Seçim süreçlerini hiç sevmedim ‘gazeteci’ kimliğimle.
'Siyasi' sempatinize göre sevinci tatlıdır, hüznü boğucu...
Ve adrenalini yüksek olur doğrusu...
Öyle de 'gazeteci' gömleği içinde daralırsınız.
***
Bir kere 'akıl' devreden çıkar.
‘Efsane' yöntemler genel geçer olur.
‘Kraldan kralcılar’ hazırda bekler.
Öyle sanırlar ki, fotoğrafın ne kadar büyük yayınlanırsa, şansın o kadar artar.
Suni bir 'birlik beraberlik' havası vardır.
Seçim biter, ‘öz’e dönülür sonra.
Kazananlar kendi başarır, kaybeden için hep başkalarıdır suçlu.
Genelde ‘niye adaysın, projen ne’ sorusu en az yanıt bulur.
‘Tehlikeli sular’ vardır, oralardan kaçılır!..
Oysa ki seçmenin de gazetecinin de en fazla merak ettikleri o sularda yıkanır.
***
Evhamlar çoğalır böyle zamanlarda, 'komplo teorisyenleri' iş peşindedir, sudan nem kapılır, nemden öteki yaratılır, ötekini dövmekse beceriden sayılır.
İmaj büyüdükçe, aday kaybolur.
***
Avrupa'daki bir seçimde propaganda sürecini anlatan bir belgesel izlemiştim.
Sıradan insanlardan çalışma grupları oluşturulmuştu...
İşçisi, yoksulu, öğrencisi, esnafı, memuru, bilgesi, serserisi...
Ve bu çalışma gruplarına sunuluyordu açıklamalar, ilanlar, konuşma metinleri.
Görülüyordu ki çok farklıydı tepkiler.
Oysa ki bizde 'propaganda' dediğin topluma değil, adeta ‘propagandanın sahipleri’ne yapılır.
***
Son 25 yıldır onca seçimi gazeteci kimliğimle yaşadım ve gördüm ki 'hak' eden kazanmıyor her zaman.
Ama kazandıran ne fotoğraf oluyor, ne de slogan.
Hele ‘laf koymak’ ötekine...
Siz hiç “en iyi suçlayan”ı seçmek için oy verdiniz mi birisine?
***
Bir kesim hiç tınmaz propagandadan, ‘kör kütük’ verir oyunu, çoğu da 'kazanmasını' istediği aday ya da parti için değil, bir başkasını 'kaybettirmek' adına.
Kimi ya korkusuna yenilir ya çıkarına...
Elini kesseniz bir başkasına oy vermeyecek partililer var ki, azalsa da sayıları, yine de korurlar varlıklarını...
Ve birileri de 'samimiyet' arar en fazla.
***
İşte bu son seçenek var ya, en kıymetlisi bu galiba.