‘Semboller’in sırtında ‘düşmanlık’

Cenk Mutluyakalı

Yüzyıla iz bırakmış savaş fotoğrafları vardır. Canı epeyi yanmıştır dünyanın.
Vücudu çıplak genç bir asker başında denizci kepiyle, dikiş makinesi önünde üniforma diker.
Sene kaçtır bilmem.
O üniformaları giyenlerin acaba kaçı geri dönmüştür, ayrıldığı limana?
1942’nin kadınları örneğin, 2 milyondan fazla savaş malzemesi üretmiştir ve bir o kadar ana evladını vermiştir toprağa...
Evet, kendi elleriyle...
Vietnam savaşında silahların karşısında elinde bir çiçekle duran kadının fotoğrafı, en az ağlayan çocuk portreleri kadar meşhurdur.
Kıbrıs’ın evlerinde epeyce vardır; sarı saçlı, gözü yaşlı, deniz bakışlı çocuk.
Ve nice çocuğun usulca döktüğü gözyaşı, senelerdir akar durur geride kalan evlerin duvarlarında...

***

Azeri ressam Agayev’in bir düzenlemesiydi sanırım.
Vietnam’da çatışmadan kaçan çocukları renklendirmişti.
Savaş çocuklarının ellerine uçurtmalar vermiş, yüzlerdeki korkuyu silmiş,  yerine gülüşler çizmişti.
Peşlerinden yürüyen askerleri yolun iki yanındaki tarlalara “korkuluk” diye yerleştirmiş, çıplak koşan kızı giydirmişti.

***

Elbette geçmişi fırça darbeleri ile renklendirmek kolay olmaz.
Hayat peşinizden koşar.
Bellek seçicidir, kimi anları hiç unutmaz, kimini çarçabuk siler hafızdan.
Ama bir de ezberletilmiş, hatta dayatılmış öğretiler vardır.
Çoğaltılan “düşmanlıklar” vardır ne yazık, sevinçler yerine...

***

“Savaş” ve “insan” sözcüklerini yan yana getirdiğiniz zaman ilk akla gelen “kurban” olur.
Savaş kurbanlarını andık, geride bıraktığımız haftada…
Epey fazladır sembol günlerimiz, simgesel tarihlerimiz, yıldönümlerimiz.
Kimileri bu günleri bekler elinde kazma kürek, avuç avuç kin, torba torba nefret...

Kıbrıs adasının dört bir yanında, çatışmalarda yitmiş insanların sırtından büyütülür düşmanlık.
Çocukların omuzları taşımaz olmuştur onca yükü.

***

50’ler... Böyle başladı...
İlk bir polis çavuşunu vurmuşlardı, Baf’ta. Keman çantasından çıkmıştı silah. “Kana kan” diye yürüyüşler düzenlenmişti.
İnsanlar çok önceden kışkırtıldı.
Düşmanlık körüklendi.
“Yapmayınız, etmeyiniz, bunun sonu acıdır” diyenler susturuldu.
70 sene geçti neredeyse üzerinden...
“Katiller” yaşadı, “masumlar” öldü.
Ve “nefret” adlı çirkin yaratığı “suskunlar” büyüttü.
Ölen insanların hatırası unutulmaz, sevenlerinin acısı teselli bulmaz elbette.
Ama katiller, düşmanlığı öğretenlerdir.
Savaşın ve milliyetçiliğin kurbanıdır, üzeri bayrakla örtülenler...

***

İnsanlar kayboldu, insanlar öldürüldü, insanlar kovuldu evlerinden, insanlar ya çocuklarını yitirdi, ya çocukluklarını.
Şimdi halen “semboller”ün sırtına “düşmanlıklar” yüklüyor kimileri...
Yapmayınız be, ne olur, yeter!
Savaş barışı üretmeli...
Barışı özletmeli onca acı...
Ve birbirine hiç kurşun atmamış hatta henüz birbirini tanımamış körpe beyinler korunmalı kinden, hınçtan, nefretten, düşmanlıktan.

Çocukların ellerine uçurtmalar yakışıyor.
Düşmanlık yerine, gökyüzünü öğretmeliyiz onlara...
Yaşamak... Birlikte...
Ölmek ya da öldürmek yerine...


Notçuklarım

-Gecenin 11’inde bana ‘özel’den mesaj gönderen Bulut! Bir ‘seçim’ için cilveleşmenin sırası mı şimdi?

-Kapının altından ‘paket servis’ kağıtları atılırdı eskiden! Düğün davetiyeleri… Bir de su faturaları... Son iki haftadır “aday kartviziti” geliyor, ha bire!

-Becerikli’nin şarkısı geldi ansızın aklıma, “kelleyi koydum fırına.”

-“Gezici Trencik” projesine bayıldım Lefkoşa Belediyesi’nin, hele de içinde çocukları görünce… İyi işi takdiri hak eder...

- ‘Avukat’ başardı!
Hem siyasetini yaptı, hem de iyi bir para koparttı...

-“Seçime 15 gün kala benim tespitim.
Bu seçimde sandıkta imtihan olacak olan adaylar değildir.
Bu seçimde imtihan olacak olanlar seçmenler, yani halktır.
Bu kadar yolsuzu, hırsızı, rüşvetciyi yeniden Meclis’e gönderirler mi göndermezler mi?”

[Mehmet Süleymanoğlu]

-Yeni dönem MECLİS’te, ‘engelli’ insanlarımız olmalı, vizyon sahibi, kültürlü, yetkin engellilerimiz... Ama olmalı mutlaka.
Bu ülke onların gözünden bir farkındalık yaşamalı...