Kuzey Kıbrıs sol siyaset hareketinin ve dahil oldukları Kıbrıslı Türk barış ve çözüm güçlerinin genel vizyonu Kıbrıs’ta BM Ölçütlerinde çözümle AB üyeliğinin de devam edeceği Federal Birleşik Kıbrıs’ı gerçekleştirmek, halklar arasında sürdürülebilir barışı tesis etmek, halkların sosyal-ekonomik sorunlarını özellikle ezilen sınıfların lehine çözmek ve çağdaş dünyanın bir parçası olabilmenin fırsatlarını ve mutluluğunu yaşayabilmektir.
Bu vizyona ulaşabilmek ve Kıbrıs sorununu BM Ölçütlerinde çözebilmek için BM marifetiyle görüşmeleri başlatmak ve vizyon doğrultusunda sonuçlandırmak gerekiyor. Kıbrıs Rum tarafının Annan Planına reddetmesi ve Crans-Montana Konferansı’nı çökertmesi mazide kalan ama statükonun devamı nedeniyle acılarını Kıbrıslı Türklerin halen hissettiği yaralardır. Görevdeki Kıbrıslı Rum lider Crans-Montana Konferansı’nın yıkımının baş aktörüdür; bu da güncelliğini koruyan bir olgudur. Kıbrıs Türk tarafının, Türkiye’nin kendine dair siyasi vizyonuna ulaşmak için canlandırdığı Denktaş’ın iki devletli çözüm önerisi ve çözüm görüşmelerinin başlaması için de KKTC’nin tanınması koşulu ise çözüm sürecinin önündeki engellerdir. Yani Kıbrıs sorununu BM Ölçütlerinde çözebilmek için Kıbrıs Rum liderinin samimiyetsiz siyaseti ile Kıbrıs Türk tarafının “Yeni” dediği Denktaş’tan miras eski siyasetinin yarattığı engeller Kıbrıslı Türk ve Rum barış ve çözüm güçleri tarafından aşılmalıdır.
Bunu başarmak için de uluslararası toplum ve siyasetin desteği gerekmektedir. Ve bunu da temin edebilmek için Kıbrıslı Türk ve Rum barış ve çözüm güçleri kendi iç siyasetlerinde ağırlığını ve etkililiğini demokratik sokak ve meydan eylemleri ile koyabilmelidir ki üçüncü tarafalar çözüm sürecinin görüşmelerini başlatabilmek için pozisyon alsın, başlangıç vuruşu için düdüğü çalsın. Sivil toplum hareketleri konusunda Kıbrıslı Türkler daha örgütlü, daha dinamik ve daha deneyimlidir; fakir demokrasilerini geliştirebilmek için yaptıkları eylemlerle bu birikimi sağlamıştır. Dolayısıyla, Kıbrıslı Türk barış ve çözüm güçleri hareketlenmeye ve eylemliliğe başlarsa, Kıbrıs Rum tarafının yönetenleri, tıpkı Annan Planı sürecinde olduğu gibi kendilerini sürüklenir durumda bulacaktır. Yoksa, o dönemde de sürecin çok samimi ve benimsemiş katılımcıları değillerdi ki, sonunda iş referanduma gelince “Hayır” diyerek gerçek yüzlerini gösterdiler. Ama çekirge Annan Planı’nda atladı bir, Crans-Montana’da atladı iki; uluslararası toplum ve siyaset onlara üçüncü atlama fırsatını vermek niyetinde olmadığını kendileri de biliyor.
Konu ve ödev gelip dayanıyor Kıbrıslı Türk barış ve çözüm güçlerine… Yönetenlerin ve yönetenlerin yönettiği yöneticilerin iki devletli çözüm önerisi ve görüşme sürecinin başlaması için de KKTC’nin tanınması şartının yarattığı engellerin etkisiz hale gelebilmesi için onların azınlıkta olduğunun reddedilemez bir ispatının yapılması gerek; bunu da ancak Kıbrıslı Türk barış ve çözüm güçleri yapabilir… Yönetenler ve onlara biat etmiş olan yönetilenler kendi tezlerinin Kıbrıslı Türklerin kahir ekseriyeti tarafından desteklendiği inancında olsa, tezlerini KKTC’de bir referanduma koyup, bekledikleri sonucu alınca da BM’nin kapısına dayanıp, Kuzey Kıbrıs halkının desteklediği çözümün görüşme sürecinin tek konusu olmasını isteyecekler ve bu yönde baskı yapacaklardı… Bu yönde kıpırdamayı bile göze alamadıklarına göre, meydan Kıbrıslı Türk barış ve çözüm güçlerini beklemektedir…
Ne yapılmalı?!... Kıbrıs’la ilgili tüm üçüncü taraflara gösterilmeli ki KKTC’yi yönetenler Kuzey Kıbrıs halkının kahir çoğunluğunu temsil etmiyorlar… Bunun da iki yolu var… Birincisi ve en etkilisi meydanlarda ve sokaklarda BM Ölçütlerinde çözüm için demokratik eylemler… Bunu tamamlayacak ve uluslararası toplumun ve siyasetin değerlendirebileceği bir veri tabanı sağlayacak diğer ikinci yol da seçimlerdir… Kıbrıslı Türk barış ve çözüm güçlerine dahil olan siyasi partiler ister ortaklaşarak ister ayrı ayrı seçimlere katılmalı ve kendini barış ve çözüm güçlerinin bir üyesi olarak tanımlayan her seçmen de gidip oy kullanmalıdır. Sonuçta, statükocu partiler kazansa dahi, kahir ekseriyete sahip olmadığı ortaya çıktığında, kazanırken aslında güç kaybederek, seçmen desteğini kaybederek kazandıkları ortaya çıktığında, çözüm sürecinin başlama vuruşu için top sahanın orta yuvarlağına yerleştirilmiş olacaktır. “Ama Ankara hükümeti müdahale eder deee… Demokratik olmayan yöntem ve baskılarla kendi istediğini seçtirir deee… Bizim irademizi tebdil ve ilga ederler deee… Onun için seçimlere katılmak ve sandığa gitmek yerine seçimleri boykot edip tepki koyalım” demek aslında statükoculara kendi vizyonlarını sürdürebilme olanağını sunmaktır.
Ankara hükümetinin KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tatar’ı seçtirmek için her yolu denediğini Kıbrıslı Türk barış ve çözüm güçleri örnekleri ile anlatmaktadır. Ankara hükümeti bütün cüssesini ve kapasitesini kullanmış; ama sonuçta Tatar’ı %51.7 oyla seçtirebilmiş… Katılım oranı da %67.3; Ankara hükümeti sandığa taşıyabileceği tüm seçmenleri taşımak için her “Teşvik”i kullanmış… Bu da demektir ki gitmeyenler Ankara hükümetinin teşviklerine kapılmayanlar, yani muhalifi olanlardı… Ve katılım oranı %80 olsaydı, açık ara fark ile Tatar kaybederdi… Ankara hükümeti genel seçimlerde UBP’yi ve yerel seçimlerde de UBP’nin adaylarını seçtirmek için de aynı “Teşvikler” yöntemini kullandı. Genel seçime katılım oranı %57.4 idi, UBP %35.6 oranında oy aldı; yani, genel seçmenin %20’si kadarı… Ve Ankara hükümetinin teşvikleri ile statükonun destekçisi tüm seçmenler sandığa yollandırılmışsa, sandığa gitmeyen %42,6 oranındaki seçmen UBP’nin başarısına katkı koymuştur. Benzer durum yerel seçimlerde de yaşanmıştır…
Demem o ki, “Ankara hükümeti seçimlere müdahale ediyor” diye seçimlere katılmamak, oy kullanmaya gitmemek, yani boykot yapmak, Ankara hükümetinin istediğini başarması için işini kolaylaştırıyor. Ve Mayıs’ta yapılan TC seçimlerinde bu Ankara hükümetinin KKTC’deki oy oranının da %40 bile olmadığı ortaya çıkmıştır; yani kelin yağı olsa kendi başına sürecek… Dolayısıyla, gelecek hafta sonu yapılacak olan ara seçim için de boykot çağrısı yapanlar var; demokrasi onlara bu hakkı veriyor elbet… Ama onlar da Kıbrıslı Türk barış ve çözüm güçlerinin unsurudur ve Kıbrıs sorunu çözümü için vizyonları da aynıdır. Bu vizyona ulaşabilmek sürecinde uluslararası topluma ve siyasete çözüm lehinde çaba için destek verecek, statükocular için de tedirginlik yaratacak bir veri tabanını oluşturmak da bu seçimin sonucu ile mümkündür. Boykot, statükocular seçimi kaybetse de , kazansa da gerçek temsili rakamın üstünde bir oy oranıyla seçimden çıkmaları sonucunu yaratacaktır. Ve eğer seçime katılım oranı %80’leri bulursa, Ankara hükümeti ne “Teşvikler” yaparsa yapsın, KKTC’deki biatçılarının adaylarının kazanmasını da sağlayamayacaktır.
Son söz… Seçimlere boykot kararı verenlere elbette saygımız var; seçimlere boykot kararı verenlerin eylemlerinin ise kendilerinin de dahil olduğu barış ve çözüm güçlerinin vizyonlarına ulaşmasını geciktirdiğini seslendirmek de bir ihtiyaç olmuştur. Daha bir hafta var… Eleştiri ve özeleştiri solun kendi içinde yaptığı çok stratejik bir çalışma alışkanlığıdır… Boykot çağrısı yapanlar elbette bunu biliyor… Kalan bir haftalık süre içinde duruşları ve duruşlarının ortaklaştıkları vizyona ulaşma süresine etkisini değerlendirmelerini ve kesin kararlarını bu sorumlulukla almalarını dileyelim… Ne karar alırlarsa da, saygımız olacak; yoldaşlık gereğidir…