Şehit evladının gözyaşlarında boğuldunuz bu kez
Şimdi siz babasız doğan insanlara “vatan” dersi vereceksiniz öyle mi?
Ağızları bantlı şehit evlatlarının fotoğrafı, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaratılan düzenin iflasını ifşa ediyor.
Bayrağın altına gizlenen yalan siyaseti tükenmiştir.
Savaş, kan, barut ve onca kayıp üzerinden “bağırmakla” olmuyor.
Nefret diliniz Kıbrıs’ı bölmekle kalmıyor, yoksullaştırıyor, ayrıştırıyor, kirletiyor.
“Bizi vatansız bıraktınız” diyorlar ve siz bunu anlamıyorsunuz.
Yurdumuzda yaşıyoruz yurtsuzluk duygusunu…
“Tarih sizi affetmeyecek” diyorlar, o nedenle…
***
Umurunuzda değil!
Çünkü siz şunu düşünüyorsunuz: Ne olacak canım tarihi de biz yazarız!
Nasılsa et de elinizde bıçak da!
Her kim ki hakikati söylüyor, konuşmasını yasaklarsınız, öyle mi?
Yine de ısrar ederse eğer jurnaller, Türkiye’ye girişini engeller, korkutur, sindirir, susturursunuz!
Hem çirkin, hem despotsunuz.
***
Dağlara daha büyük bir bayrak boyarsınız ve ışıklar yanar, söner, yanar, söner…
Yollar karanlıktır!
Yanardönersiniz siz…
Işıklar yanar, söner bayrağın üzerinde…
Gençler göç eder!
Uzaktan izlersiniz…
Işıklar yanar, söner…
Şehit aileleri ağızları bantlanmış durur, törende…
“Babalarımız bu günleri görmek için şehit olmadı” derler...
Özür dilemesini dahi bilmezsiniz…
***
Şairin dizesiyle kimilerinin “öldüğü” vatanda, siz anca “nutuk” söylersiniz.
İnanmıyor insanlar size…
“Cumhurbaşkanı” diyorlar adınıza!
“Başbakan” diyorlar!
“Dışişleri Bakanı” diyorlar ama ne seçildiniz ne de takdir gördünüz.
Bu makamlara talimatla getirildiniz, zorla, atanarak...
İşte bu acı gerçek hepinizi boğuyor…
Öylesi bir “ağırlık” yüklendiniz ki sırtınıza, taşıdığınız iradesizlik altında eziliyorsunuz.
***
Bu düzen çöktü ve altında kaldınız!
Şehit evladının gözyaşlarında boğuldunuz bu kez…
“Anavatan” siyaseti ve kuşatması üzerinden Kıbrıs’a ait ne kadar değer varsa ortadan kaldırmak istiyorsunuz…
Tek derdiniz kendinizi var etmek!
Makamlar kalıcı değil…
Bir de haysiyet var haysiyet!
Ah bir anlayabilseniz…
Eczacı: İnsanlara fiyat söylemeye utanıyorum
Eczaneye girdim, “yine zam mı var” dedim.
“Hiç sorma” dedi, yılların eczacısı ablamız…
“Utanırım insanlara fiyat söylerken… Bir burun damlası 65 lira oldu, düşünsene…”
Türkiye’de ilaç sıkıntısı var ve pahalılığın sebebi bu!
Niye?
“Uluslararası firmalar geçmişte Türkiye’de üretim yaparlardı. Türkiye pazarından birer birer çekilmeye başladılar. Türk Lirası değer kaybettikçe, ilaç fiyatları da artmaya devam etti. Tek sorun bu değil. Kimi yabancı ilaçların muadilleri geliyor. Hastalar şikâyetçi… Çünkü kimi ilaçlardan beklenen etkiyi alamıyorlar. İnsanlar tedirgin…”
Bu pahalılık hepimizi tüketecek.
Yüzümüzü Avrupa’ya dönmez, Türkiye’ye bağımlılıktan ve Türk Lirası’nın esaretinden kurtulmazsak çok zor…
Asgari ücret her hafta artsa ne olacak?
Şimdi ben ne yapacağım?
Genel Yayın Yönetmenliği’ni devrettim ya…
En fazla karşılaştığım soru şu oldu: Şimdi sen ne yapacaksın?
Gazeteciliğe karanlık odada film banyo ederek başladım ve muhabirlikle, müdürlükle değil!
En sevdiğim işi yapacağım, şimdi…
Yazacağım, araştıracağım, dinleyeceğim, sorgulayacağım daha çok…
Belki yeniden televizyon programı…
Her gün tam sayfa farklı farklı konularda yazacağım. Üstelik her akşamüzeri saat beş gibi web sayfamızda yazımı güncelleyerek ve yine basılı gazetede, ertesi gün…
Keyifle üretmek istiyorum.
Daha çok yazmak…
***
Şunu gördüm, hani Fransız Filozof Foucault der ya, “İktidar her yerdedir…”
Herkesin kendince bir “iktidar alanı” var.
Pek çoklarına göre kendime bir koltuk bulmuşsam, onu terk etmemem gerekir (!)
21 yıl yetmez mi?
Hem görüyorum ki, yeni bir heyecanla işlerine sarıldı Mert, Meltem, İpek, iyi de başladılar hevesle, şevkle…
Yenilmeden, yenilenmeliyiz a dostlar!
İşin özü burada…