Seçimlere katılan siyasal partiler genellikle iktidara gelmeleri durumunda ‘ne yapacaklarını’ anlatmaya büyük önem verirler.
Elbette kamuoyu ve özellikle sandık başına gidecek seçmenler bunu bilmek ister: kim ne söylemekte, neyi yapacağını vaat etmektedir?
Ama özellikle siyaset kurumuna olan güvenin sarsıldığı, siyasetçinin itibarının yerlerde süründüğü, siyasal partilerin ‘denenip, başarısız olduklarına’ dair algının yaygın olduğu, etrafta toplumsal sorunları çözmeye aday örgütlü bir planlama ve programlama eyleminin olmadığına dair inancın güçlendiği, derinleşen sosyo-ekonomik sorunların çözümüne ilişkin umutsuzluğun yaygınlaştığı bir ortamda sadece ‘vaatte bulunmak’ yeterli görülemez.
Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılan siyasete bakıldığında, benzer başka örneklerde de olduğu gibi, sadece ‘vaatte bulunup’ gerisini düşünmediği ya da düşünemediği için hem siyasetçi hem de siyaset kurumunun en önemli unsurlarından biri olan siyasal partilerin yıpranmış olduğu ve neredeyse iş göremez duruma geldikleri anlaşılacaktır.
Seçimler, aslında bu tür sorunlardan muzdarip bir siyasal yapının ve siyaset anlayışının yenilenmesi için bir fırsat sunuyor.
Sadece hükümet içinde yer almayı hedefleyenler için değil, dışında kalabilecekler için de seçim ancak bir muhasebe yapma ve yenilenmeye hizmet ederse anlamlıdır.
Siyasetçi ve siyasal partiler sadece vaat vermenin ötesine geçerek, bu ülkenin ve halkının sorunlarını nasıl tanımladıklarını, çözüm olarak neyi hedeflediklerini ve bu hedeflere ulaşmak için hangi araçları kullanacaklarını ‘eğerli’ ve ‘vaat yüklü’ cümle kurmadan anlatmalıdırlar.
Yani ‘eğer iktidara gelirsek’ ya da ‘hükümet ortağı olursak’la başlayan bir cümlenin bu toplumda artık pek fazla alıcısının olduğu söylenemez.
Bazı alıcıkar bulunsa bile, bunun ülkeye pek de faydası olmayacaktır.
Ayrıca, siyasetin sadece ‘hükümet etmekle’ alakalı olmadığı gerçeği bilinmelidir.
Yani bir siyasal parti hükümete gelmeyi hedeflerken de, muhalefette kaldığı zaman da neyi nasıl yapacağını ifade etmelidir.
Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan sıradan insanlar öncelikle ekonomik sorunlardan darbe almaktadırlar.
Ama sorunların kaynağının sadece ekonomi yönetimindeki beceriksizlik ya da kaynakların kötü kullanımı olduğu söylenemez.
İyi bir ekonomi yönetimi oluşturulsa, kaynaklar en iyi şekilde değerlendirilse bile, belirli nedenlerden ötürü Kıbrıs’ın kuzeyinde ekonomik ve siyasal istikrar uzun vadeli olmayacaktır.
Bunun birincil nedeni, Kıbrıs’ın kuzeyinin hem siyasal hem de ekonomik statü bakımından ‘normal’in dışında bir yerde konumlanmış olmasıdır.
Siyasal beceriksizlik, yönetimdeki öngörüsüzlük, plansızlık ve örgütsüzlük ikincil nedenlerde.
Kıbrıs’ın kuzeyinin ‘siyasal normal’in dışında olması, geçmişte oldukça isabetli bir biçimde ‘uluslararası toplumun dilini konuşmamak’ şeklinde özetlenmişti.
Hala bu dili kullanmayı öğrendiğimiz söylenemez.
Bir dönem, yani Annan planını tartıştığımız günlerde, bu dili hecelemeye başladığımız bir gerçekliktir.
Ama hecelemenin ötesine geçemedik.
Kimileri kılıç kuşanarak ‘artık uluslararası topluma ihtiyacımız yoktur’ ve federasyon modeli ölmüştür diyerek, bu dili unutturmaya ve konuşulmasını engellemeye çalışmıştır.
Kimileri ise, bu dili öğrenme hevesini vurgulamasına rağmen, hecelemeyi bile yanlış yapmaktadır.
‘Siyasal normal’e nasıl ulaşabiliriz, bu dili nasıl öğrenebiliriz?
Bunun için fazla alternatife sahip olduğumuz söylenemez.
Öncelikle, Kıbrıs’ta siyasal egemenliğin ortağı olduğumuzu, bu ortaklığın bize bazı hakların yanında, sorumluluklar da yüklediğini kavradığımız gün, uluslararası toplumun anladığı dili hecelemenin ötesine geçmeyi becerebileceğiz.
Uluslararası hukuk içine girmeden verilecek sözlerin, yapılacak planların, pompalanacak umutların fazla anlamlı olmadığına, özellikle son 20 yıllık yakın tarihimiz şahittir.
Bu seçim arifesinde yanıtını bilmemiz gereken bazı somut sorular vardır.
Mesela, son dönemde Türkiye’yi yönetenler tarafından dayatılan ve ayrılıkçı siyaset olarak tanımladığımız ‘Kıbrıs’ta iki ayrı egemenlik’ talebiyle nasıl baş edilecektir?
Hem bu ayrılıkçı siyasete destek verenlerin hem de buna karşı çıkanların, gerek hükümette gerekse muhalefette olmaları durumunda KıbrıslıTürk toplumunu nasıl koruyacaklarını açıklamaları gerekmez mi?
Siyasal ve ekonomik yaşamın Türkiye’ye endekslenmiş olmasında ötürü Kıbrıs’ın kuzeyinin sorunları daha da derinleşmektedir.
Göründüğü kadarıyla bu derinleşen sorunlar, seçim sonrasında daha da yakıcı olmaya adaydır.
Bu nedenle, hem hükümet edecek olan hem de muhalefette kalacak olan siyasal partilerin eylem ve kararları ile bunalımın atlatılabileceğine ancak bir koşulda inanabiliriz: Kalıplaşmış lafları ve alışılmış sloganları tekrarlayarak değil, ‘siyasal normal’e geçişi öngörmeleri ve bunu tarif etmeleri gerekmektedir.