Yağmur yağıyor ve midemizden dökülen çamur sokaklara boşalıyor.
Kirlenmişiz.
Yeşilden çok beton, betondan çok metal var.
Evlerde gizleniyor yüzden çok yüzsüz ve karanlığın aslında geceyle ilgisi yok.
Çocukluğumuzun yürüdüğü yollar kuşatılmış, kaybolmuş ayak izlerimiz,
seslerimiz başkalaşmış, yurtsuzluk duygusu çok ağır geliyor.
***
Yağmur yağıyor ve göğün boşalttığı öfkeli her bir damla maviyi dövüyor.
Akdeniz’in orta yerinde ipsiz sapsız bir sal gibiyiz.
Savrulmuşuz.
Piç dalgaların örselediği ruhlarımız, birer birer terk ediyor bedenlerimizi…
Kimiz biz şimdi, neyiz, neredeyiz?
“Ben biraz da başkalarıyım,
O başkaları biraz da ben” der ya şair…
Tam da kavrayamıyoruz.
***
Akdeniz’in sancısı içimde bir sızıya dönüşüyor.
Doğum değil bu!
Bu bir ölüm sancısı gibi...
Ve göbeğimiz bir başka denizde kesiliyor.
Toprak koynundaki maviyi avutuyor:
“Ben yanmazsam, sen yanmazsan…”
Geleceğin tutuştuğu yerde kimseler yanmıyor.
Ve doğmamış bebekler daha şimdiden ökzüzleşiyor.
Sislerin dağıldığı yerde hep eski çatışmalar, kavgalar, kirli anılar...
Yeni yeni adını ezberlediğimiz dağlarda kan büyütülüyor.
“Uyusun da büyüsün” çocuklar avutuluyor.
Barut kokulu bedenler omuzlarda yürüyor.
“Ölmedi” diyorlar.
Hiçbiri yanıt veremiyor.
***
Yasak öpüşler astığımız boynumuz kıldan ince!
Ses edemiyoruz.
Ses etmiyorlar.
Kendi sesinde büyüyor diktatör.
***
Tütsülükte yaktığımız zeytin dalı, hani sen koruyacaksın ya bizi!
Seni kim koruyacak şimdi?
Oto park varken insanlar neden ana yola ve kaldırımlara park eder?
Park yerlerinin boş olduğu ancak insanların yol kenarına hatta kaldırımların üzerine park ettiği “garabet”in sebebi nedir?
Çok!
Birincisi, otoritesizlik.
Denetim var ama ‘bazen...’
Ve herkes ezberlemiş:
Günlerden pazarsa, serbest.
Vakitlerden akşamsa, serbest.
***
Park yerleri yeterli değil, haklısınız.
Ancak...
Koskocaman park yeri olan bölgelerde dahi kaldırımlar ve caddeler park edilmiş araçların işgali altındadır.
Ve nasıl bir çelişkidir ki...
Yüz binden fazla sterlin vererek satın alınan ‘villacıklar’ın sahipleri...
Evin önündeki ‘kaldırımın’ da fiyata dahil olduğunu zannetmektedir.
***
Toplu ulaşım yok!
Yürüme kültürü yok!
Araçları ortak kullanma bilinci yok!
Bunca “yokluk” arasında ağzımıza kadar araba dolduk.
Kentler, kasabalar kusuyor hepsini!
Tam bir “keşmekeş” hali.
***
“Diplomalı cahiller ülkesi”ne dönüşüyoruz, farkında mısınız?
Çünkü aynı zamanda bir cehalettir bu!
***
Ve son not:
Yüz elli insan kapasiteli bir cafe ya da restorana yirmi araçlık oto parka karşılık işletme izni verildiği zaman ne oluyor sahi?
Hayatı da kandırmış oluyor muyuz?
***
Apartmanlar derseniz bir başka dert.
Sanırım, bir apartman yasamız da yok halen...
Yasa olsa, denetim olmayacak.
Denetim olsa, saygı gösterilmeyecek.
Ne?
Park yerlerine ‘su deposu’ yapılıyor ve araçlar, yine yollara taşıyor.
Pislik cabası...
***
Tam bir “oynatmaya az kaldı” durumu!
Siz halen ‘normal’ misiniz?
Dönüşüm perdesi!
“Karagöz’ün perdesi” derler, biraz da küçümsemek için!
Oysa çok büyük iş.
Beş yüz seneyi geride bırakan önemli bir gelenek.
Tiyatromuzun yeni kuşak yeteneklerinden İzel Seylani yeniden hepimizi kendine hayran bıraktı.
Elbette bir “ekip” üretimi var. Ve elbette Lefkoşa Belediye Tiyatrosu imzası.
***
“Bandabuliya Sahnesi”ni açtı, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu. Lefkoşa Türk Belediyesi, başkente bir değer daha kazandırdı.
Projenin aslı çok daha büyük ancak kaynak ihtiyacı var. Bandabuliya içerisindeki atıl alanlar mutlaka değerlendirilmeli.
Surlarçi bir dönüşüm yaşıyor.
O daracık sokaklar yeniden kendiyle barışıyor.
Üç adım ötede Ledra caddesi ışıl ışıl. Surlariçi de çok kültürlülüğün beşiği olmalı.
***
“Bandabuliya Sahnesi”nde izledik, Karagöz gösterisini.
Kıbrıs kültürünü, değerlerimizi, coğrafyamızı anlatan dokunuşlarla bu eşsiz gölge oyunu geliştirilmiş.
Çocuklar kadar büyükler de zevk aldı.
Hem gülümsedik, hem içimizdeki çocuk yeniden uyandı.
Hele de “Karagözcü Mehmet” yani 50 senelik deneyim sahibi Mehmet Ertuğ’u da görünce...
“Gözlerim arkada kalmayacak” dedi.
Gözlerimiz doldu.