Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” sayfasında bu kez Sema Niyazi’nin Lefkoşa’dan Avustralya’ya uzanan öyküsünü kaleme almış... Akademisyen, grafik sanatçısı ve araştırmacı yazar arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle’in yazısını okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, özetle şöyle yazıyor:
*** Sema Niyazi Asiltürk, Lefkoşa-Kıbrıs’ta 7 Eylül 1944 tarihinde dünyaya gelmişti... Annesinin adı Şifa (evlenmeden önceki soyadı Tahsin), babasının adı Kemal Asiltürk idi... Küçük kızkardeşi Seval ise 30 Ekim 1949’da dünyaya gelecekti... “Evimiz, Lefkoşa’nın antik surlarının hemen dışında bulunan Köşklüçiftlik bölgesindeydi” diye anlatıyor Sema Hanım bana... “Tam da Ledra Palace yakınındaydık, Girne Kapısı’ndan uzakta değildik... Arka penceremizden baktığınızda, Girne dağlarını görürdünüz... Çocukken o dağlarda ailemle birlikte pek çok kereler gezmeye ve pikniklere gittiğimizi hatırlarım. Sinemaya da giderdik... Lefkoşa’da dedemin Türk hamamının arkasındaydı sinema... Ben büyürken Lefkoşa o kadar da kalabalık değildi... Eğer şimdi oraya gidecek olsanız, hiçbir şey göremezsiniz. Her taraf bina doldu, bu da çok üzücü bir şey...”
*** “Lefkoşa’da büyüdün, neler hatırlıyorsun?” diye soruyorum Sema Hanım’a... “Sessiz-sakindi ortalık” diyor... “Başlangıçta çocukluğum çok güzeldi... Bize gelen hediyeler arasında bulunan bebeklerimle ve toplarımla oynardım... Evimizin bulunduğu yolun karşısındaki tarlada erkek çocuklarla futbol da oynardım. Tam olarak nasıl futbol oynandığını bilmediğim için her zaman kaleci olarak oyunda yer alırdım. Yaz aylarında Ledra Palace’tan gelen canlı eğlence ve müzik seslerini duyardık. Konser verdiklerinde pencerelerimizi açardık, böylece müziği duyabilirdik. Bazan da danseden insanlar görünce, biz de dansederdik...”
*** Sema’nın eniştesi Fevzi Akarsu, Kıbrıs’ta meşhur bir fotoğrafçıydı ve evinin üstünde büyük bir stüdyosu vardı... (Sema Hanım’ın halasının kızı olan Sevil Hanım’la evliydi Fevzi Akarsu – S.U.)
“Eniştem Fevzi Akarsu’nun her zaman canlı müzik yapılan partiler verdiğini hatırlarım. Arkadaşları ve tanıdıkları hep zengin şahıslardı ve amcamın partilerine geldiklerinde her zaman çok şık giyinirlerdi...”
*** Sema Hanım’a göre Lefkoşa’da Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar arasındaki ilişkiler başlangıçta çok iyi ve dostaneydi. “Ben Lefkoşa’da büyürken, herkes iyi geçinirdi. Ailemde herkes Rumca konuşabildiği için, Rum komşularımızla çok rahatlıkla iletişim kurabiliyorduk. Ben her gün okula kızkardeşim Seval’la birlikte yürüyerek giderdim. Bir gün okula doğru giderken postanenin yanından geçiyorduk ki postanenin köşesinin havaya uçurulmuş olduğunu gördüydüm. Şoke olmuş vaziyette öylece kalakalmıştım... Postane, mahkemelerin karşısındaydı... Lefkoşa’da olayların başladığı dönemdi bu... Olaylar başlamadan önce, herşey çok şahaneydi...”
*** Sema Hanım’ın babası Kemal Bey, usta bir elektrikçiydi ve Lefkoşa’da dükkanı vardı. Esas işi, Lefkoşa ve civarında yapılan yeni evlere elektrik tesisatı döşemekti. “İnsanların idare lambası falan kullandığını hiç hatırlamam... Yaşadığımız yerde çoğu evde elektrik vardı” diye anlatıyor. Kemal Bey ayrıca kısa süreliğine yarı-zamanlı bir polis olarak da çalışmıştı. Gençliğinde Lefkoşa’daki İngiliz Okulu’na gitmişti, o nedenle İngilizce biliyordu. Sema Hanım’a göre babası çok iyi eğitim görmüş, seçkin bir insandı...
*** Bir elektrikçi olarak Kemal Bey geçinmekte zorlanıyordu çünkü müşterilerinin çoğu onu ödeyemiyordu... “O günlerde” diye anlatıyor Sema Hanım, “herşey veresiye idi... Babam işi yapar, tamamlardı, müşterileri de ona ‘Seni sonra ödeyeceğiz Kemal’ derlerdi. Babam bu nedenle çok huzursuz oluyordu. Ancak ne yapabilirdi? Para olmadan ailesini nasıl geçindirebilirdi? Dükkanının kirasını ve evimizin ipoteğini nasıl ödeyecekti?”
*** Mali durumu nedeniyle kaygı içerisinde Kemal Asiltürk, Sydney’deki bir arkadaşıyla temasa geçerek oraya gidebilmesi için kendisine vize almasını istedi. 32 yaşındaydı... “Babamın arkadaşı onu Avustralya’da iyi bir hayat olduğuna ve Ağustos 1954’te adadan ayrılabileceğine ikna etmişti. Babam adadan ayrıldığında ben neredeyse 10 yaşındaydım. İş ve kalacak yer bulduktan sonra bizi de bir yıl kadar sonra yanına getirtmeyi planıyordu... Avustralya’ya vardıktan sonra, arkadaşının evinde kalmaya başladı, bu ev Mosman varoşlarındaydı. Evin arkasında bir garaj vardı ve babam o garajda kalıyordu. Kısa süre sonra Chippendale’de “Tooth and Co” bira fabrikasında iş bulmuştu...”
*** Kemal Bey Avustralya’ya göç ettikten bir sene sonra Sydney Limanı Köprüsü’nde meydana gelen trajik bir kaza, hayatını altüst edip tamamen değiştirecekti... Sema Hanım olanları aktarıyor: “Kaza meydana geldiğinde babam motosikletiyle işten eve dönmekteydi... Kamu taşımacılığına muhtaç olmasın diye işe gidip gelirken kullanmak üzere bir motosiklet satın almıştı. Sydney Limanı Köprüsü’nde şerit değiştirirken bir araba ona çarptı, motorundan yere düştü ve bacağının kemikleri kırıldı... Motosiklet, bacağının üstüne düşmüştü. Çok ciddi bir kazaydı bu... Her neyse, derhal Mosman yakınlarındaki bir hastaneye kaldırıldı, orada onu tedavi etmeye çalıştılar... Bana anlatılanlara göre, bacağını kesmek istemişlerdi. O kadar kötü ezilmişti kemikler... Kazadan sonra babam artık yürüyemiyordu... On sene boyunca koltuk değnekleriyle yürümek zorunda kalmıştı...”
*** Şu talihin cilvesine bakın ki Kemal Bey tam da Mosman’daki Mater Misericordiae Hastanesi’nde tedavi görürken, Göçmen İşleri Bakanı Bay Harold Holt’un da orada bir hasta olarak bulunduğunu keşfedecekti... “Babam nörslere Harold Holt’u görmeye götürsünler kendini diye yalvardı, böylece ona bizi Kıbrıs’tan getirtmek için ricada bulunabilecekti... Bay Holt’a kendisinin bir kaza geçirdiğini, Sydney’de yapayalnız olduğunu ve kendisine bakacak kimse olmadığını anlattı. ‘Karım ve çocuklarım Kıbrıs’ta sıkışıp kaldılar, orada bir iç savaş yaşanıyor... Onları buraya getirtmeliyim” dedi ona. Bay Holt onu dinledi ve “Kaygılanmayınız, ben elimden gelen yardımı yapacağım” diye konuştu. Ve öyle de yaptı. Canberra’ya telefon ederek vizelerimizi yoluna koydu. Bu adam ailemize gerçekten çok ciddi biçimde yardım etti. Daha sonra Avustralya’nın Başbakanı olacaktı ve Victoria’da bir gün yüzmeye gittiğinde trajik biçimde kayıp olacaktı... Her gün sahilde yüzmeyi seviyordu. Büyük bir arama yaptılar ama onu bulamadılar. Onu bir köpek balığı mı yemişti? Boğulmuş muydu? Bugüne kadar hiç kimse de ona ne olduğunu bilmiyor...”
*** 1956 yılının Şubat ayında Sema, annesi ve kızkardeşi Seval’la birlikte babasına gitmek üzere Kıbrıs’tan ayrılacaktı... “Seval’la birlikte bavullarımızı toparlamamız için anneme yardım ettiğimizi hatırlıyorum. Kıbrıs’tan ayrılmak konusunda ikircikliydik. Bir yandan yurdumuzu bırakıp gideceğimiz için üzgündük ama öbür yandan gidip babamızı bulacağımız için de mutluyduk... Ninem çok ağlıyordu, adadan ayrılacağımız için. Annem ise “Üzülme anne... Birkaç yıllığına gidip geri döneceğiz” demişti ona. Sonra da Leymosun Limanı’na gitmiştik gemiye binmek için. “Tazmanya” idi geminin adı, eski bir Yunan kargo gemisiydi ve yolcu gemisine dönüştürülmüştü. Denizin bir mil açığına demir atmıştı. Rıhtımdan küçük bir tekneye valizlerimizle birlikte binerek gemiye gitmek zorundaydık, sonra da Tazmanya’ya tırmanmak için büyük bir merdiveni tırmanacaktık...”
Kemal Bey, Bay Holt'un hastanedeki yatağının yanında otururken...
(TALES OF CYPRUS’ta yayımlanan Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
(Devam edecek)