Ülkemizde Ekonomik durumun oldukça kötü bir hale geldiği son dönemde halkımızın alım gücü bir nebze korunabilmesi adına yasalarımız gereği asgari ücret ve kamu maaş ve ücretlerinde artışlar söz konusu olmuştur. Ekonomimizin yüksek enflasyon dönemine girdiği bu aylarda, enflasyonun maaşlara ve asgari ücrete yansıtılmasının yasal bir zorunluluk olması ve seçim üstü bir döneme denk gelmesi bu artışların yapılmasında önemli bir rol oynadığı görülüyor. Ancak bu şekilde kötü yönetilen bir ekonomide gerek kamuda gerekse özel sektörde bu artışları verebilecek ekonomik ve mali imkân olmadığı ekonomiyi yönetenlerin de bu açmaza bir çare bulma yetisinin olmadığı da herkesçe bilinmektedir.
Bahse konu verilen artışı mevcut maliye yönetimi zihniyetiyle 5 günde %15 açık veren bir bütçe ile 1 ay en çok iki ay verebilirsiniz. O da borçlanarak olabilir ancak. Borçlanma da bir yere kadar. Malumunuzdur ki dünyanın herhangi bir yerinde de Kuzey Kıbrıs’ta da sonsuz bir borçlanma limiti yoktur.
Öte yandan hükümetin aralık ayında ivedilikle meclise sevk ettiği ancak muhalefetin yürürlüğe girmesine engel olduğu vergi değişikliği yasa tasarısı olduğu biliniyor. Bu yasa tasarısında vergi oranları yükseltilerek verilen artışın %40’ı gelir vergisi olarak, %20’si harcama yaparken verdiğimiz KDV, gümrük ve fon gibi dolaylı vergiler olarak toplam %60’ını geri alınması hedeflenmişti.
1 Ocak 2022 tarihinden itibaren uygulamaya girmesi için meclise sunulan gelir vergisi değişiklik yasa tasarısındaki gelir matrahları ve vergi oranları aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi düzenlenmişti.
Ancak hükümet kamu çalışanlarına verdiği artışı vergi marifetiyle geri alma yolları ararken, vergi oranlarının bu kadar yükseltilmesi özel sektörde çalışanların gelirlerini olumsuz bir şekilde etkilemeyecek mi?
Özel sektör çalışanlarının devletin vereceği artış oranından daha düşük bir artış alacakları aşikârken net maaşlarını yüksek vergi oranları nasıl etkileyecek hiç düşünülmedi mi?
Gelirlerin ve karlılığın oldukça azaldığı bir ekonomide, bu denli yüksek vergi kayıt dışılığı artıracağı hiç düşünülmedi mi?
Herhâlde vergilerin bu şekilde artırılma düşüncesi yeterli olmamış ki, Sn Başbakan durumu TC yetkililerine aktarma ve yardım isteme adına geçtiğimiz günlerde bir Ankara ziyareti de gerçekleştirdi. Gerçekleşen ziyaretin ardından ülkemize dönüşünde gazetelere yansıyan açıklaması aynen şu şekilde oldu;
“Ekonomik durum, yatırımlar, 23 Ocak’tan sonra yapılacak olan çalışmalar, pandemi nedeniyle ekonomik daralma süreci... Detaylı anlattık. Biz bu göreve talip olurken, bir şey bizim için çok önemlidir. Seçilme gailemiz olmadan, kelle koltukta yürüyeceğiz. Başka bir yolu yoktur. Radikal kararlar almak için bu göreve geleceğiz. Alamasak da çantamızı alır gideriz. Bu kadar net. Bunları anlattım. Geçici süre yardım isteyeceğiz ama bu da çok uzun sürmeyecek. Nihai hedefimizi belirledik. KKTC’yi kendi ayakları üzerinde durdurmayı başaracağız. Ya başaracağız ya başaracağız. Bu kararlılığımıza çok büyük destek verdiler. Hedefimiz net... 10-12 ay içinde kendi ayakları üzerinde duracak bir ekonomiyi yaratmak zorundayız” diye konuştu.
Bu yıl yüksek enflasyon oranlarıyla karşılaşılacağı artık bir bilinmez değil. Haziranda oluşacak hayat pahalılığı maaşlara yansıtılması asgari ücretin enflasyona karşı korunması mümkün olacak mı?
Ekonominin getirildiği bu düşük üretkenlik seviyesinde bu soruya maalesef olumlu bir cevap verebilmek mümkün değil.
Başbakanın açıklamasında değindiği TC’den kısa dönemli yardım istemesi aslında bu önümüzdeki 6 ay maaşları yükseltildiği oranda ödeyebilmek için olsa gerek.
Öte yandan Sn Başbakanın açıklamasında değindiği kendi ayakları üzerinde durma gibi kendine ait olmayan söylemler neden söylenmeye başlandı merak etmiyor değilim.
Sn Başbakanın açıklamasında değindiği “radikal kararlar” nelerdir?
“Kelle koltukta siyaset yapacağız” açıklaması ne mana içeriyor?
Bu kadar artışın dağıtıldığı bir dönemde bu kadar karamsar olmak, kendine ait olmayan söylemler kullanmak nedendir?
Umarım bu radikal kararlar sendikaların tertiplenmesi, hayat pahalılığı ödeneğinin dondurulması, özelleştirmeler ve daha da yüksek vergiler olmaz.
Diğer yandan belirtmekte fayda var sanırım, kendi ayakları üzerinde durma ekonomik üretkenlikle mümkün olabilir. Öyle bir ekonomik üretkenlik de plan program ve bilinçli bir yönetim kabiliyetiyle mümkün olabilir. Bütçe öngörülerinde bile, dünya tarihinde görülmemiş sapma oranları tecrübe edilirken, kalkınma planından, kendi ayakları üzerinde durmaktan söz etmek, hem de bunu 10 ayda başaracağız demek, aslında ekonomik problemlerin ne kadar anlaşılmadığını ve yapılması gerekenlerin ne kadar bilinmediğini gösteriyor bizlere.
Her zaman söylediğim bir doğru var, bizim bilgili, şeffaf olmaktan korkmayan, vizyon sahibi yöneticilere ihtiyacımız vardır. Bu toplum için gaile çekip bir şeyler yapmaya çalışanları, toplum el üstünde taşır, kellesini koltuk altına alıp yürümesi gerekmez. Eğer bu yürüyüş topluma karşı bir yürüyüş değilse.