SEÇİMLER VE BOYKOT

150 veya 100 yıl önce, sola meclis içinde mücadeleyi öneren büyük sol ustalar, acaba şimdi Kuzey Kıbrıs’ta yaşamış olsalardı, bu hal ve şartlarda meclise girip bu şekilde halkın da tükenmesi hilafına meclis mücadelesini mi seçeceklerdi?

 

Ulus Irkad
ulusirkad@hotmail.com

150 yıl önce Karl Marks, sosyalistlerin burjuva demokrasisini ve meclisini kullanarak sırf emekçilerin seslerini duyurmaları için seçimlere girmelerini istemiş. 150 yıldır da solcuların birçoğu bunu denemişler. Hala daha deneyenler var, denemeyenler de var. Peki Karl Marks bunu önerirken bu durumun yani somut koşulların somut tahlilinin hep aynı mı olacağını düşünmüştü? Değil elbette...Son zamanlarda Batı’da bile artık meclisin emekçiler için bir engel ve de onları engellemek için bir tuzak olduğunu savunan Marksistlerden anarşistlere birçok yazar var.Tekrar edeyim, somut koşulların somut tahlili..Bu her koşulda solun manevra yapmasını ve karşısındaki rakiplerine karşı, eğer örneğin 43 yıldır kullandığı bir aracı , başarısızlıkla sonuçlanırsa, başka araçlara başvurması gerektiğini de vurgulamakta ama anlayana... Şimdi düzgün olarak gittiğinizde yol içinde bulunan bir çukura bir defa düştükten sonra, aynı  çukura tekrar düşmek mi lazım, yoksa o bölgede bu çukuru görüp eğer bir yara alıp  ölmemişseniz, bundan faydalanıp artık o çukura düşmemeniz mi gerekir? İkincisi en deneyim dolu tarihsel diyalektik kararı içermektedir. O yolun içinde büyük bir çukur var ve sizin  ona karşı tedbir almanız gerekmektedir.Eğer Emekten yana olanlar, solcular ve sosyalistler, seçimlerin istedikleri gibi olmadığını, seçimlere girerek mücadeleyi, emek mücadelesini ve emeğin örgütlenmesini yavaşlattığını, dumura uğrattığını görselerdi ne yaparlardı ? Sittin sene devamlı seçimlere mi girmeyi önerecekti Marks? Hatta onu bırakın meclise bile girilse, Marks’ın demek istediği, meclise girilsin ama dışta da örgütlenme ve sokaklar da boş bırakılmasındı. Şimdi Kuzey Kıbrıs gerçeklerini de konuşmak gerekiyor; Buraya her seçim öncesinde azımsanmayacak sayıda oy taşınıp, bu insanlar vatandaş yapılıyor ve bu yola burada yaşayan insanların geleceklerini belirlemeleri engelleniyor. 1974 yılından beri getirilen bu insanlara, 1974 yılından beri, buradan savaşla göçettirilen başka etnik gruptan insanların malları dağıtılarak, yaratılan statükodan onların da destekleri kazanılmakta ve seçimlerde seçilmek de bu paylaşımdan bayağı etkilenmekte. Bu durumu demokratik ve bağımsız bir ülkede yapsanız ortalık kalkıp oturur. Derhal boykot ilan edilir. 1974 yılından beri bu bölgede Türkiye’nin de zorlamaları ile gerek demokratik, gerek sosyal, kültürel ve ekonomik birçok travmalar yaşatılmış, yaşatılmakta ve insan mevhumunun gelecek umutları her seçimle ortadan kaldırılmaktadır. İlkin Türkiye’nin müdahaleleri ile başlayan durumlar yok ama zaten artık demografi ile o kadar oynanmış ki, müdahaleye gerek yok. Mevcut statüko partileri artık meclise teslim olmuşlar, sankide ülklede dert kasavet yok, statükonun, çözümsüzlük hali, belli kara paradan beslenen elitler tarafından da desteklenerek devam ettirilmekte, seçimler bu ülkeye bir çözüm getirememekte, insanlar gelecek umutlarıyla, siyasal iradenin de meclise yansıtılmamasından ötürü yokolup gitmektedirler.Partiler maalesef statükonun bir parçası olmuşlardır. Eskisi gibi siyasi partilerin resmi ideolojinin dışına çıkıp konuştuktan sonra bombalanmaları da pek görülmemektedir. Siyaset o kadar olağan bir şekilde artık dondurulmuş, yozlaşmış, meclis içine girenler mevcut yolsuzluklarla bir şekilde haşır neşir olmuş ki, herşey artık kılıfına uydurulmuştur. Sadece ateş-kesin olduğu ve negatif bir barışın hüküm sürdüğü bu topraklarda, sankide Danimarka’da seçimler olmakta, vatandaşlıklar da sankide Avrupa’daki vatandaşlıklar gibi “insan hakları” kılıfına uydurularak yapılmaktadır. Seçimlerden istenen sonuç alınması devede kulaktır çünkü seçimlerde ne ideoloji, ne siyaset konuşulmakta, son seçimlerde gördüğümüz gibi, adayların sadece çok güzel ve yakışıklı  oldukları, resimlerine bakarak konuşulmaktadır. Bu bakış açılarıyla seçimlerin niteliği de çoktan kaybolmuştur. Çok dikkat edildiğinde, seçimlerde ideolojiler, parti siyasetleri de çok az dile getirilmiştir. Zaten sonuçta, meclise girildikten sonra akan sular durulmaktadır. Durulmalıdır çünkü bu ülkenin artık herşeyi Ankara’dan sorulmaktadır. Nüfus dengeleri, hangi partinin ne kadar milletvekili çıkaracağı, siyasal dengelerin detayları da orada daha iyi bilinmektedir. Çünkü artık tehlikeli partiler de kalmamıştır eskisi gibi. Soldan sağa siyasal transformasyonlar da çoktan yaşanmış, yaşatılmıştır.

 1980 öncesi SSCB taraftarı veya paralelinde sözde solu temsil edip aslında Sovyet dejenerasyonunu (Bozulmasını) görmeyip, SSCB’yi tanrı gibi görüp eleştirmeyen ideolojiler, maalesef bugün geldikleri limanda, liberal ekonomi reklamı ve de içinde bulundukları koşullarda, artık neo-sağcı veya daha da gerici sağ görüşlere bulandıklarını göremiyorlar. Ülkemizde de 43 yıldır sıkışan egemen kesimler, her seçimde ses çıkarılmadığını ve de bundan olayı boynu bükük kabullenen çok sakin, çok biyatkar bir sol anlayış gördüklerinden , tabi ki sol diye geçinen ,hayatiyetini, seçimlerde kazanacağı sandalye ve maddi imkanlara bağlayan sözde güçler de, bu insan hakları ve demokrasinin ihlali olan gelişmelere boyun eğerek, bu haksızlık ve ihlal kokan seçimlere katılmakta,her seçim sonrasında da statükonun esas galibine meydanı bırakıp meclise çekilip, halkı da, kendi tabanlarını da pasifleştirmektedirler.

150 veya 100 yıl önce, sola meclis içinde mücadeleyi öneren büyük sol ustalar, acaba şimdi Kuzey Kıbrıs’ta yaşamış olsalardı, bu hal ve şartlarda meclise girip bu şekilde halkın da tükenmesi hilafına meclis mücadelesini mi seçeceklerdi? Rasyonel düşünen akıl solcu olmasa bile, şu anda statik (Değişmez) bir yapı kazanan sistemde mücadeleyi önermezdi. Büyük işletmeler değil Kobiler şeklinde olan Kuzey Kıbrıs’taki işyerlerinde, özel sektörde örgütlenme zor olduğundan ve de işçilerin bugün dıştan gelmelerinden ötürü, örgütlenme şartları zor olduğu için, sendika kuramamaları, düzenin de sürekliliğini sağlamaktadır. Oysa bir dinamik olarak hakkını arayan bir işçi sınıfının varlığı da, daha hareketli bir sol katman yaratacak, sendikal haklarını kazanıp hak alan asgari ücretleri düşük olan işçiler belirleyici olacaklardı. Bu da olmuyor. Bu olmuyorsa ve mücadele bu yüzden zayıf diye oturup kalalım mı? Elbette değil. Bir kere Kuzey Kıbrıs maalesef Türkiye’nin bir alt birimi olarak çalışmakta, bu durumda da örgütsüz kitlelerle, bu bağımlılık daha da fazla seçim meydanlarında şimdiki statükoya boyun eğen partileri güçlü kılmaktadır. Hangi parti emekten yana ki? Bu meclis içine girecek olanların hangisi kafasını dikip Türkiye’ye 43 yıldır Kıbrıs’ta yaptıklarının, seçim dönemlerinde ve sonrasında sırf dominant olsun diye oy pompalamalarına karşı çıkacak? Alışmışlar bir kere, her beş senede bir tahtaravalli inecek, UBP kazanacak , beş yıl sonra değişecek, bu defa da CTP hükümete gelecek ve bunlar birbirlerini sürdürecekler. Halkta motivasyon da kalmamış. Siyasi iradesinin meclise yansımadığını gören halkın zaten meclise karşı da bir sorumluluğu kalmamış. “Oyumu versem de vermesem de aynı” diyor çoğu insan. Polisinin sivile bağlı olmadığı, hala daha vatandaşlarının her an için savaş çıkacakmış gibi yasak bölgelerde ikamet ettiği, geçici onuncu madde çalıştırılırsa, herşeyin bir an içinde değişebileceği bir ülke burası. Bir değil birkaç tane istihbarat örgütü faalliyette. İnsanların her an casus ilan edilip keyfi olarak cezalandırılabileceği, örneklerini her gün için yaşadığımız, linç kültürlerinin derin ve karanlık bazı yerlerde parmak çatlatmalarla operasyonların işleme konulduğu bir ülke... Bir gazetede bir karikatürü beğenmedikleri takdirde günlerce yürüyüşler yapabiliyorlar, insanları ve gazetecileri tehdit edebiliyorlar, haklı olanların sessiz, haksız olanların güçlü olduğu bir ülke haline gelmişiz. Seçime gidiyoruz, gidiyoruz da, geçici onuncu maddesinin anayasasasında olduğu, polisin hala daha sivile bağlı olmadığı, Lefkoşa’da değil ama ihalelerinin bile Ankara’dan ayarlandığı, barikatlarının açılmasına rağmen hala daha yasak bölgelerinin olduğu, bunca soruna rağmen sankide Danimarka’da yaşıyor muşuz gibi adaylarının dertsiz, felsefi ve ideolojik farklılıklarını ortaya koyamadığı, felsefi ve ideolojik tartışmalarının olmadığı bir seçim yaşatılıyor şimdilerde. İyi de hangisi hangisinden farklı, yoksa herkesin resmi ideolojiyle birbirine benzetildiği bir yeni baskı sistemi mi bu?

Seçimlere rağmen, gene halkının beş sene daha her gün için devamlı ağlayacağı bir döneme daha giriyoruz. Özgür ve serbest iradeli seçimleriniz (!) hepinize hayırlı olsun.... Ağlamaya ve şikayet etmeye devam...

 

 

Dergiler Haberleri