İstanbul’da geçen bir hafta büyük bir şehirde yaşamak üzerine yeniden düşündürdü beni. Metropolleri sevdiğimi yazmıştım daha önce. Kalabalıkta kaybolmak, çeşitlilik, mimikler galerisi, sürprizler, keşifler filan beni cezbeden. Moralin iyiyse iyi gelir metropol. Zor olan moralinin kötü olduğu zamanlardır. Onca kalabalık içinde yalnızlıktan kıvranabilirsin. Yakınlık arıyorsan şehir bunları vermez sana. Verse bile kısa sürede elinden alır. Benim sevdiğim bir metropolde yabancı olmak durumu aslında. Yalnızgezerlik halinden duyulan keyif kast ettiğim. Geçicilik duygusunun rahatlatıcılığının metropolle seni buluşturduğu nokta. Metropol de geçicilik demek çünkü. Sayısız seçenekler demek ayrıca. Geçip gidenin yerine hemen bir başkasının gelme olasılığı demek.
Metropolde ekmeğini kazanmaya çalışan, kapitalizmin çarkına düşmüş insanlardan, parasızlıktan, kimsesizlikten, devlet zulmünden filan da söz edilebilir kuşkusuz. Evine yorgun argın dönen kalabalıklar geçer gider önünden. Otobüste hastaneye yol almakta olan çileli bir adamla karşılaşır, ne kadar zor durumda olduğunu anlatan birinin telefon konuşmasına şahit olursun. Bazen bir yüz ifadesi derinden sarsar seni. Her türlü acıyı görebilirsin sokaklarda. Her insanın içinde bir başka dünya vardır. Bir vapur dolusu insana hikayesini anlattırsan kim bilir nelerle karşılaşırsın.
İstanbul’da derin kederler yaşadığım, şehrin beni çok mutsuz ettiği zamanlar da hatırlıyorum. Derinleşme arzun varsa buna izin vermeyebilir çünkü büyük şehirler. İnsanlar sana dokunup geçerler. Arkadaş bulmak sevgili bulmak çok kolaydır oralarda; kaybetmek de aynı derecede kolay. Her şey hızla yaşanır ve tükenir. Ritmi budur zaten büyük şehirlerin.
İnsanların sürekli bir maske ile dolaştığı, birbirlerinin ayağını kaydırmak için türlü komplolar yaptığı yeni zaman iş yerleri, her türlü şiddet ve işkence, insan hallerinin bin bir çeşidi de oralardadır. Bütün bunlar arasında masumiyetini korumayı başarmış birine rastladığında ise şehrin sana verdiği büyük bir armağanı hissedersin.
Sen iyiysen iyiliğini çoğaltabilir şehir; kötüysen daha da köşeye sıkıştırabilir.
Sayısız yaşam vardır şehrin içinde. Birbirine gıptayla, kıskançlıkla, nefretle bakıp duran sayısız yaşam. Birinin satın aldığı çantanın onu satan tezgahtarın maaşından fazla olduğu bir yaşam. Hayatın türlü dengesizliği ve adaletsizliğinin vitrinidir metropoller.
İstanbul’un bana iyi gelmesinin bir nedeni bunca kargaşa içinden güzel insanları, güzel anları çıkarma gayretinin zaman zaman başarıya ulaşmasıdır belki de… Yaşadığım sayısız düş kırıklığını ikame edecek başka bir seçenek taşıdığını fısıldar durur hep şehir. Köşeyi dönsen bir mutlulukla karşılaşma olasılığın vardır hep.
Siyasi iklimin gittikçe kötüleştiği, yeni tip bir faşizmin her köşe başından kafasını uzattığı bu zamanlarda bile kendileri için ayırdıkları güzel alanlarda özgürlüğün sesini yükseltebilen inanlar var orada. Moralin çok bozuktur ve bir sergi salonuna girip başka bir dünyaya gidersin. Bir sinemadan içeriye dalar ve insanın gizlerine doğru bir yolculuğa çıkarsın, bir sokak şarkıcısının sesi seni büyülü bir aleme taşır.
Beyoğlu’nda şairlere ait Dam adında bir mekân var mesela. Orada her şey ölürken birden ortaya çıkan şiirin yaşam öpücüğünü bulabilirsin. Bir şiir festivaline, güzel dostlara denk gelebilir, şiirler okunduktan sonra bir partide çılgınca dans edebilirsin mesela.