Oyuncu, yönetmen, öğretim görevlisi Ali Düşenkalkar ile Röportaj
Asu Demircioğlu
asumdemircioglu@gmail.com
Geçen sayıdan devam...
Yıllar içerisinde başarılı oyunculuğunun yanında oyun yönetmeye başladın. Özel Hayatlar (2010), Yaşar Ne yaşar Ne Yaşamaz( 2004)...
- “Özel Hayatlar” Adana Devlet Tiyatrosunda, evet. Trabzon Devlet Tiyatrosu, Adana Devlet Tiyatrosu, Bursa Devlet Tiyatrosu, Kocaeli Şehir Tiyatrosunda “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”ı yaptım. Bir de İzmir’de Kenan Işık rejisinin yardımcı yönetmenliğini ve İstanbul’da 7 yıl oynadık onu galiba, ama aralıklarla. Kenan Işık’ın yardımcı yönetmeni ve yönetmen yardımcısıydım. Bütün tekrar çalışmasını ben yapıyordum. Oyuncular değişse bile ben yapıyordum. Son bir hafta, on gün şöyle bir bakardı Kenan Işık hepsine.
Fakat aradım aradım, benim Trabzon’da provasını seyrettiğim oyunu bulamadım. Sınıf arkadaşım Durukan oynuyordu ve aynı dönemden başka arkadaşlarım. Ya ben iyi araştıramadım ya da sohbetimizin başında konuştuğumuz gibi internet olayı, bilemiyorum.
- Belki benden kaynaklanıyor olabilir. Ben de atlamış olabilirim. Yazmayı unutmuş olabilirim. Bir film jüri üyesiydim. İnternetten öz geçmiş almışlar. Benim öz geçmişim ama benim olmadığım yerler var mesela. Benim bilmediğim meselelerin içine girdiğimi anlıyorum orayı okuduğumda, benim öz geçmişimde. Dedim ki “keşke sorsaydınız”. Bir terslik olmuştur.
Hanımın Çiftliği, Ezo Gelin, Kaç Para Kaç, Devrim Arabaları, Hayat Sevince Güzel gibi diziler ve filmlerle yoluna başarıyla devam ederken, tiyatro seyircisi dışındaki başka bir izleyici kitlesine de ulaşmış oldun.
- Evet çok önemli. Gerçekten öyle. Tiyatro oyuncusu için, aktör ve aktrisler için dizi sektörünün tanınması çok önemli. Oradan beslenmek. Oradan beslenmiyorum. Yani “ben tanınmış biriyim, ünlüyüm” gibi bir derdim yok. Başlarda söylediğim ilk sorunun içinde hümanizm meselesi vardı; yani bakkaldan, kasaptan, manavdan ya da bankada çalışan memurdan farklı düşünmem aslında. O benim işim. İşimin getirdiği bir payda. O paydayı sindire sindire kullanmakta yarar var. Sindiremeyenlerin hali ortada. Bu konuda bir şey söyleyebilirim; yelpaze olarak sektöre yaydığında seslendirme benim için çok önemli yer tutar. Seslendirme önemli diyorum çünkü beni seslendirme ile çok insan tanıyor... Benim yaptıklarımın ilk versiyonlarını anneleri babaları seyretmiş. Yani annelerini babalarını büyüttüğüm bir jenerasyon var artık; seslendirmeyle büyüttüğüm, sesimi tanıyanlar. Çizgi film “Vikingler”in ilk gösteriminde bir Vikingi konuşturuyordum. Aaa diyorlar ilk “Şirinler”. Aaaaaa diyorlar “Heidi”nin ilk versiyonu; Peter’i konuşuyordum orada. Şimdi onları konuşmuyorum, değişti mesela.
Can Gürzap ve Arsen Gürzap’ın kurucuları olduğu diksiyon okulunda fonetik dersleri verdin.
- Hocalarımın açtığı o okulda ders veriyorum. Bir şirketleri var İstanbul’da. Çok önemli bir okul, drama ve konuşma dersleri veriyorum. Oyunculuk dersi veriyorum.
Bu arada radyo tiyatrosu, radyoda arkası yarın, belgeseller, sinema filmleri…
-Arkası yarınlar, radyo tiyatrosu, radyoda roman okumalar. Bunlar beni çok besler. Çok güzel anılardır onlar ayrıca. İstanbul Radyosunda arkası yarın yönetmenliği yapıyorum artık.
Nutuk’la yurt dışında Türklere ulaştın…
-Amerika, Kanada, Almanya, Londra’da “Söylev”i okudum. En önemlisi benim için, 29 ekim 2000 yılında Birleşmiş Milletler Konferans Salonunda “Söylev”i Türkiye Cumhuriyeti Büyük Elçiliğinin himayesinde davetli olarak okudum; Atatürk’ün nutkunu. O bir gösteri aynı zamanda. Yaklaşık 90 dakika sürüyor görsellerle beraber; saydam gösteri eşliğinde. Bir anlatıcı arkadaşım var, olaylar arasındaki bağları anlatıyor. Ben de olduğu gibi Atatürk’ün yazdığı Nutku seslendiriyorum.
Peki ödüller desem…
- Ne güzel derim. Ödül güzel şeydir. Çünkü beğenilmek demektir ödül. Evet ödüller var. Sinemada da var, tiyatroda da var, oyunlarda da var. Çok hoş bir şey…
Oyunculuk, yönetmenlik, diziler, sinema, öğretmenlik, seslendirme, belgeseller. Ben sayarken yoruluyorum, yok yok. Ama yine de insanın aklında kalır ya, “şunu da yapsaydım” dediğin var mı?
- Evet var. Ne var biliyor musun? Benim sana soru sorma hakkım var mı röportajda?
Yok, kendimi korumak zorundayım…
-Tabii kendini koru, ama öyle bir şey değil. Ben de bir soru sormak isterim sonra. Senin sorunla ilintiliydi. Bir çeşit cevap olacak çünkü.
Peki…
Yapmak istediğin ne var?
- Hiç iş güç derdi olmadan balık yakalamak isterdim. Oltayı İstanbul Boğazından savurup balık yakalamak isterdim. Çok uyumak isterdim. Tembellik yapmak isterdim. Öykündüğüm bir şey değil bunlar ama, ben de yapmak isterdim. Yapamıyorum bunları. Sana sorumu ben sorayım, istersen yanıtla, istersen yanıtlama . Biraz önce saydın işte; o var, bu var, dizi var, sinema var, belgeseller var, belgesellerin seslendirmeleri var.
Şimdi Kıbrıs’ta Lefkoşa, Girne Mağusa, Lefke ve Omorfo’yu kapsayan dört bölümlük bir belgesel çekimi var. İZ TV de yayınlanacak. İZ TV Türkiye’nin tek belgesel kanalıdır. Bu kanal Digitürk’te. Özel bir kanalın içinde yayınlanan bir belgesel kanalı olduğu için adını rahatlıkla söylüyorum. Ticari bir yapısı yok çünkü. Ben de bu yüzden destek veriyorum onlara. İZ TV’ye bunu çekiyoruz. Bu haftada Mağusa’yı çektik. Mağusa’yı çektik diyorum ama bir çok terslikle karşılaştık. İnsanlarımız hoşgörülerini yitirmişler. Biraz o anlamda şikâyetçiyim .
Ben sorumu sorayım mı? Biraz önce dedin ya hani “sinema var, dizi var, tiyatro var, belgesel var, ödüller var, o var, bu var, şu var”. Senin bir sorun olmuştu. “Neden okulu bitirdin ve düşünmedin Kıbrıs’a dönüşü”. Düşünseydim bunlar olur muydu? Olma olasılığı var mıydı Asu?
Deli gibi hazırlandığım röportajın en zor sorusu bana sorulan oldu sanırım …
- Evet, yok böyle bir şey. Kıbrıs’ta şöyle bir alışkanlık var; başarı haset olmamalı, kıskançlık olmamalı. Kıskançlık insanın içinde vardır. Her insan kıskançlık yapabilir. Bir arkadaşının başarısını kıskansan bile onur duy. Sen de yüreklendir ama haset etme. Başarıyı ağzının kenarıyla büzüp atma.
“Sen benim kadar çalışmadın kardeş, onun için konuşma” diyorum ben de. “Sen benim kadar çalışmadın onun için konuşma. Sen benim kadar emek sarf etmedin, sus”. Ben çok net konuşuyorum artık.
Yeni projeler var mı?
- Var. Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosuna bir oyun sahneleyeceğim. Sadece tiyatro da oynamayacak. Ortak bir prodüksiyon olacak. Kocaeli Şehir Tiyatrosuna bir oyun hazırlığındayım. Oyunu seçme aşamasındayız. Genel sanat yönetmeniyle görüşüyoruz.
(Sohbetimizden sonraki günlerde İzmit’te oyunun seçildiği ve provaların başladığını sizinle paylaşmak isterim.)
Çok takip edemediğini biliyorum ama Türkiye’ye turneye gittiğimizde denk geldiği zamanlarda bizi yalnız bırakmadığını, oyunlarımızı izlediğini biliyorum. Kıbrıs’taki tiyatroyla ilgili neler söylemek istersin?
- Biraz uzak kaldım. Gerçi istiyorum seyretmek, fakat denk gelmedi. Çünkü kısıtlı sürelerde geliyorum. Gelip 10 gün, 15 gün falan kalamıyorum Kıbrıs’ta. 2-3 gece kalabiliyorum. Bir takım sorumluluklar oluyor. Onları yerine getirmeye çalışıyorum. Arkadaşlarımla buluşup yemek yemek benim için Kıbrıs’a geliş nedenim mesela. Çıkıyorum, geziyorum, yemek yiyorum, sohbet edip dönüyorum
Kıbrıs’ta açılan üniversiteler var ve bazı üniversitelerde oyunculuk eğitimi veriliyor. Bu konudaki görüşlerin nelerdir? Hani bir teklif gelse değerlendirmeyi düşünür müsün?
- Böyle bir teklif değil ama böyle bir görüşme var. İstanbul’da Bahçeşehir Üniversitesi İleri Oyunculuk Bölümü yüksek lisans koordinatörlüğünü yapıyorum ve konuşma, diksiyon, oyunculuk dersleri veriyorum. Kıbrısta’ki Bahçeşehir Üniversitesi ile geçen ay bir geceliğine gelip görüşmüşlüğüm oldu. Bir öğretmenim vasıtasıyla sohbet ettik neler yapılabilir diye. Önümüzdeki zamanda bir çalışma yapılacak herhalde. Ben de bekliyorum, fizikî koşulların oluşması lazım çünkü çalışma ve prova salonu, soyunma odaları. Şöyle anlatıyım; cevabı biraz çuvaldızı kendime batırarak Türkiye’den örnekleyerek vereceğim. Kıbrıs’tan örnek vermeyeceğim. Türkiye’de bugün 42 tane tiyatro okulu var üniversitelerde. Her yıl bu tiyatro okulları ortalama diyelim 10 mezun verse 420 tane oyuncu demektir. Her yıl 420 oyuncunun arenaya çıktığını düşünelim. Yaşam mücadelesinin başladığını anlayalım. Kaçı tutunabiliyor? Kaç tanesi iş buluyor? Yani Kıbrıs’ta üniversiteler okul açıyor ama siz bu üniversitelerin her hangi birinde alternatif bir eğitim verildiğini duydunuz mu? Kıbrıs’ta çoğunluğu sahneye hiç çıkmamış akademisyenlerle yapılıyor eğitim. Sahneye çıkmamış akademisyenden nasıl bir eğitmen olacak k? O duyguyu yakalaması gerektiğini nasıl anlatacak ki öğrenciye? Nasıl bir yaklaşımla? Teknik yapı ya da ses kullanmamış, bilmiyor. Nasıl anlatacak ya? Anlatamaz.
Çeşit çeşit güzel lezzetli yemeklerin olduğu bir masadayız. Ve sen anlatırken ben de dayanamayıp masada ne var ne yok hepsini bitirmek üzereyken sormak istedim; en sevdiğin Kıbrıs yemekleri hangileri?
- Şeftali kebabı, molehiya. Başka da var tabii ama daha… Çiçek dolmasını, kolakası özlemle arıyorum. Bulduğumda alıp götürüyorum. Anneme yapmasını rica ediyorum.
Lefkoşa’lısın ama Kıbrıs’ta yaşamak için tercihin neresi olurdu? Girne, Lefke, Magusa, Lefkoşa?
- Lefkoşa’dayken Girne’yi özlüyorum. Lefkoşa böyle bir şey…
Girne’deyken peki?
- Bir yer özlemiyorum. Ama zaman zaman, belli noktalarda İstanbul’u düşünüyorum.
Hayatını değiştiren en önemli olay desem?
- Oğlum. Evet, iki defa düşünmek zorunda kalıyorsunuz yapmanız gereken hamleyi, oğlunuzun geleceği için. Çünkü bu sorumluluğu kabul edip başladığımızda işe yalnız değilsiniz artık. “Onun geleceğini sağlamak, yaşamını yapılandırmak için daha nasıl, ne yapabilir, neler üretebilirim” diye düşünmeye başlıyorsunuz. Ekonomi anlamında ya da yapmak istediğiniz hareketlerde bir otokontrol geliştiriyorsunuz onun yarınını, geleceğini düşünmek adına.
Bir de ansızın, hiç beklenmedik zamanda seni, aileni, sevenlerini şok eden bir kalp ameliyatı geçirdin?
- Evet, evet öyle. Bir kontrol sırasında. Kontrolleri de geçmişim. Yani eforlu alette testler yapılmış, dayanırlılık %74 başarı sağlamış. Koşmuşum, ritimler tamam. Hiç bir şey yok. Kandeğerlerimi ve bütün diğer değerleri önce bir diyetisyen, sonra başka bir doktor, sonra da kalp mütehassısı yorumladı. Yorumlarken “ya, ben budan huylandım” dedi. “Ne var, neden huylandın” dedim. Çünkü, babamın kalp ameliyatından sonra ansızın bir kalp mütehassısıyla karşı karşıya kalıyordum. Babam da bypas olmuştu, oradan biliyorum. Merak, korku, tedirginlik kapladı birdenbire beni. “Ya, bir renkli film çektirmek istiyorum” dedi. “Emar için bir makineye gir bakalım”. İki gün içinde bir emar çektirdim. Emar merkezindeki doktor pazartesi yapabileceğini söyledi. Beni görünce tanıdı. Yarım saat sonra telefon ettiler, “sizi bekliyoruz” dediler. Geri döndüm telaşla. Emarı yorumlayan, raporunu yazan doktor “Ali Bey, ben doktorunuzla görüştüm, hastane karşıda, sizi bekliyor, mutlaka görüşmesi gerekiyor” dedi. “Belki de yatıracak sizi” dedi. Her şey bir anda oldu. Öyle bir çırpınışla şey diyorlar ama bir tazeleme. Rektifiye oldu, yenileme diyorlar. Ben bir yenileme gibi hissetmedim ama tıbbi olarak her an ölebileceğimi söylediler. İşte bypasla da bunun ortadan kaldırılacağını. “Beleşe yaşamışsın bu güne kadar, yani çok şanslısın” dediler. Sağlıklıyım şimdilik. Sağlık çok önemli ama bunu ameliyattan çıktıktan sonra çok daha iyi anladım. Biz sağlığımıza hiç dikkat etmiyoruz, iyi bakmıyoruz kendimize. Bu anlamda bir parça tembel değilim, ama ihmalkârım. Ama bunların “yaş aldıkça” denir ya, yaş aldıkça daha da ağırlaşacağını biliyorum. Daha dikkatli davranacağımı biliyorum.
Kalp ameliyatı sonrasında insanın kişiliği değişirmiş derler. Mesela sakin bir insanken sinirli biri olunabiliyormuş. Neşeliyse daha ciddi oluyormuş insan. Kendinde böyle bir değişim hissettin mi?
- Evet, çevreden böyle bir uyarı var bana karşı. Çok çabuk sinirlendiğimi söylüyorlar artık. Özellikle trafikteki davranış şekillerimde bir sıkışıklık yaşadığımı hissediyorum ben de. Bir anda böyle İstanbul trafiğini düşünürsen daha çabuk celâlleniyorum. Ama yapmamak lazım. Daha sükûnetli davranmak lazım.
Dedim ki kendi kendime, “acaba ne sorsam, hangi soru şaşırtır ve hmmm dedirtir Ali Düşenkalkar’ı” . Bulamadım. Sana sormakta buldum çareyi. Hangi ya da nasıl bir soru şaşırtırdı seni?
-Güzel soru ama hiç düşünmedim. Belki de şaşırdığım bir şey olurdu şaşırabilirdim. Şaşmak... Şaşırtıcı, beni dürten, sarsıcı bir şey beni sarsabilirdi.
Aaaaa demek bu soru ilginç olmuş… Çünkü gözlerinde büyük bir şaşkınlık var…
- Evet doğru. Güzel soru dedim ya, işte onun için. Hiç düşünmemiştim böyle bir şeyi.
Peki son olarak Ali Düşenkalkar’ın yüreğinde sevgi, aşk?
-Gelip geçer ya.
Aaaahaahaa… Hiç beklemediğim bir cevap. Çok romantik cümleler beklediğimi itiraf etmeliyim…
- Yok, yani... Var olduğu zaman gerçekten büyük bir coşkunluk, sel, fırtına kadar insanı sarsıcı bir değer gibi duruyor ama ben yarın başka bir çiçeğe baktığımda aşık olabilirim. Yarın başka bir ata hayranlık duyabilirim. Onun ihtişamına, güzelliğine de aşık olabilirim. Çiçeğe de, böceğe de, hayvana da, insana da aşık olabilirim. Bir kadına değil sadece, bir erkeğe de; yaptığı başarıya aşık olabilirim. Aşk… “Söylev”in özetini okuyorum... Ama Atatürk ilkelerinin ve devrimlerinin ne kadar ehemmiyetli olduğunu ve zekasının dahice olduğunu görünce... Ben o dehaya, o dâhiye aşığım mesela. Ben akıllı insanlara aşığım, hayranlıkla bakarım. Sadece takdir değil. Seyrederim, hoşuma gider. Kendimce yaşarım ben o aşkı. Yani kavram olarak aşk sadece bir cinsiyeti yaşatmaz bende. Bir zekayı yaşatır. Sevgiyi yaşatır. Sevgi varsa. İnsanlık için yapılan her şeye dair takdirimi kazanmışsa, o çalışmaya aşık olabilirim.
Sevgiyle, aşkla noktalayalım sohbetimizi.
- Ben sohbetimiz için, röportaj olarak demeyim de, soru-cevap kaidesine pek uymadım. Yanıtlar birbirinin içinde kendini doğurdu. Ama öncelikle tekrar teşekkür ediyorum, okuyuculara iyi okumalar diliyorum. Umarım bir süre sonra Kıbrıs tiyatrosu için daha güzel şeyler söyleyebileceğim, seyrettiğim oyunların olduğunu, hatta ve hatta sohbetimizde bunları da yazma dileğin ile sohbet edebileceğimizi söyleyebilirim. Olumlu ya da olumsuz eleştirileri bir biçimde sohbetleriz. Kıbrıs’ın da barış içinde, her şeyiyle sağlıklı, uzun soluklu günleri olması dileğimle.
Çok güzel bir sohbetti. Teşekkür ederim. Bildiğimi sandığım ne çok bilmediğim varmış meğer. Ne çok şey öğrendim bize yetmeyen bu zaman diliminde. Yorgun ve yoğun olduğun halde vakit ayırdığın, beni kırmadığın için tekrar teşekkürler.