Seçim Sonuçlarını Soldan Okumak

Hasan Yıkıcı

Seçimlere dair birçok analiz yapıldı, yapılıyor. Tekrara düşmeden, olabildiğince kısa ve öz birkaç noktaya dair bazı gözlemlerimi, düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

kktc rejimi

Hangi partinin kazanıp kazanmamasından öte, Kıbrıs’ın kuzeyindeki rejimin bu sürecin sonucunda kendisini ‘yenilediği’ görüntüsü verdiğini ifade edebiliriz. Şu an parlamentodaki partilerin tümünün kktc rejimi ile uyum içerisinde konumlarını güçlendirdiler. Her bir parti kendi politik formasyonu ve çıkar ilişkilerine göre bir yandan en iyi bir şekilde rejimi ayakta tutmaya, meşrulaştırmaya ve ‘düzgün’ yönetmeye çalışırken bir yandan da toplumsal anlamda bir uyum ve makul akılda uzlaşma işlevini yerine getirecekleri ön görülebilir. (CTP’nin federasyon ve çözüm konusunda net bir tutumu olsa da, bu net tavır Türkiye’nin doğrudan ve dolaylı müdahalelerine karşı gösterilemiyor, rejimin yapısal özelliklerine karşı muhalefeti içermiyor) Partilerin tümü istikrarlı bir hükumet ve istikrarlı bir meclis içi muhalefet arayışında. Bugünlerde ortaya böyle bir görüntü çıkacağı aşikar. Fakat istikrar, Kıbrıs’ın kuzeyinde istisnai bir durumdur. Çünkü bütün rejimin parametreleri istikrarsızlık üzerine kuruludur. Dolayısıyla kktc rejiminin yenilendiği görüntüsü, kısa süreliğine görünüp ardından kaybolacak bir seçim sonrası aldatmacasıdır.  Rejimin karakterini istikrarsızlık ve olağan üstü hallerin kural haline gelişi oluşturmaktadır. 

Hareket eden oylar

Bu seçimin benim için dikkat çekici noktalarından biri hareket halindeki oylar oldu. Halkın Partisi’nden kopan yaklaşık 10 bin oy büyük oranda CTP’ye ve az miktarda da UBP’ye yerleşti. Keza bu hareket eden 10 bin oy önceki genel seçimde de bu partilerden kopup Halkın Partisi’ne geçmişti. Önceki genel seçimde bu hareket halindeki oyun karakteristlik özelliği reaksiyoner, tepkisel ve ‘geleneksel partileri cezalandırma güdüsü’yle hareket eğilimindeydi. Bugün ise HP’nin yaşattığı hayal kırıklığı ile beraber bu saman alevi gibi parlayan reaksiyon dalgasının kendisine güvenceli bir çatı arayışıyla büyük oranda CTP’ye ve bir miktar da UBP’ye sığındığını ifade etmek yanlış olmayacaktır. Açıkçası geçtiğimiz dönemde güçlü bir muhalefet yapamadığını düşündüğüm CTP’nin oyunu arttırmasının en büyük etkeninin de bu dalganın sona ermesi olduğunu düşünüyorum. Tersten okursak, CTP’nin nicel olarak oylarını arttırması ile HP’nin merkez siyaseti şekillendirmeye dair müdahalesi/çabasının bir trajediyle sonuçlanması arasında doğrudan bir bağ vardır. CTP’nin ortaya koyduğu, tam da merkezin de merkezinde yoğunlaşan makul siyasal anlayış bu ortalama 10 bin oyda karşılık buldu. (CTP’ye TDP’den de bir miktar oyun kaydığını söyleyebiliriz.)  

Hareket eden oyların aynı zamanda yanar döner oylar olduğunu, döneme göre kitle psikolojilerinin ve beklentilerinin değişebileceğini ve kim nereye en iyi şekilde mıknatıslarsa oraya doğru çekilebileceklerini düşünüyorum. 4 yıl önce geleneksel merkezi dönüştürmeye ve parçalamaya doğru hareket halindeki bu oylar şimdi geleneksel merkezin kendisini yenilemesini sağladı. Bu başlık daha çok tartışma kaldırır.

Müphem bir kitle olarak sandığa gitmeyenler

Sandığa gitmeyenler başlı başına müphem bir kitleyi oluşturuyor. Müphem olmaları aynı zamanda onların herhangi bir temsile de gelemeyecekleri anlamını taşıyor. Dolayısıyla bu kesimi tanımlamak, kendilerine nitelikler, beklentiler ve görevler biçmek karşılığı olmayan bir çaba anlamına gelecektir. Farklı farklı motivasyonlarla hareket eden bu kesimin belki de tümünün ortaklaştığı nokta yıkıcı ama hiçbir şekilde kurucu olmayan histerik bir reaksiyonerlikte kesişmeleridir. Bu histerik dalganın Kıbrıs’ın kuzeyindeki sıkışmışlık, rejimin hayat alanlarımızı daraltması, her gün yaşanan irili ufaklı artçı krizlerin ve tüm bunlarla baş edebilecek –gündelik- yaşam/politika mekanizmalarının geliştirilememesinden kaynaklı ciddi travmatik bir dışa vurum olduğunu düşünüyorum. (Bu histeri hallerini özellikle de Kıbrıs milliyetçisi, etnik köken üzerinden siyaset ve söylem geliştiren ‘folklorik sol’ kesimlerde de hemen her gün görebilirsiniz.) Dolayısıyla sandığa gitmeme meselesine salt politik değil, hem psikolojik hem de aynı zamanda ontolojik (onto-politik) bir mesele olarak yaklaşmayı ve anlamaya çalışmayı tercih ediyorum. Bu travmatik dışa vurumun en büyük sancısını ise net bir şekilde TDP yaşadı. TDP’nin oyları bir yandan TKP bölünmesiyle bir yandan da ideolojik olarak boykot yapan ve bir miktar da küskün kesimin sandığa gitmemesiyle düştü. Öte yandan TDP’de güçlü, rejimle arasına bir mesafe koyan ve dinamik bir liderlik olmuş olsaydı, bu kesimi en azından barajı geçebilecek kadar çekebileceğini düşünüyordum. Yani TDP’nin sorunu TDP’ye içkin bir sorun. Sandığa gidip oy vermeyenlerin suçlanmasını doğru bulmuyorum.

Emek eksenli muhalefet inşası

Seçimin mütevazi kazananı bence Bağımsızlık Yolu oldu. Sadece 40 bin TL bütçe ile ilk kez seçime giren bir parti kolektif çaba ve adanmışlıkla sandıktan %2’ye yakın (1.96) oy ile çıktı. Burada altını çizmek gereken bazı noktalar var. Bunlardan ilki Bağımsızlık Yolu’na verilen oyların kişilere değil muhalefet programına verilmiş oy olmasıdır. Bu anlamda ortada net bir politik tavrın örgütlenmesine ve büyütülmesine dair irade beyanı vardır. İkinci nokta ise bir yandan zaaf ama diğer yandan da ‘olumlu bir zaaf’ olarak okunabilir. Zaaf kısmı, BY’nin sandığa gitmeyen kesim içindeki rejime öfkeli reaksiyoner kitleden oy çekememesidir. Kuşkusuz bu kesim içerisindeki etnik-kimlikçi zeminde söylem üretenlerden bahsetmiyorum. Daha geniş bir zemine yayılan, sisteme öfke duyan ama bir pusulası olmayan kesimlerden bahsediyorum. Bence bu konu üzerinde düşünülmeli. Öte yandan bu eksikliğin olumlu bir tarafı da var. Çünkü BY’nin oyları genel olarak reaksiyoner oyun karışmadığı, balon olmayan, tamamen sınıf mücadelesinde net taraf olan, emek eksenli kurucu bir iradeyi yansıtıyor. Dolayısıyla aldatıcı değil, doğrudan kalıcı ve hakiki bir irade yansımasından bahsediyoruz. Bunu eksikliğin yol açtığı olumlu bir gösterge olarak okunabileceğini düşünüyorum.

Bağımsızlık Yolu almış olduğu oy oranı ve büyüme potansiyeli ile meclis dışı muhalefetin emek eksenli inşası sürecinde hem konumunu hem de işlevini güçlendirmiş/sağlamlaştırmıştır. Ben bu sonucu bir kadro partisi olarak kurulan Bağımsızlık Yolu’nun –kitle partisi değil ama- kitleselleşme potansiyeli taşıyan sosyalist/devrimci bir parti konumuna doğru hareket ettiği ilk adım olarak okuyorum.

Solda birlik meselesine gelince, bunu da gelecek haftaya bırakalım. Yine uzattık.  Sadece kısaca şunu ifade etmek isterim, zoraki bir şekilde bir takım kesimlerin başka bir takım kesimlere ‘birlik’ dayatmasında bulunması ileride olası işbirliklerine de zarar verici hatta onları önleyici, kasıntı bir tavırdır. Sürekli ‘birlik’ dayatmasında bulunanların, enerjilerini kendi politik ve varoluşsal mevcudiyetlerine yönlendirmeleri ülke solu için çok daha yararlı olacağı düşüncesindeyim. Solun ‘birliğe’ değil, inşaya ihtiyacı var. Bu konuyu haftaya detaylarıyla işleyeceğiz.