SEÇİMİN NABZI

Sami Özuslu

11 ve 18 Ekim’de birinci ve ikinci turu için sandık başına gideceğimiz Cumhurbaşkanlığı seçimi sönük geçiyor. Pandemi süreci yüzünden zaten 6 ay ötelenen seçim, sağlık başta olmak üzere ekonomi, eğitim ve iş yaşamındaki olumsuzluklar yüzünden çok farklı bir süreç yaşanıyor.

Medya ve sosyal medya ağırlıklı sürdürülen seçim kampanyalarında seçmenlerin bir kısmı kararını çoktan verdi. Bir kısım seçmen ise hala kararsız. TV programlarında adayların söylediklerini dinleyerek bir karara varmaya çalışanlar da var, etrafındaki genel eğilimi algılayıp ona göre davranmaya meyilli olanlar da var.

Son bir hafta içerisinde seçmeni etkileme çabaları hız kazandı. Sokakta çok da nabız tutmak mümkün değil. Sosyal medyada daha çok ‘taraftar’ grupları görünür durumda. ‘Sessiz çoğunluk’ ise, adı üstünde sessiz kalmayı yeğliyor. İnsanların önemli bir kısmı bu durumdadır. Bir yandan siyasi ve ekonomik baskılar ve de müdahaleler vardır ve bazı kesimlerin ‘gazabına’ uğramamak için rengini belli etmemek çok yaygın bir davranış biçimidir. Bu kesimde daha ziyade ‘günü gelince ben yapacağımı biliyorum’ havası hakimdir.

Bunu ‘dipten gelen dalga’ diye nitelemek mümkündür.

***

Yarışın üç aday arasında geçtiğini herkes biliyor. İkinci turda bu üç adaydan herhangi ikisi yarışacak. Matematiksel olarak üç adayın da hem seçilme, ama hem de ikinci tura kalmama ihtimali vardır. Bütün veriler bunu söylüyor. Dolayısıyla son hafta her adayın elinden gelenin maksimumunu yapacağına şüphe yok.

Kuşkusuz son hafta siyasi söylem ve manevralardan çok örgütsel çalışmalar, birebir markajlar ve bazı kesimlerin başvurduğu, demokrasinin yüz karası yöntemler daha çok işe yarıyor.

Bu da örgütlü olan, partisel gücü olan adayların avantajı olarak görünüyor. İnsan kaynakları güçlü olan adaylar elbette bu konuda yetersiz olan adaylara göre çok daha avantajlı durumda.

***

Bununla birlikte ‘vizyon’ meselesinin, adaylar arasındaki ‘farklar’ın da önemli bir kesimin oy doğrultusuna etki edeceğini düşünüyorum.

Pandemi koşullarında evlerinden pek çıkmayan ve adayları TV’lerden izleyen insanlar kıyas yapabilme imkanı buluyor.

Sokakta en fazla duyduğum iki cümle ‘Bu aday bize layık değil’ ile ‘İşte bizi temsil edebilecek aday bu’ şeklinde…

Yani insanlar adayların ‘kendilerine layık olup olmadığı’ konusunu iyice ölçüp tartıyorlar.

Özellikle de ‘partisiz’ seçmenlerde bu ölçüp biçme eğilimi çok daha yaygın…

Bir başka tip seçmen ise her dönemde son dakikaya kadar ‘mahalleye uğrayacak çantalı adamlar’ı bekleyenler… Literatürde ‘satılık oy’ diye yer alan ve geçmiş seçimlerde –ismi lazım değil- bazı adayların alenen “Oy satın aldım” dediği kesim bunlar… Kaç kişidirler bilinmez, lakin parayı kaptıktan sonra sandık arkasında mührü kime bastıklarını tespit etmek de kolay değil.

***

Tüm bunların ötesinde dün, yani son haftanın ilk iş günü seçimde havanın iyice döndüğünü fark ettim. Çeşitli kesimlerle yaptığım temaslarda gördüm ki ilk dönemlerde oluşmuş kimi algılar altüst olmuş durumda. Seçimin sonucuyla, ilk tur tahminleriyle ilgili söylemler oldukça farklı bir noktaya ulaşmış.

“Falan ile filan kesin ikinci turdadır” algısı yerini “Üç adaydan ikisi kalacak”  söylemine borakmış.

‘İlk turda kimin birinci çıkacağı’ tahminlerinde de ciddi bir farklılaşma var. ‘Büyük bir sürprize hazırlıklı olun’ diyenlerde artış var.

Ve ‘X aday ikinci tura kalırsa kesin kazanır’ algısı ise iyice yerleşmiş, her kesimde söylenen ortak bir argümana dönüşmüş durumda…

Sona yaklaştıkça seçimin nabız atışları daha da hissedilir olacağa benziyor.