Biliyorum başlık biraz tahrik edici oldu.
Amaç da o zaten!
Hedef kamu görevleri değil asla…
Yönetenler…
Ya da yönettiğini zannedenler…
Evet!
“Seçimlerde yalnızca kamu görevlileri oy kullansın.”
Niye?
Çünkü seçilenler sanki “kamu görevlilerini temsil ediyor” yalnızca…
Gerisi de yaşamıyor gibi!
***
Bayram için “birleştirilmiş tatil” kararı verildi.
Kamu görevlileri böylece 9 gün tatil yapacak.
Niye kararlar tüm çalışanlar için alınmıyor?
Kamu görevi dışında kalanlar insan değil mi, onların tatil hakkı yok mu?
“Hükümet” dedikleri yapının tüm ülkeyi yönetmek ve herkese eşit davranmakla sorumlu olması gerekiyor.
***
İddiam ya da beklentim özel sektöre de 9 gün tatil verilmesi değildir.
O durumda iş yerleri batar!
Ama en azından şu yapılabilir.
Pandemi dönemi gibi sektörlere göre saat düzenlemesi yapılabilir.
Kıyamet de kopmaz.
Birkaç “patron” bağırırsa da bağırır…
***
Örneğin denir ki…
“Kamu görevlileri tüm hafta tatil yapacaktır.
Ayrıca bayramın ilk üç günü tüm işyerleri kapalı olacaktır.
Acil ve zorunlu hizmet vermesi iş yerleri yarım gün açık kalacaktır.
Süpermarketler bayram haftası boyunca saat 17.00’de kapanacaktır.”
Dedim ya sektör sektör planlanabilir.
Böylece herkesin dinlenme imkanı olur.
***
Asıl üzücü nokta şu…
Böylesi kararlar alınıyor ve kimsenin de itiraz ettiği yok.
Sessiz bir kabullenmiş var.
Kimse de itiraz etmiyor.
Avrupa’ya bakınız… Hemen yanı başımızda güneye… Hep birlikte “tatil” yapmayı öğrenmişler… Hep birlikte iş yerlerini kapatmayı… Kimi özel günlerde, ülkede yaşayan herkese “insan” muamelesi yapılıyor çünkü… Yalnızca bir gruba ayrıcalık sağlanıyor.
Kıbrıs’ın kuzeyinde…
Örneğin “hastalık” hallerinde kamuda başkadır izinler, özelde başka…
İkisi de çalışan…
Aynı değil…
Hatta ikisi de “sigortalı” olsa dahi…
Birine iki gün izin var en fazla…
Sonrasında “git, paranı sigortadan al” deniyor.
Diğerine, doktor kaç gün rapor yazmışsa maaşını kesintisiz ödeniyor.
Tatil süreçleri farklı farklı…
Maaş ve hayat pahalılığı öyle…
Çalışma saati yine bambaşka…
***
Yine en başa dönecek olursa…
Seçimlerde niye hep birlikte oy veriyoruz öyleyse…
Kuzu eti: 550 değil 350 lira
Türkiyeli bir arkadaşım var, yıllardır adada yaşıyor, çalışıyor, yurttaşlık da aldı.
“Güneye geçiyor musun” diye sordu, geçenlerde…
“Evet” dedim.
“Bana bir iyilik yapar mısın?”
Güneye geçemeyen dostlarımız genelde ya “yedek parça” için yardım isterler ya da kimi elektronik aksamlar… Böylesi bir talep yoktu bu kez…
“Hafta sonu arkadaşlarıma mangal yakmak istiyorum. Bana et alır mısın?”
Birkaç kilo et istiyor.
Kuzu şiş, pirzola…
“Tamam” diyorum.
Çok iyi anlıyorum halini
Asgari ücret kazanıyor muhtemelen…
İki de çocuğu var.
Özel okula göndermese de çocuklarını zor.
Hani şimdi “kuzu etinin kilosu 550 TL’ye satılacak” deniyor ya…
Bu rakama da satmıyor kasaplar…
Güneyde 350 TL’ye geliyor kilosu…
Hem de en gösterişli marketlerde…
Kasaplarda daha da ucuz…
***
“Gidiniz, güneyden alınız” değildir mesele…
Üstelik herkes de gidemiyor.
Kendim de bunu yapamıyorum çünkü günlük telaş içinde çok pratik değil…
Hele hele barikatlarda bekleme sürelerini düşününce…
Sigorta çıkartmanız da gerekiyor sürekli...
Acı olan tablo şu…
Türk Lirası’nın bunca değer kaybına ve kuzeyle güney arasındaki gelir uçurumuna rağmen…
Güneyde et daha ucuz…
Hem daha fazla kazanıyor, hem daha ucuza et alabiliyorlar.
***
Ah milliyetçi masallarla karnını doyuranlar…
Ne diyeyim size…
Eskitmeden!
Sabah sersemliği ile akşam yorgunluğu arasına sıkıştık.
Umutla uyandığımız sabahları eskittik...
Yarınlara dair iyimser hayaller kurmayı...
Telaşları eskittik.
Bir dostun kapısını çalmayı eskittik, en zor zamanda…
“Komşu nasılsın” demeyi…
“Al bunu annem gönderdi” diyen bir evladın elinden, bir kavanoz yeni yapılmış reçel almak gibi anları eskittik…
Yolda, kaldırımda, parkta bir tanıdık görmeyi…
Tarifsiz bir sevinçle, çığlık çığlığa koşmayı birbirimize…
Sokakları eskittik, yabancılaştıkça…
Omuz başlarını eskittik, yaslanmak yerine yük olarak sürekli…
Badem çiçekleri arasında sevgilinin kulağına aşk sözcükleri fısıldamayı eskittik…
Gürültülerde boğulduk, sessizliği eskittik…
Çiğlikleri, kötülükleri, yüzsüzlükleri, bencillikleri, yalanları eskitemedik de samimiyeti eskittik, içtenliği, sevecenliği…
Sahiciliği eskittik en fazla…
Uçsuz bir yapaylık arasına hapsolduk…
Ömrümüzün nehrine kıskançlıklar, riyakarlıklar, didişmeler akarken, hoşgörüyü eskittik…
Çocukların gözlerinde ışığı eskittik…
Nereden geldiğimizi anlamadan dünü, nereye gideceğimizi kestiremeden yarını ve şimdiyi eskittik, yaşamasını bilmeden…
Eskici dükkanı gibi zihnimiz, düşünmekten yorgun, kahretmekten yılgın…
Sesler arıyoruz eskimemiş…
Düşler…
…
Mutlu bayramlar şimdiden…
Eskitmeden, daha da…