktadır ve azınlığın ne düşündüğü, ne beklediği önemli değildir.
Bu şartlar altında, toplumu ve sistemi dönüştürme hedefiyle yola çıkan ve çoğu zaman solda olan siyasi partiler bile, seçim sath-ı mailine girildiğinde, gözlerini vasatta buluşan çoğunluğun beklentilerine dikerler. Eğer seçimden önce toplumun vasatının niteliğinin yükseltilmesi becerilememişse, yapılabilecek çok fazla bir şey olmadığı düşünülür. Seçim köprüsünden geçilene kadar “ayıya dayı denilecek”, vasatın, toplumun ve sistemin dönüştürülmesi hedefi ertelenecektir. Nasılsa seçimin kazanılması hâlinde iktidara gelinecek ve vasatın da, toplumun da, sistemin de dönüştürülebilmesi için paha biçilemez bir araca sahip olunacaktır!

Oysa demokraside seçim her şeyden evvel bir imtihandır...
Seçimi, nasıl olursa olsun geçilmesi ve mutlaka “başarı”yla geçilmesi gereken bir köprü olarak görmek, günümüz demokrasilerinde, toplumu ve sistemi dönüştürme hedefiyle yola çıkan siyasi partilerin ve adayların yaygın bir hastalığıdır. Bu “özne”ler, seçim dönemiyle seçimin olmadığı dönemler arasına aşılmaz bir “duvar” örerler. Oysa özel hayatta olduğu gibi, siyasi hayatta da, süreci böyle kompartımanlara ayırmak kolay değildir. Sizin duvar sandığınız o şey, aslında delik deşik bir perdedir; kaçınılmaz olarak geçirgendir. Duvarın dışındaki duvarın içindekini, duvarın içindeki de duvarın dışındakini etkileyecek, hatta belirleyecektir. Seçim döneminde, kendisini en iyi temsil edeceğini düşündüğü değil kazanacağını düşündüğü kişiyi aday gösteren, sloganlarını ideolojisi ve ilkeleri üzerinden değil vasatın beklentileri üzerinden oluşturan, seçim dönemi ahlakıyla seçim dışı dönem ahlakını birbirinden ayırarak, örneğin seçim döneminde parayla oy satın alıp, seçimin olmadığı dönemlerde bu davranışı ayıplamaya soyunan, siyasi parti, aday ve seçmenin kişiliğinde onulmaz yaraların açılması kaçınılmazdır. Bu “özne”lerin seçimden sonra söyleyebilecekleri ve yapabilecekleri, seçim sırasında söyledikleri ve yaptıklarıyla sınırlanmıştır.
Demokraside seçim tam da bu nedenle bir imtihandır. İdeolojinize, ilkelerinize, programlarınıza, düşüncelerinize ve ahlakınıza sadakatiniz en fazla seçim dönemlerinde test edilir. Bunun iki sebebi vardır:
Birincisi, bu dönemin, bir önceki cümlede sayılanları “her şeye”, özellikle de “kaybetme riskine” rağmen savunabilip savunamayacağınızın en açık göstergesi olmasıdır. Kaybedecek bir şeyiniz yokken “doğru”yu savunmak marifet değildir. İltifata tabi olan marifet, “doğru”yu, kaybetmeyi göze alarak savunabilmektir.
İkincisi, “seçmen” adı verilen kitlenin, siyasi partileri ve adayları en sıkı bir biçimde gözlemlediği dönemin seçim dönemi olmasıdır. Başka zamanlarda yaşayacağınız savrulmalar gözden kaçabilir. Ancak bu dönemdeki savrulmalar herkesçe görülecek ve hem bireysel hafızalara hem de toplumun hafızasına özenle kaydedilecektir. Seçimden sonra sizi tanımlamakta ve anlatmakta kullanılacak kayıtlar işte bunlardır.

Başka türlüsü mümkün mü?
Özellikle toplumu ve sistemi dönüştürmeye soyunanlar için hareket noktası, “başka türlüsü mümkün” şiarıdır. İşin doğası gereği öyle olmak zorundadır! Seçim denilen bu “imtihan”da sergileyeceğiniz performans, başka türlüsünün mümkün olduğu yolundaki iddialarınızın inandırıcılığı üzerinde kaçınılmaz olarak etkilidir. Kahve fallarında söylendiği gibi, “iki yolunuz” vardır. Seçimi kazanabilmek için “doğru”larınızdan ödün vermek ve seçimi kaybetmeyi göze alarak “doğru”larınıza sadık kalmak.
Altı çizilerek belirtilmelidir ki birinci yolun da size seçim kazandıracağı garanti değildir. Dahası, kazansanız bile, bu kısa vadeli bir kazançtır. Bu yolla seçimi kazanmak, çoğu zaman, uzun vadede inandırıcılığınızı, hatta “doğru”larınızı kaybetmeniz manasına gelir.
Benzer biçimde, ikinci yolu seçmeniz durumunda da seçimi kaybedeceğiniz garanti değildir. Vasatın ne zaman ne yapacağını kestirmek çok güçtür. İdeolojisizliğe, ilkesizliğe, ahlaksızlığa alışmış vasat, ani bir tepkiyle, bir anda “farklı” olana yönelebilir. Tarihte bunun örnekleri az değildir. Ama “doğru”larınıza sadık kaldınız diye seçimi kaybetseniz bile, bu kısa vadeli bir yenilgidir. Uzun vadede inandırıcılığınız artmış, “doğru”larınız korunmuş olacaktır.
Kısacası, bu imtihanda her durumda risk alınacaktır. Ya kısa vadede kaybetme riski alınarak uzun vadeli kazanç garantilenecek ya da uzun vadede kaybetme riski fazlasıyla artırılarak, kısa vadede kaybetme riski azaltılmaya çalışılacaktır.

Sonuç
Ey okuyucu! Bilmelisin ki aslında seçim sath-ı mailine girildiği bu dönemde yukarıda söylediklerimin hepsi lafügüzaftır. Hadi biraz daha acımasız olayım kendime karşı: Söylediklerim laf salatasıdır! Siyasi partiler de, adaylar da, seçmenler de, bir kez daha, tamamen irade dışı bir biçimde, o eğimden aşağıya doğru hızla akmaktadır. O akışı durdurmaya, suyun yönünü değiştirmeye, ne benim, ne de benim gibi düşünenlerin gücü yetecektir. Bu şartlarda yapılabilecek tek şey, olan biteni seyretmek, tecrübe biriktirmek ve tarihe kayıt düşmektir. Bir de hayal kurmak belki. Bu ülkede toplumun ve sistemin dönüştürülmesini hedefleyenlerin, kısa vadede kaybetmeyi göze alarak, ideolojilerinden, ilkelerinden, ahlaklarından ödün vermeden yarışacakları, “doğru”larına sadakatlerini ortaya koyacakları, seçimleri dahi toplumu ve sistemi dönüştürmenin, vasatın kalitesini yükseltmenin aracı olarak kullanacakları günlerin hayalini...

Dergiler Haberleri