Son günlerde en fazla konuşulan konu bu... Şeftali kebabı nasıl yapılır?
Kıbrıs'a özgü bir mangal ürünü olan ve adeta Kıbrıslıların vazgeçilmez bir parçası olan şeftalinin tarifi Türkiye'nin bir TV kanalında yanlış tarif edildi diye çok sayıda insan tepki gösterdi.
Video çekip tepkisini mizahi yolla ileten mi istersiniz, ilgili yayına çıkan şefe tarif yollayan mı istersiniz, hepsi ve daha fazlası var sosyal medyada...
Bunca etki-tepki olunca bir izleyeyim dedim ben de...
Gerçekten de 'şeftali kebabına benzemeyen' bir tarif vermiş programa katılan aşçı arkadaş. Yani bu tarife göre şeftali kebabı yapmaya kalkanlar şeftali kebabı değil, başka bir şey yemiş olacaklar.
Belki de tadı güzeldir. Muhtemelen öyledir. Anadolu mutfağı çok zengindir ve kebabın alasını, icatlısı yapılır.
Lakin o kebap şeftali -ya da Rumların deyişiyle Şeftalya- değil.
Bu kesin...
***
Kebabın malzeme ve pişirme şekli sorunsalı ile tadı-lezzeti meselesi bir yana, gösterilen tepkilerin sosyo- psikolojik yönüdür asıl konuşulması gereken.
Neden bu kadar hassasız?
Alt tarafı bir TV kanalının ama haber bülteninde, 'Ramazan ayı menüsü' konulu, magazin ağırlıklı, birkaç dakikalık bir eğlence-habere bu kadar kızmak, üzerinde kafa yorup yazılar yazmak, kontra videolar çekip paylaşmak neden?
Ne oldu da toplum bu noktaya geldi?
'Elindeki oyuncağı alınmış çocuk' misali ne diye avazımız çıktığı kadar bağırma, isyan etme?
Bunun bir izahı olmalı...
***
Çok uzun uzun anlatmaya, bilinenleri tekrar etmeye lüzum yoktur. İşin özü ve özeti şudur:
Kıbrıslı Türkler olarak 'yok olma' gibi bir kaygı içerisindeyiz. Sürekli 'yok olacağımız' hissi taşıyor, bunu ruhumuzun derinliklerine kadar yaşıyoruz.
Toplumun son yüz yılda yaşadıklarının bir toplamıdır bu büyük ihtimalle.
Her dönemde bir şekilde 'var olma' mücadelesi verildi.
Ve o mücadele şekil değiştirse, 'dış tehdit' unsuru farklılaşsa da, kaygı bugün de vardır ve çok ciddi bir noktadadır.
Bunu görmek için alim olmaya gerek yoktur. Edebiyat tan müziğe, tiyatrodan resme kadar bütün sanat dallarında Kıbrıslı Türk sanatçılar bunu anlatan eserler üretiyor yıllardır.
Basın habercisiyle yorumcusuyla uzun süredir 'yok olma'ya dikkat çekiyor.
Sivil toplum örgütleri sürekli 'yok olmayacağız' mesajı veren eylemler yapıyor, bildiriler yayımlıyor.
Siyasi partiler de 'yok oluyoruz' algısı içinde yaşayan topluma 'var olma' sözü veriyor, seçim kampanyalarında en sık 'varız', 'buradayız' türü sloganlar kullanıyor.
Sadece bunlar bile, Kıbrıslı Türklerin 'varlıklarına yönelik büyük bir tehdit algısı' içinde olduğunu bağıra çağıra anlatıyor.
***
Bağıra çağıra toplum kendisini ifade ediyor ama siyaset kurumu son dönemlerde bu bağırtıları duymazdan geliyor.
Kıbrıslı Türklerin son 45 yıldır -vakti zamanında Özker Özgür'ün linç kampanyasına maruz kalıp, pasaportuna el konulma pahasına açıkça söylediği- 'asimile olma' endişesi yaşadığını ve şeftali kebabı tarifine verilen tepkinin de bunun bir tezahürü olduğunu siyaset es geçiyor.
Ama siyaset kurumunun es geçtiği asıl mesele şeftali kebabı değil. Esasen siyasetin konusu olan nüfus, ekonomi, kültür, eğitim gibi alanlarda sahayı terk etmiştir siyaset.
Bu yüzdendir ki tribün devreye girmiştir ve 'tek saha' oynayana karşı yegane müdafaa tribündeki seyirciden gelmektedir, epey bir süredir.
Yoksa takım sahada kalsa, rakip ne kadar güçlü olsa dahi elinden geleni yapsa, skor 10-0 da olsa seyirci takımına sahip çıkar mutlaka.
Oysa şimdi sahada 'bizim takım' yoktur ve seyirci bütün mücadelenin ağırlığını omuzlarında hissediyor, sürekli ses veriyor.
Şeftali meselesine verilen tepkinin arka planı bu işte...
Bir de 'Şef Ali kebabı Urfa usulüdür' deseydi restoran şefi, ne saha kalacaktı, ne de tribün herhalde!..