SEKTÖRÜ BİLE BİLE KRİZE SOKUYORLAR!

Mert Özdağ

Yüksek öğrenimde alel acele, güvelik soruşturması olmadan 3 'ön izin'

Bir süredir ‘üniversiteler’ konusunda ilginç gelişmeler yaşanıyor.
Bir yandan üniversite sayısını artırmak için deyim yerindeyse çıldırmışçasına bir ‘üniversite izni’ dağıtımı sürüyor, diğer yandan da bu durumun sürdürülemez hale geldiğini görenler olanlara müdahale etmeye çalışıyor.
Kimse kusura bakmasın; üniversite izinleri resmen bir pazar haline dönüştürülmüş!   
Neredeyse her iş insanı bu sektörü girmek için çabalıyor.
Bu da yetmezmiş gibi Türkiye’deki vakıf üniversiteleri de Kuzey Kıbrıs’ta faaliyete geçmek için sıra bekliyor.
Peki bu ülke bu kadarını kaldırır mı?
Bu kadar öğrenciye yetecek kadar altyapımız var mı?
Ya da şöyle soralım, yabancı öğrencilerin bazılarının adli suçlara yöneldiği bu günlerde polis teşkilatımız böylesi bir üniversite öğrencisi sayısına, bu nüfusa yetecek donanıma sahip midir?
Olay öğrenci boyutu çok yönlü ele alınıp tartışılmalıdır.

TC’Lİ VAKIF ÜNİVERSİTELERİ KONUSU

Son dönemlerde görüyoruz ki; aslında ‘artan’ öğrenci sayısından öte üniversite sayısı!
Belli ki 'eğitimde kalite' tartışmalarını da beraberinde getiren üniversite sayısı sorunu giderek büyüyecek.
Ülkede geçen dönem faaliyet gösteren 15 üniversiteye, bu yıl Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi ve Arkın Yaratıcı Sanat ve Tasarım Üniversitesi de eklendi, faaliyetteki üniversite sayısı 17 oldu.
Bu iki üniversite de 2017- 2018 eğitim yılı için öğrenci kabul etmeye başladı.
Özellikle en dikkat çekici unsur şu; Türkiye’deki vakıf üniversiteleri ağırlıklı olarak Kuzey Kıbrıs’ta kampus açmak, burada eğitim izni almak için adeta yarışıyor.
Peki ama neden bu üniversiteler ısrarla Kuzey Kıbrıs'ta kampus açmak, burada ticari faaliyet kurmak istiyor?

Bunun nedeni nedir, altında yatan sebep nedir?
Daha önce de yazdım, yinelemekte fayda var!
Aslında eğitim piyasasını kısaca bir yokladığınızda ortaya şöyle bir durum çıkıyor:
Türkiye’deki vakıf üniversitelerinin vakıf olmaları nedeniyle bütçe kalemlerini harcama noktasında çok ciddi sınırlamaları var.
Maruz kaldıkları ekonomik baskı ortamı onları daha serbest ticari faaliyet yapabilecekleri, çok daha rahat hareket edecekleri, denetimden uzak bir ortama itiyor…
O ortam da Kuzey Kıbrıs…
Türkiye’de vakıfların bütçe harcamalarının belli sınırları var ve bu sınırlar dışına da çıktıkları takdirde de ciddi cezalara maruz kalma durumları var.
Örneğin; geçen yıl Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin kontenjanları azaltıldı, bu yıl Nişantaşı Üniversitesi’nin kontenjanları % 40 oranında azaltıldı, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin de % 32 oranında kontenjanları azaltıldı.
Bu azaltılmaların yapıldığını araştırdığımızda söylenen; ‘bütçe harcamalarında usulsüzlükler tespit edildiği için kontenjanlarının azaltılmış’

…Tüm bunlar yaşanırken geçtiğimiz hafta Eğitim Bakanlığı bünyesinde toplanan Ön Değerlendirme Kurulu 3 yeni üniversiteye daha ön izin veriyor!
“10 yıl üniversite açılmasın” tavsiyesi getiren ‘yasa önerisi’ önümüzdeki hafta meclis genel kurulunda görüşülecekken yangından mal kaçırırcasına alel acele 3 şirkete daha ön izin vermenin anlamı nedir?
Üstelik bu üniversitelerin güvenlik soruşturması henüz tamamlanmamış!
Hatta ve hatta güvenlik soruşturmalarına ilişkin resmi talep yazısı daha dün İçişleri Bakanlığı’na ulaşmış!

 

Mış diyorum, çünkü elbette bu bilgi teyide muhtaç, piyasada konuşulanlar arasında.
Söz konusu vakıflar üniversitelerinin yurtdışında bir üniversite açmak, ya da bir kampus oluşturmak için Kıbrıs adeta bir arka bahçe…
Zira denetim açısından, özellikle de mali denetim açısından çok daha rahat oldukları kesin.
Burada yaptıkları sözleşmelerin uygulanabilirliğini, mali konuların içeriğini YÖK ya da Türkiye’deki herhangi bir kurumun denetlemesi imkanlar dahilinde değil.
Hal böyle olunca da burada çok daha esnek para aktarma ve kullanma alanına sahip bu üniversiteler…
Bir nevi, “offshore üniversitecilik” ortaya çıkmış oluyor.

*  *  *

İZİN SÜRECİNDE İLGİNÇ İŞLER

Aslında bir başka dikkat çekici durum da  'izin' sürecinde yaşanıyor.
Eğitim Bakanlığı’ndan 'ön izin' alan ve herhangi bir girişim yapmayanlar!
Bu konuda da çok ciddi iddialar ortada dolaşıyor.
Kimi iş insanlarının 'üniversite açma ön izni' alıp bunu İstanbul'da pazarlamaya çalıştıkları iddia ediliyor ki, bu durum tüyler ürperten cinsten!
Açma izni almakla iş bitmiyor, size bir süre veriliyor pek tabii…
Eğer izin almışsanız 2 yıl içerisinde bir faaliyetiniz olması gerekiyor.
Bu sürede bir faaliyet içerisinde girişmemizseniz eğer, izninizi iptal edilmesi elzem.
Son izin alan grubun henüz o süresi tamamlanmadığı biliyoruz.
Ama daha önce ön izin alan grubun son 2-3 aylık dönemi kaldığı da biliniyor.
Özellikler bir tanesine YÖDAK tarafından uyarı yapıldığı söyleniyor.
2 ay sonra bu ön izin alanların ne yapacağı merak ediliyor.
Bu kısa sürede bu izinleri satacaklar mı?
Yoksa başka türlü bir mesleki ortaklık sürecine mi girecekler, bu izinler başka ortaklar tarafından mı kullanılacak?
Yoksa normalde olması gereken mi olacak? İzinleri iptal mi edilecek?
Bilemiyoruz!
Burada yasal bir boşluk olduğu da söyleniyor.
Yani X kişiye üniversite açma izni veriliyor, bu kişi geçen zamanda hiçbir faaliyete girişmiyor, daha sonra kendisine yabancı bir ortak buluyor ve ortak bir şirkete dönüştürülüyor.
Yasa buna imkan veriyorsa, bu durum da çok yanlış!
Malumunuz; her başvuru kendi özelinde değerlendirilen bir durumdur.
Böyle bir durumda YÖDAK'ın esas görevi olan denetim noktasında ciddi bir boşluk ortaya çıkar.

*  *  *

Hatırlayınız, Annan Planı sonrası inşaat patlaması olmuştu, dağlar taşlar evle dolmuştu.
Şimdi de belli ki bir üniversite patlaması yaşanıyor.
Bazı iş insanları üniversite açmak için başvuruyor, ama gerçekten niçin başvurduklarını kestirmek zor.
Gerçekten gaile eğitim mi?
Yoksa sadece ticari kaygılarla mı bu işe girişiyorlar?
İddia edildiği gibi izinler satılık mı?
Niye bu üniversite başvurularında bir patlama var?
Ve niye İstanbul merkezli özel üniversiteler de Kuzey Kıbrıs’ta üniversite izni almak için özel bir gayret sarf ediyor diye durup dikkatlice düşünmemiz gerekiyor.
Bizim şu noktada olmamız lazım; mevcut kurumlarımızı korumamız ve artık eğitim kalitesine eğilmemiz gerekiyor.

*  *  *

BİR TOPLANTI, 3 ÖN İZİN

Tüm bunlar yaşanırken geçtiğimiz hafta Eğitim Bakanlığı bünyesinde toplanan Ön Değerlendirme Kurulu 3 yeni üniversiteye daha ön izin veriyor!
“10 yıl üniversite açılmasın” tavsiyesi getiren ‘yasa önerisi’ önümüzdeki hafta meclis genel kurulunda görüşülecekken yangından mal kaçırırcasına alel acele 3 şirkete daha ön izin vermenin anlamı nedir?

Üstelik bu üniversitelerin güvenlik soruşturması henüz tamamlanmamış!
Hatta ve hatta güvenlik soruşturmalarına ilişkin resmi talep yazısı daha dün İçişleri Bakanlığı’na ulaşmış!
Yani güvenlik soruşturmadan verilen bu 3 ön izinle murat edilen nedir?
 Kısacası dostlar, üniversite sayısını artırmakla daha çağdaş, daha modern bir toplum olmazsınız.
Üniversite sayısını artırmakla öğrenci sayısı da artmaz!

Dikkatinizi çekerim; bu yıl 2 üniversite daha sisteme girmesine rağmen, öğrenci sayısı bir önceki yıla göre % 9 azaldı.
Pasta artık büyümez, mevcut pasta yerinde kalır, dilimler küçülür, küçülen dilimler de kimseye yetmez, durum geriye gider ve 'bankalar krizi' gibi bir 'üniversiteler krizi' yaşamamıza neden olabilir.
Yani bir süre sonra üniversitelerin batma-kapanma dönemi ile karşı karşıya kalabiliriz.

Herkesin şapkasını önüne alıp düşünmesi gerekiyor.
Yani sayı artırmak mantıklı değil, gerçekçi değil, doğru değil…
Yapılması gereken artık öğrenci ve eğitim kalitesi üzerine çalışmak ve mevcut üniversitelerin dünya standartlarına yakın seviyeye çekilmesini sağlamaktır.
Gerisi durumu bile bile krize sokmaktır, başka bir şey değil.