Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak, “Kıbrıs Türk toplumu liderliği” haricinde, tüm tarafların bir çok planı var…
Ve hedefleri de…
-*-*-
Kıbrıs Türk toplumu liderliği mi?
“Bugün hangi kuaför dükkanının açılışı vardı?”
“Yoksa bugün domates serası ziyaretine mi gidelim?”
“En iyisi, hep birlikte solcu ve federasyonculara hain diyelim”…
-*-*-
Kıbrıs sorununun gidişatı, II. Dünya Savaşı sonrası belirlendi.
Ve taraflar, ona göre ulusal ve uluslararası ya da özel ve genel siyasetlerine şekil verdi.
-*-*-
Mesela İngiltere; “bana yetecek büyüklükte iki – üç askeri üs yeter” dedi…
Mesela Amerika; “İngilizlerle birlikte dinleme tesisleri bana yeter” dedi…
Mesela NATO; “İngiltere’nin üsleri, Amerika’nın dinleme tesisleri ve her ikisinin güvenliğini sağlayacak Türkiye’nin kolordusu bana yeter” dedi…
-*-*-
Hemen ağrınıza gitmesin canlarım benim!
Türkiye’nin de NATO üyeliği veya Amerikan – İngiliz dostluğu çerçevesinde; hatta Garanti Anlaşması kapsamında en birinci görevi, Ada’daki İngiliz Egemen Üsleri’nin de “garantörlüğü”dür!
-*-*-
Bu kapsamda Türkiye’nin KKTC’deki kolordusunun asli görevleri arasında; “olur da Kıbrıslı Rum ve Türk isyancılar üslere karşı ayaklanırsa, bu isyana müdahale etmek” de yer almaktadır…
-*-*-
Haaa Türkiye’nin NATO veya Anglo – Amerikan dostluğu çerçevesinde ya da Garanti Anlaşması kapsamındaki görevlerinden biri bu olabilir ama bir de özel hedefi vardır…
Nedir bu özel hedef?
1950’lerde İngilizlerin dürtüklemesiyle canlanan “İstirdat” hedefi!
Yani, 1878’de Osmanlı İmparatorluğu’nun İngiltere’ye kaptırdığı Ada’nın en azından yarısını “geri almak”…
-*-*-
İngilizler ve Amerikalılar, Kıbrıs’ın bölünmesini planlayanlar ve onaylayanlardır…
Keyifleri yerindedir…
Sovyet veya Rus endişeleri yoktur. (En azından şu anda)…
Üslerine karşı ayaklanacak bir “Kıbrıslı” hava da sezilmemektedir.
-*-*-
Türkiye, “Taksim” hedefine kesinlikle ulaşmıştır ve bu hedefin olası bir “siyasi çözümle” bertaraf edilmemesi için, Ersin Tatar ve saz arkadaşları gibi “İngiliz yetiştirmesi, Türkiye yağcısı” tiplerden ciddi destek almaktadır…
-*-*-
Yunanistan’ın hiçbir şey “mikinde” değildir çünkü “Enosis”seydi hedef, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliği ile bu bir şekilde sağlanmıştır.
-*-*-
Kıbrıs Rum toplumu, yarısına yakınını kaybetse de; Kıbrıs Adası’nın “resmi” tarafının sahibidir… Dünya’nın en güvenilir pasaportlarından birine sahiptir. Tüm ekonomik sıkıntılara rağmen, gayet iyi bir yaşam standardı yakalamıştır.
-*-*-
Kıbrıs Türk toplumu mu?
Tamamen yok olması an meselesidir.
Yukarı tükürse “Türkiyeli”, aşağı tükürse “Kıbrıslı Rum” kimliği içerisinde “erimeye” mahkumdur.
Hiçbir toplumsal hedefi olmamıştır.
Türkiyeli kimlik tarafından, sık sık “hain” olarak suçlanmakta; Kıbrıslı Rum kimlik tarafından ise “isyancı” olarak kabul görmektedir.
-*-*-
Gelecek endişesi mi?
Artık endişe etmeye gerek yok çünkü Kıbrıs Türk toplumunun yok oluş sürecinin hızı ne yavaşlatılabilir, ne de durdurulabilir.
Boşuna ne endişe edelim ki!
-*-*-
Bildiğim tek şey, bunca şehidin, Kıbrıs Türk toplumunun varlığı uğruna seve seve ölüme gittiği ama ne yazık ki şu anda hiç de “öyle sayılmadığı”dır!
Şehitler üzerinden sadece hamasi edebiyat yapılmaktadır.
Şehitler, Ada, bugünkü duruma gelsin ve üzerindeki Kıbrıslı Türk toplumu yok olsun diye toprağa girmemiştir.
-*-*-
Ve yazıyı bitirmeden, iki de soru sormak istiyorum:
1 – Ortada bir ihanet varsa, Kıbrıslı Türk şehitlere ihanet eden kimlerdir?
2 – Kıbrıs’ta Elen faşizminin yok etmek istediği ama başaramadığı Kıbrıs Türk toplumunu, kim ya da kimler tüketmiştir?
Cenazeciler ve düğüncüler!
Ülkede gerçek gündem, akaryakıt, elektrik, temel gıda zamları…
Ülkede gündem, enflasyonun, borçların, dövizin yükselişinin vatandaşı canından bezdirmesi…
Ülkede gündem, yoksulluk ve her geçen gün daha da yoksullaşma…
Ülkede gündem işsizlik ve göç…
Ama özellikle de “Güney Kıbrıs’a göç!”…
-*-*-
Peki efendinin gündeminde ne var?
Cenaze!
Domates serası ve bir domatesle fotoğraf çektirme!
Çocuklarla fotoğraf çektirme!
Ve federal çözüm isteyenlere hakaret etme!
-*-*-
Cenaze demişken hemen eklemek lazım…
Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı’nın “cenazeci” ve “düğüncü” oldukları çok iyi biliniyor.
Birkaçı dışında tüm bakanların da…
-*-*-
Çiçekçi açılışı, market kurdelesi kesimi, düğün, sünnet, festival ve cenaze gibi “resmi olmayan” tüm etkinliklere, nasıl gidiliyor?
Cumhurbaşkanı, makam aracı ve korumalarıyla gidiyor!
Meclis Başkanı da!
Peki, akaryakıt, ek mesai ve yeme içme masraflarını kim ödüyor?
Tabii ki vatandaş!
Peki bunun adı nedir?
Adının ne olduğunu boş verin; şuraya bir not düşüyorum, “boğazınızda kalsın”…
Haaa fenasına giden, “Fenasi” abiye başvursun!
-*-*-
Cenaze namazı genelde mesai saatidir değil mi?
Yani bıraktım gitme masraflarını; bunların yapacak işleri de yok her halde!
Olsa, gidemezler!
Gittiklerine göre, işleri yok!
Eğer işleri var ve gidiyorlarsa, “suç” işliyorlar!
-*-*-
Düğünler mi?
Açılışlar ve domates serası ziyaretleri mi?
Cumhurbaşkanı buraya gidecekse, devletin ve vergi mükellefinin parası ile gitmemeli!
Kendi aracıyla gitmeli!
Burası ABD ya da Suriye veya Türkiye değildir!
Bunun hesabını sormayan da iyi bir vergi mükellefi değil, vergi kaçakçısıdır!
Aha bunu da not edin!
-*-*-
Ve bir de dedikodu yazayım; düğüne gittikleri zaman gelin ve damada para da takmıyorlarmış!
İşim yok, kalktım eski Kıbrıs haritalarını inceledim… Doğduğum köy “Gaziveren”in adından söz ederken, “Osmanlılar Ada’ya geldiğinde burada bir Venedikli direnişi ile karşılaşmış ve kumandan, yakın gazilerim viran olsun demiş” diye anlatılırdı… Oysa, 1600’lerin başında basılan bu haritada, bugünkü Gaziveren’in olduğu yerde, “Catinera” diye bir yerleşim yeri var… Bence, Catinera ismi zamanla Gaziveran’a, oradan da Gaziveren’e dönüştürülmüştür. “Tarihimiz hep yalan” diyeceğim ama; neyse…